Diyarbakır’da 8 yaşındaki Narin Güran adlı çocuğun kaybolması ve ardından ailesi tarafından katledildiğinin açığa çıkması uzunca bir süre ülke gündeminde yer aldı. İktidardan muhalefete, futbol sahalarından kimi magazin figürlerine kadar hemen herkes, Narin’in katledilmesine dair kendi meşrebine uygun davrandı. Bazıları “konuyu siyasete alet etmeyelim” dedi, bazıları “çocuklar ölmesin”de karar kıldı.
Ne var ki Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nda çocuklara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet ilk kez yaşanmadığı gibi son da olmayacak. Türkiye ve T. Kürdistanı toplumunda kadın ve çocuklara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet vakaları sıradan hale gelmiş durumdadır ve bunun doğrudan doğruya hakim siyasetle ilgisi vardır. 8 yaşında bir kız çocuğunun katledilmesi sonrasında yaşanan “toplumsal çürüme” tartışmalarını esasen bu açıdan değerlendirmek gerekir.
Ancak öncelikle Narin’in katledilmesiyle birlikte bu eylem nedeniyle yine ve yeniden Kürt ulusuna yönelik hakim ulus ırkçılığı ve şovenizminin devreye sokulduğunu ifade etmemiz gerekir. Türkiye toplumunda kadına ve çocuğa şiddet meselesi sadece ve sadece T. Kürdistanı’nın ve Kürt ulusunun bir sorunu değildir. Kadın ve çocuklara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik saldırılar bütün Türkiye toplumunun sorunudur. Kürt illerini, “doğu”yu, geri ve feodal ilan ederek kadın ve çocuklara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet gerçeğinin üzeri örtülmektedir.
Kuşkusuz Narin’in katledildiği köyün, TC devletiyle işbirliği içinde olan eskinin Hizbulkontrası yeninin “Cumhur İttifakı” bileşeni Hüda-Par’ın etkin olduğu bir yer olması önemlidir. Ancak bu gerçek, kadın ve çocuklara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet gerçeğinin sadece bu bölgenin bir sorunu olduğu anlamına gelmez. Olsa olsa yaşanan canice eylemin, devlet eliyle üzerinin örtülmesi, faillerin “aile dostu” denilerek korunması anlamına gelir.
Esasen kadın ve çocuğa yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet meselesi sadece Türkiye ve T. Kürdistanı toplumunun sorunu değildir. Sorunun kaynağı özel mülkiyete dayalı kapitalist sistemdir. Bu genel geçer bir tespit değildir. Dünya çapında kadın ve çocuklara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet verileri de bunu kanıtlamaktadır. Kapitalist sistemin temel dayanağı olan ve aile denilerek kutsallaştırılan kurum; kadın ve çocuklara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddetin kaynağını da oluşturmaktadır.
“Kutsal aile”nin üzerinden yükselen ataerkil kapitalizm, bu kurum aracılığıyla kadının ve çocuğun bedenini, cinselliğini ve giderek tüm kimliğini denetlemekte; bu “kutsal aile”de kadın ve çocuklar sadece ve sadece birer mülk olarak görülmektedir. Kapitalist sistemin çekirdeğini oluşturan “kutsal aile”de kadın ve çocukların yaşamları, emekleri ve hatta gelecekleri, “kutsal aile”nin reisi olarak kabul edilen erkektedir. Erkek kapitalist sistem adına “kutsal aile”nin reisi/babası olarak ailedeki kadın ve çocukları denetlemekte ve sömürünün sürgit devam etmesini sağlamaktadır.
Türkiye ve T. Kürdistanı’nda kadın ve çocuklara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddetin giderek artmasının, Türkiye’nin emperyalizme bağımlı yarı sömürge yapısının daha da derinleşmesiyle doğrudan bir ilgisi vardır. AKP hükümetleri eliyle Türkiye’nin ekonomisinin emperyalist sermayenin ve onunla işbirliği içindeki komprador burjuvazinin sömürüsüne göre örgütlenmesi beraberinde “toplumsal çözülme” denilen gerçekte ise alt yapıda yaşanan değişimine uygun olarak üst yapının da buna uygun olarak şekillendirilmesini getirmektedir.
Toplumsal bir çözülmeden ziyade, toplumun emperyalist ve komprador sermayenin andaki ihtiyaçları doğrultusunda yeniden örgütlenmesi söz konusudur. Türkiye ve T.Kürdistanı toplumu, emperyalist sermayenin ve komprador kapitalizmin, ucuz ve güvencesiz işgücü cenneti haline getirilmek istenmektedir.
Türkiye kapitalizminin yarı sömürge koşulları güncellendikçe aileden başlayarak din, hukuk, eğitim, kültür, medya, devlet aygıtı vb. bu sürece göre kendini “yerli” ve “milli” propagandalarıyla yeniden üretmektedir. Üst yapının alt yapıda yaşanan değişime göre şekillendirilmesi beraberinde örneğin devlet aygıtının “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak yeniden örgütlenmesine neden olmuştur. Artık devlet bir kişinin kararnameleriyle “bir şirket gibi” yönetilmektedir.
Bu amaç doğrultusunda Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumunda kadın ve çocukların konumu da yeniden tanımlanmıştır. AKP hükümetleri döneminde kadına yönelik erkek şiddetine karşı “İstanbul Sözleşmesi”nden çıkılmasından, “Kadın Bakanlığı”nın “Aile Bakanlığı”na çevrilmesine kadar atılan adımlar bu amaca hizmet etmektedir. Türkiye toplumunda kadına ve çocuğa yönelik fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddetin artmasının nedeni “yerli ve milli” aile yapısının yüceltilmesi, faşizmin kendini en temelde, çekirdek ailede yeniden üretmesinden bağımsız değildir. Bu nedenle Narin ne ilktir ne de son olacaktır.