Öcalan’a yönelik tecrit nasıl ki giderek tüm ülkede yürürlüğe konulmuşsa; muhataplık ve aktörlük rolünü oynaması ve sahip olduğu gücü açığa çıkarması için kendisine fırsat verilmesi de aynı oranda tüm ülkeyi olumlu yönde etkileyecek ve değiştirecektir. Şiddete, başladığı noktadan çözüm bulunması, şiddetin yaygınlaştığı sarmalı da değiştirecektir
Suzan Akipa
Sonuna yaklaşmakta olduğumuz 2024 yılı, bir yandan direnişi ve direnenleri, bir yandan da baskıyı ve baskılayanları bağrında taşıdı. Yıl boyunca, Türkiye ve Kürdistan’ın her yerinde özgürlük, demokrasi ve adalet mücadelesi verenler alanları bir an olsun terk etmedi.
Kadınlar; bedenlerini, zihinlerini ve emeklerini sömürenlere karşı alanları dolduranların başında geldi. 8 Mart, kadın mücadelesinin en sembolize olan günüydü yine. Newroz’daki görkemli direniş derken bunu, kendini de kentini de yönetmek isteyenler, işçi direnişleri, ekoloji mücadelesi ve diğer toplumsal mücadeleler takip etti. Yılı şekillendiren en önemli öğe ise “Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” kampanyasının istikrarlı çalışmaları oldu.
Diğer yandan, Türkiye’nin her yerinde büyük bir şiddet ve baskının olduğu da bir gerçek. Kadın ve çocuk cinayetleri, ağır insan hakkı ihlalleri, emek sömürüsü, ekonomik kriz, işsizlik, göç sorunu gibi… Fakat Kürdistan’da sistematik olarak sürdürülen derinlikli ve çok daha yoğun bir şiddetin -sömürgeci şiddetin- olduğu da başka bir gerçek. Halkın iradesine atanan kayyumlar, halkın üzerinde yaşam sürdüğü coğrafyanın her türlü talanı, halkın kültürüne, diline, halayına, müziğine, sloganına yönelik tahammülsüzlük, politik mahpusların hapishanelerde ölüme terk edilmesi, ordu mensubu üniformalıların Kürt kadın varlığına yönelik işgalvari saldırıları; bu sömürgeci şiddetin görünür birkaç örneği.
Bununla birlikte Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit, Kürdistan ve Türkiye’nin büyük bir kesimine yönelmiş bütün bu şiddet biçimlerinin içinde ve merkezinde, ayrıca konuşulması gereken bir konu. Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmaya zorlandığı 9 Ekim 1998 tarihinde başlayan ve Öcalan şahsında bir halka karşı yapılan haksızlıklar ve hukuksuzluklar zinciri, 15 Şubat 1999 tarihinde Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi ile devam ettirilmiş ve o tarihten bugüne kadar da derinleştirilerek adeta tüm ülkede yürürlüğe konulmuştur.
Öcalan’a yönelik tutumun giderek tüm ülkede yürürlüğe girmesinin temel nedeninin, bu tutum sahiplerinin Kürt sorununa yaklaşım tarzları ile paralel olduğu kuşkusuzdur. Çünkü Kürt sorunu, Kürdün varlığını inkâr eden bir asırlık tekçi, retçi, milliyetçi, cinsiyetçi ve dinci Cumhuriyetin kuruluş kodlarını hem ifşa ediyor hem de değiştirmeye zorluyor. Haliyle bu kodlarla oluşturulan bütün her şey -ekonomi, savaş ve eğitim politikaları, ülkenin yönetimi, dış politika, siyaset ve daha nicesi- Kürt sorununa göre şekillenmekte ve bu soruna göre konum almakta. Bu sebeple de bu sorunu dillendirenler, bu soruna çözüm bulmaya çalışanlar, dolayısıyla da cumhuriyetin kodlarını değiştirerek sorunsuz bir yaşamı tahayyül edenler ve en çok da bunun için harekete geçenler, karşısındakini rahatsız ediyor. Rahatsız ettiği için de bastırılmaya çalışılıyor; bu kuruluş kodlarını kaybetmek istemeyenler tarafından. Yani, tekçilikten ve retçilikten beslenenler tarafından.
İşte Öcalan, böylesi bir Kürt sorununun muhattabı ve çözümün de temel bir aktörü. Muhataptır; çünkü milyonların “irademdir” dediği politik bir kimliği var. Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü isteyen ve bu kolektif talebi imza kampanyalarıyla da Avrupa Konseyi’ne sunan milyonlar var. Çözümün aktörüdür; çünkü Öcalan’ın ağır bir tecrit rejimine rağmen savunmaları, yol haritaları, çözüm projeleri, akılcı ve gerçekçi önerileri, kamuoyu ile paylaştığı mesajları, ortaya çıkardığı devasa bir gücü var.
Nitekim kendisi ile yapılan çok kısıtlı ve sınırlı görüşmelerde her defasında çözüme vurgu yapmıştır. Geçtiğimiz 23 Ekim’de de bir kez daha, çatışmalı süreci işaret ederek siyasi ve hukuki zeminin teorik ve pratik gücüne sahip olduğunu, bu gücün kendisinde olduğunu ifade etmiştir. Bu güç, 1993 yılında inşa ettiği ve hala koruduğu, korumakla da kalmadığı aynı zamanda büyüttüğü çözüm ve barış iradesinin adıdır. Dolayısıyla her türlü koşula rağmen ama istikrarlı bir şekilde Kürt sorununun çözümüne talip ve buna muktedir olan bir Öcalan gerçekliği var.
Bu vesileyle de yeni yıla günler kala, tam 26 yıl önce Öcalan’ın kamuoyu ile paylaştığı 1 Ocak 1999 mesajını yeniden hatırlamayı anlamlı görüyorum. Öcalan, 31 Aralık 1998’de henüz Roma’da iken,“Çok ciddi bir adımı atmak istiyoruz. Gerçekten insanlığı yakından ilgilendiren bir sorun. 1999’un kesinlikle barış yılı olmasını diliyorum. Roma’ya gelişim büyük bir barış adımıdır. Avrupa’nın bu adımı desteklemesinin tarihi olduğunu belirtiyorum. 1999’u Avrupa’da Kürt barışını gerçekleştirme yılı olarak değerlendirmek istiyorum. Dünyayı da bu konuda duyarlı olmaya çağırıyorum…” diyerek hem Kürt sorununun siyasi çözümüne, dolayısıyla da barışına vurgu yapmış hem de bu sorunu dünya kamuoyunun gündemine sokarak barış gibi ciddi bir adımın duyarlılıkla sahiplenilmesini istemiştir.
Zaman, 1999’dan 2024’e akarken; aradan geçen onca yıla ve tecride rağmen, İmralı Adası’ndaki barış ve çözüm çizgisinin nasıl da ciddiyetle korunduğunu ve Öcalan’ın belirttiği o ciddilik gereği nasıl da güçlendirildiğini ifade ediyor bize bu mesaj.
Şüphesiz, Öcalan’a yönelik tecrit nasıl ki giderek tüm ülkede yürürlüğe konulmuşsa; muhataplık ve aktörlük rolünü oynaması ve sahip olduğu gücü açığa çıkarması için kendisine fırsat verilmesi de aynı oranda tüm ülkeyi olumlu yönde etkileyecek ve değiştirecektir. Şiddete, başladığı noktadan çözüm bulunması, şiddetin yaygınlaştığı sarmalı da değiştirecektir. Dolayısıyla, yaklaşmakta olduğumuz 2025 yılının Öcalan’ın özgürlük yılı olması; 2024’ün bağrında taşıdığı ama esasında yüzyıldır devam eden bütün bu şiddeti sona erdirecek, yeni özgür yaşamı kuracak en etkili adım olacaktır. Bu anlamda da önümüzde duran en ciddi iş, Öcalan’ın özgürlüğünün sağlanacağı yeni yılı örmek olacaktır.