Medya, savaşın değil barışın yanında durmalı; nefret söylemi yerine diyalog ve empatiyi savunmalıdır
Adem Özgür*
Türk medyasının Suriye iç savaşından bu yana Kürtlere karşı kullandığı dil, medyanın toplumsal algılar üzerindeki gücünü açıkça ortaya koyuyor. Yandaş medya, bu süreçte Kürtleri sürekli bir tehdit gibi sunarken, cihatçı grupları kahramanlaştıran bir söylem geliştiriyor.
Geçtiğimiz günlerde Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) liderliğindeki cihatçı gruplar, Şam yönetiminin kontrolündeki Halep’e saldırı başlattı. Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) da katıldığı bu saldırılarda, iki gün içinde çok sayıda insan hayatını kaybetti. Ancak bu tablo, Türkiye’deki yandaş medya organlarında ve birçok sosyal medya kullanıcısında bir zafer coşkusu yarattı. Benzer bir tavır geçmişte Afrin operasyonlarında ve IŞİD’in Kürtlere yönelik saldırılarında da görülmüştü.
Örneğin, Haziran 2015’te Sabah gazetesi, “PYD, DAEŞ’ten daha tehlikeli” manşeti atmıştı. Bugün de benzer bir dil kullanılmaya devam ediyor.
Yandaş manşetler
2 Aralık tarihli gazete manşetlerine ve sürmanşetlerine bakıldığında bu söylemin aynen devam ettiği görülüyor:
- Akşam: YPG’ye şafak operasyonu
- Yeni Şafak: Tel Rıfat’ta özgürlük şafağı
- Yeni Akit: Terör koridoru hayaline darbe
- Milat: Vakit tamamdır
- Sabah: Terör koridoruna çifte darbe
- Milliyet: Sinsi plan bozuldu
Bu başlıklar, yandaş medyanın Kürtlere yönelik nefret söylemini sürdürüp cihatçı grupları meşru bir aktör gibi sunduğunu gösteriyor.
Kürt öznelliğine dair sistematik bir karalama
Türk medyasının Kürtlere yönelik temel stratejisi, sürekli bir “güvenlik tehdidi” algısı yaratmaktır. Kürtlerin siyasi ve sosyal örgütlenmeleri sistematik olarak “terörist”, “bölücü” veya “illegal” olarak tanımlanırken, aynı medya organları cihatçı grupları “direnişçiler” olarak yüceltme eğiliminde. Bu tür bir dil, cihatçı grupların şiddetini normalleştiriyor.
Sosyal medyada da benzer bir yaklaşım sergileniyor. Özellikle iktidar merkezli bir medya platformu olarak öne çıkan Fokus+, bu söylemi dijital ortamda daha geniş kitlelere taşımak için aktif bir rol oynuyor. Fokus+’nın bir paylaşımında şu ifadeler yer alıyor: “Terör örgütü PKK’dan temizlenen Tel Rifat bölgesinde mehter marşı sesleri çalınıyor.” Cihatçıların saldırıları burada “ilerleme” veya “temizlik operasyonu” olarak yüceltilirken, Kürtlerin kontrolündeki bölgeler “terör yuvası” ya da “bölücü odak” olarak etiketleniyor. “Temizlik” söylemi ise etnik temizlik çağrışımı yapabilecek bir anlama sahip.
Fokus+ gibi platformlar, kısa ve dikkat çekici videolar, grafikler ve sosyal medya içerikleriyle bu nefret dilini yaygınlaştırıyor. Bu içerikler, geniş kitlelerin siyasi ve toplumsal algısını doğrudan etkiliyor.
Anadolu Ajansı’nın rolü
Devletin resmi ajansı Anadolu Ajansı da bu medya organlarından farklı bir tutum izlemiyor. Bölgedeki muhabir ağı, sürekli olarak cihatçı grupların propagandasını yapıyor. Şu başlıklar, bu durumu açıkça ortaya koyuyor:
- “Suriye Milli Ordusu, PKK/YPG’nin Tel Rıfat-Münbiç hattında terör koridoru oluşturma planına karşı başlattığı Özgürlük Şafağı Operasyonu’nda Tel Rıfat ilçe merkezine girmeye başladı.”
- “Suriye Milli Ordusu, PKK/YPG’nin Tel Rıfat-Münbiç terör koridoruna engel olmak için başlattığı Özgürlük Şafağı Operasyonu’nda Tel Rıfat sahasında 3 köyü teröristlerden kurtardı.”
Hatırlamakta fayda var: Türkiye’nin geçmişte Rojava’ya yönelik operasyonlarının ardından bölgeye yüzlerce silahlı grup mensubu yerleştirilmişti. Bu gruplar, binlerce sivil Kürt’ü öldürdü. Cihatçı grupların saldırıları yüzünden yüzbinlerce insan yerinden edildi, evler boşaltıldı, zeytin ağaçları söküldü, binlerce kişi fidye karşılığı kaçırıldı. Son saldırılar, bu acıları katbekat artıracak nitelikte.
Medya, savaşın değil barışın yanında durmalı; nefret söylemi yerine diyalog ve empatiyi savunmalıdır. Bölge için yaşanabilir bir gelecek ancak nefret ve ayrımcılık yerine diyalog ve empatiyi esas alan bir medya anlayışıyla mümkündür.
* Gazeteci