Birinci Dünya Savaşı, insanlığın pek çok yenilikle tanıştığı bir süreçtir. Milliyetçilik akımları, sınırlar, ulus devletler, devletlerarası modern anlaşmalar, savaş uçakları… Tüm bu yenilikler, modern dünyanın, insanlığı tanıştırdığı önemli yeniliklerdi. Birinci Dünya Savaşı ile çok da bilinmeyen bir “yenilik” daha tarih sahnesindeki yerini almıştır: Kimyasal silahlar. 1907 yılında Lahey’de toplanan 44 ülke temsilcisi, gelişen kimyevi silah teknolojisinin savaşlarda kullanılmaması üzerine bir anlaşmaya varmış olmalarına rağmen 1914’e gelindiğinde “bir anlaşma çiğnenmeyecekse ne işe yarayacak” mottosu doğrultusunda, anlaşmanın tarafı olan bütün ülkeler, ellerinden geldiğince, kimyasal silah üretip, bilhassa “uygar olmayan kavimler”in yaşadığı cephelerde, birbirlerine karşı kullandılar…
Tüm bu kimyevi silahlanma sürecinde yıldızı en çok parlayan, Türkiye’de Baygon haşere ilacı ile tanıdığımız Alman BAYER firması oldu. Ki, firma insanları haşere haline getirme işinde ne kadar uzmanlaştığını, İkinci Dünya Savaşı günlerinde Auschwitz Toplama Kampı’nda gösterecekti.
Tabi, bu kimyevi silahlanma ve öldürme işinde İngilizler, Almanları yalnız bırakmadı. İkinci Dünya Savaşı sulhünün fatihi ve demokratik İngiltere’nin mimarı olarak bilinen Churchill, (ki, Beyaz Adamın üstün olduğunu daima iddia etmişti) medeni dünyanın dışında kalan halklara şöyle bakıyordu: “Kulübesinde bir köpeğin, orada uzun zamandır yaşamış bile olsa, kulübeye mutlak sahip olma hakkının var olduğuna inanmıyorum. Bu hakkı kabul etmiyorum. Örneğin, Amerika’daki Kızılderililere ya da Avustralya’daki siyahlara karşı bir yanlışlık yapıldığını kabul etmiyorum, çünkü daha güçlü bir ırk, daha kaliteli bir ırk… geldi ve onların yerini aldı.” Churchill, bu bakış açısını Kürtler ve Afganlara da yöneltmekten çekinmedi, 1921’de Süleymaniye’de ve dağlık bölgelerde süren İngilizlere karşı Kürt direnişi, 1933 yılında kimyasal müdahale ile bastırıldığında Churchill şöyle diyordu: “Gaz kullanımına gösterilen ahlaki tepkileri anlamıyorum… uygar olmayan aşiretlere karşı zehirli gaz kullanılmasını tam anlamıyla destekliyorum…” 1920’lerden 1945’e kadar Ortadoğu’da istikrarlı bir şekilde kimyasal gaz kullanan İngiltere ordusunun generallerinden General Sir Aylmer Haldane’ye göre “gaz kullanımı Kürtlerin yaşadığı dağlık bölgede çok yararlıydı ama sıcak ovalarda gaz istikrarsızdı.” İngiliz devleti, bölgeyi ABD’nin nüfuz alanına terk etmeden önce pek çok kimyasal silahı; fosfor bombası, napalm, şarapnel bombaları, roketler vb. ilk kez Kürt coğrafyasında denedi. İngiltere’den kimyasal silah kullanmayı öğrenen devletlûlarımızın 1937-38 Dersim Katliamı’nda “onları mağaralarda fare gibi zehirledik” diyerek övündüklerini, “üç yüz kadın ve çocuk imha edildi” telgraflarını kulağımızla duyduk, gözlerimizle gördük.
1945’teki Yalta Konferansı’ndan sonra bölgenin kimyasal gazı ABD tarafından sağlandı: Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin imhasında kimyasal gazlar önemli rol oynadı… Dolayısıyla, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki Kürt isyanları, İkinci Dünya Savaşı ve yakın tarihte Halepçe…
Tüm bu tarihsel hatıraların zihnimizde canlanmasının sebebi elbette faşist parti MHP yöneticilerinin “HDP’lileri haşere gibi itlaf etme” çağrısı. 1915 Ermeni Soykırımı benzeri pogrom hayalleri kuran ve bunun için ortam hazırlayan MHP, Saray Rejimi içindeki etkinliğini arttırarak Maraş Katliamı benzeri kitle katliamlarına imza atmak istiyor. Saddam Rejimi’nin komutanı “Kimyasal Ali”nin gerçekleştirdiği Enfal ve Halepçe katliamları MHP-AKP’nin önünde rol model olarak duruyor. 19 Aralık 2000 cezaevi katliamından önce “cezaevleri sorunu iki kilo siyanürle çözülür” dedikten birkaç ay sonra tutukluların kimyasal maddeyle yakılması devleti yöneten aklın MHP ile aynı olduğunu gösteriyor. Sivas katliamı, Roboski katliamı ve Cizre bodrumlarında gerçekleşen insan yakma pratiği üzerinden düşündüğümüzde “Türk-İslam Sentezi” adı verilen faşist koalisyonun tehditlerini ciddiye almamız gerektiği sonucu çıkıyor.
Saray Rejimi, çökerken demokrasi güçlerine yönelik “çökertme” operasyonlarına sarılmak zorunda. Gezi Direnişi’nde insanları haşere gibi gazlayan, Suruç ve 10 Ekim Gar katliamlarında ölü ve yaralıları gaza boğan insanlık düşmanları toplumun sessizliğinden aldıkları cesaretle leş ağızlarından kimyasal madde saçıyor. Her zaman söyleneni tekrar söyleyelim; saldırının muhatabının HDP olduğu doğrudur ama saldırının HDP ile sınırlı kalmayacağını herkes bilmelidir.
*Alıntı bilgiler: Haluk Gerger