Türkiye Guinness Dünya Rekorları kitabında 30 yılı deviren siyasal tutuklular konusunda Çin Halk Cumhuriyeti ile yarışıyor. Çin’in acımasız asimilasyon politikalarının benzeri TC’de uygulanıyor. Lozan Anlaşması ile üç azınlığın yani Rumların, Yahudilerin, Ermenilerin anadil ve kültürel haklarını tanıdı ama, onları kullanacak yurttaş bırakmadı. Bir de adları bile anılmayan diğer azınlıklar var: Arnavutlar, Boşnaklar, Kırım Tatarları, Çerkesler, Lazlar, Gürcüler, Pomaklar, Hemşinliler…
TC’de nüfus kütükleri yanında, nüfus sayımı da “ulusal güvenlik” meselesi haline getirilmiştir. Yurttaşların hangi dili konuştuğu, en son 67 yıl önce 1965 yılında sorulmuştur.
1965 yılında bile Türkiye bir dil zenginliğine sahiptir. 1965 nüfus sayımında Türkçe yanında yer alan ana diller şunlardır: Abazaca / Arapça / Arnavutça / Boşnakça / Bulgarca / Çeçence / Çerkesçe // Ermenice/ Kürtçe/ Lazca / Pomakça / Romence / Rusça / Sırpça / Yahudi dilleri /Yunanca(Rumca) / Zazaca.
Daha sonraki yıllarda ana dilin niye sorulmadığı anlaşılıyor. Çünkü 1965’e kadarki bu resmi sayımda bile, nüfusun %50 çoğunluğunun Kürtçe ve Zazaca konuştuğu net bir Kürt haritası çıkmıştır. Bu resmi sayımlarda bile, Hakkari, Şırnak, Van, Iğdır, Diyarbakır; Muş, Ağrı, Siirt, Muş, Mardin, Tunceli, Bingöl’de onca kıyım ve baskılara, zorunlu ya da gönüllü göçe karşın bölgenin Kürt karakterini değiştirmeyi TC’nin başaramadığı ortaya çıkmıştır.
Zorunlu ve gönüllü göç nedeniyle HDP oyları Kürt illeri dışında da artmış, 2015 Haziran seçimlerinde parti 80 mebus çıkararak, Meclis’te Erdoğan’ın partisi AKP’nin mutlak çoğunluğu yitirmesine neden olmuştur.
TC ise, buna karşılık eski kıyım, hapsetme, siyasal hakları gasp etme yoluna geri dönmüştür.
HDP bünyesi içinde Kürt siyasetçilerin siyasal bir soykırıma uğradığından bahsedebiliriz.
1992 yılında ilk çıkan Kürt günlük gazetesi Özgür Gündem’deki köşemde, niye başkent Ankara’da sokak isimleri, Brüksel’de Flamanca/Fransızca olduğu gibi Kürtçe/Türkçe iki dilli olmasın diye yazmıştım.
Kürtler çok ağır bedeller ödeyerek Kürt dilini yasaklayan cunta yasasını kaldırtmayı başardı, mahkemelerde artık Kürtçe savunma da yapılıyor. Ama Kürtler artık anadillerinde de olsun, savunmalarına gerek kalmasın istiyoruz.
Bugün TC hapishanelerinde 30 yılı dolduran siyasal tutsaklar var. Salt 20’li yaşlarında Kürt siyasal hareketine katıldıkları için müebbet hapse mahkum edilmişler. Sonunda hukuk dışı kabul edilen ve kaldırılan DGM’ler vermiş bu haksız, zalimce kararları. Ama hükümleri hala geçerli.
Cezaevinde başarılı yazar kimliği kazanan 30 yıldır hapiste tutulanlara örnek olarak, Murat Çetinkaya (26 yıldır hapis), Edip Yalçınkaya (29 yıldır), Tonguç Ok (24 yıldır), poet İlhan Çomak (27 yıldır), Dilek Öz (27 yıldır), Nibel Genç (25 yıldır) hapis. Başarılı yazar Murat Saat ise 21 yıl hapislikten sonra 2017 yılında hastaneye zamanında götürülmediği için öldü.
Türkiye Guinness Dünya Rekorları kitabında 30 yılı deviren siyasal tutuklular konusunda Çin Halk Cumhuriyeti ile yarışıyor.
Çin’in acımasız asimilasyon politikalarının benzeri TC’de uygulanıyor. Lozan Anlaşması ile üç azınlığın yani Rumların, Yahudilerin, Ermenilerin anadil ve kültürel haklarını tanıdı ama, onları kullanacak yurttaş bırakmadı.
Bir de adları bile anılmayan diğer azınlıklar var: Arnavutlar, Boşnaklar, Kırım Tatarları, Çerkesler, Lazlar, Gürcüler, Pomaklar, Hemşinliler…
Bunların bir bölümü yerli halk konumunda, bir bölümü ise 150 yıllık savaşlar sarmalında gelen muhacirlerin çocukları. Yeni kurulan TC’nin ilk uygulamalarından biri, örneğin Çerkes okullarını kapatmak olmuştu.
1971 yılında tutuklandığımda, Arnavut kültürü için çalışma başlatan bir mühendis ile birlikte kalmıştım Selimiye Kışlası’nda. Arnavut casusu olarak MİT tarafından suçlanmış, bu suçu kabul etmesi için ağır işkencelerden geçirilmişti. Suçlama ise “Yunanistan ve Türkiye’ye karşı faaliyet!” idi. Bahis konusu Arnavutlar olunca, maşallah Türk/Yunan omuz omuza. Sonunda beraat etti ama, şanslıydı, zira ailesi dahi kimseye haber verilmediği için 2 yıl “kayıp” statüsünde idi.
Hepsine tanınan tek şans ise, “gönüllü asimilasyon” ve “Türk” olduğunu kabul etmek oldu. Belki ABD gibi coğrafi “Amerikalılık” kimliği pazarlansaydı, coğrafi deyim olarak “Anadoluluk” ortak kimliği, bu muhacirleri gönüllü eritmekte daha başarılı olurdu.
Sonuç olarak Türkiye gurur duyması gereken bir etnik kimlik ve kültür zenginliğine karşın, kuruluşundan beri bunu bir tehdit olarak kabul etmiştir.
TC, Rus oblastı olan Kars ve Ardahan’ı 1921 Ankara Antlaşması ile ilhak etmiş, 1939 yılında ise, bir Suriye sancağı olan İskenderun’u ilhak etmiş, Hatay adını vermiştir. Bu ilhaklar nedeniyle etnik zenginliği daha da büyümüştür. Örneğin, Kars/Ardahan’da, Gürcü, Volga Almanı, Litvanyalı, Rus yurttaşlara sahip olmuştur. Antakya’da ise Nusayri denen Arap Alevileri, Rum/Arap Ortodoksları, Katolik Melkitler Türkiye’nin etnik zenginliğine duhul olmuştur. Bugün ise Suriye savaşının mülteci akınından yararlanarak Antakya’nın bu zenginliği saf dışı etmeye çalışılmaktadır.
Türk-İslam sentezi ideoloji bugün ifadesini RTE/Devlet Bahçeli bloğunda bulmaktadır. Bir çeşit Pan-İslamizm ve Pan-Türkizm koalisyonudur bu. Bu blok, bölgesel bir tehdit oluşturmaktadır. TC’nin Azerbaycan’daki Aliyev klanı ile kurduğu ittifakın Ermenistan ve kendi kaderini tayin hakkını kullanmış olan Nagorna Karabagh’a/Arstagh’a yönelik saldırısı, bu tehdidin ciddi boyutlarını yansıtmaktadır.