AKP’nin iktidara gelmesi, devlette Yeni Hegemonik Dönemi ifade eder. Cumhuriyet’in seksen yıllık Beyaz Türk Hegemonyası, yerini yavaş yavaş ve sancılı şekilde Cumhuriyet’in Ilımlı İslâmcı geçinen Yeşil Türk Faşizmine bıraktı. Şüphesiz bu durum, devletin tümüyle fethedildiği anlamına gelmez fakat o yola girilmiştir
Ali Adalı
Tarihe ilişkin değerlendirmemizde de gördük ki, geleneksel Osmanlı iktidar ve sömürü tekeli çöktüğünde, bürokratik gelenek içinde şekillenen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin özne rolünü oynadığı elit bir zümre, çeşitli darbeler ve komplolarla İkinci Meşrutiyet’te, 31 Mart 1909 ayaklanması sonrasında Abdülhamit tahttan indirildi. 23 Ocak 1913’teki Babıali baskınında, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı’nda ve en son 1919-1922 Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda en örgütlü bürokratik burjuva bir güç olarak İktidar Tekelini gasp ediyor. Hem ideolojik hem de ekonomik olarak Tekelci Hegemonyaya damgasını vuruyor. 1923’ten itibaren Cumhuriyet yönetiminin gaspını gerçekleştiriyor. İktidar aygıtı etrafında yapay bir Türk Ulusçuluğu ideolojisiyle oluşturulan Beyaz Türklük temelinde, bir zümre olarak, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın temel müttefikleri olan Sosyalistleri, İslami Ümmetçileri ve Kürt Milli Güçlerini komplocu yöntemlerle tasfiye ederek, günümüze kadar kesintisiz devam eden bir ‘Oligarşik Diktatörlük’ kuruyor. Bu iç hegemonik diktatörlük, dışta dünya hegemonik güçlerinin başını çeken İngiltere’nin yakın denetimi ve perspektifi altında rolünü oynuyor. Özellikle M. Kemal Atatürk’ün kişiliğini sembolleştirip özünde çok sert uygulamalarla güçten düşürerek, Atatürkçülük veya zaman zaman Kemalizm adı altında Ortaçağ taassubundan daha ağır olan faşist bir ideolojik kimlikle, etnik-Sünni Türkçülükle sınırları kapsamındaki tüm toplumsal kültürlerin asimilasyonunu ve soykırımını programlaştırıp uyguluyor. Ekonomik olarak Devlet Tekelciliğiyle toplumu, iliklerine kadar sömürüp kurutuyor. Kendi içlerinde çok sert rekabetleri ve savaşları olsa da hegemonik ilişkiler içindeki Tekeller, Toplumsal Kültürlerin istismarı ve tasfiyesinde tam bir birlik halinde hareket ediyorlar.
Görünüşte çok katı Türkçü bir egemenlik söz konusudur; özde ise çok dar komplocu bir grubun manipülasyonuyla yürütülen bir sistem vardır. Şüphesiz bunda Türk bürokratik burjuvalaşmasının, proto-İsrail’in Ermeni, Süryani, Pontus ve diğer Helenistik Hıristiyan unsurların tasfiyesiyle yürütmekte olduğu Kürtlüğü imha etme harekâtının belirleyici payı bulunmaktadır.
Siyah Türk faşizmi
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sistemin hegemonik önderliğini devralan ABD, Beyaz Türk Faşizmini daha da tahkim ederek Türkiye Cumhuriyeti’ni denetlemeye devam etti. Daha sonra 27 Mayıs 1960 darbesini yapacak olan bir grup subayı, çok önceden 1945 ve 1950’lerde Gladio örgütlenmesi temelinde eğittiği ve sistemin kompase edilmesinde bunları kullandığı bilinmektedir. İngiltere’nin daha önce 1940’larda bir grup Türk pilotunu, savaşta bu çerçevede kullandığı da bilinmektedir. Özellikle bu subaylar içinde öne çıkan Alparslan Türkeş ve grubu, 1960’lar sonrasında yine Türkiye Sol ve Emekçi Hareketlerini bu çerçevede işlemez kılmakta kullanılmıştır. Bu noktada Beyaz Türk Faşizmiyle ilişkili olsa da bu grupların değişik bir versiyonunun da bu arada hep devrede olduğu bilinmek durumundadır. Bunlar, anti-Siyonist olup, daha çok Hitlercilik paralelinde faaliyet yürüten ırkçı Türk faşistleridir. Siyah Türk faşizmi diye adlandırabileceğimiz eğilimi temsil eden bu kesimler, Anadolu’da proto-İsrail varlıklarını tasfiye ederek, saf Türklükten ibaret bir Anadolu Türk hegemonik sistemi inşa etmek isterler. Bu kesimler, Birinci Dünya Savaşı’nda gasp ettikleri ve ilk defa Ermenilere karşı uyguladıkları sistemi, bir daha tam olarak ele geçiremediler. Kısmen, o da Beyaz Türk Faşizmi ihtiyaç duyduğunda, mevcut yapılanmaya eklendiler. Özellikle Türkiye Demokratik ve Sosyalist Hareketlerine karşı çok acımasızca, hukuk dışı ve komplocu tarzda kullanıldılar. İşin tuhaf yanı, Kürt kimliğinin tasfiyesi söz konusu olduğunda, ulus-devletçi sol ve demokratik yapılanmaların da istisnalar dışında Beyaz Türk Faşizminin çekirdek yapılanmasına dahil olmaktan geri durmamalarıdır. Hem de sözde karşı çıktıkları emperyalistler tarafından nasıl kullanıldıklarını fark etmeden!
Saf ırk yaratma peşinde olanlar, gerektiğinde tüm Anadolu’yu (buna Kürdistan da dahildir) yeniden fethedip, daha dar bir etnik temele dayalı bir Türk ulus-devleti kurmayı, temel ütopyaları sayarlar. Çelişkileri, çeşitli azınlık kültürlerinden olanlar ve İsrail yandaşlarıyladır. Fakat İsrail olmaksızın (hem içteki hem dıştaki İsrail) yapamayacaklarını iyi bildiklerinden açıktan tavır alamazlar. Parti olarak varlık nedenleri, en ırkçı Türk etnik milliyetçiliği ve ulus-devletçiliğidir. Hem Beyaz hem de Siyah Türk faşizminin Kürt kimliğine ilişkin politikası, ya fiziksel ya da kültürel olarak tamamen tasfiye etmedir, Kürtlerin Varlık Olmaktan çıkarılmasıdır.
Yeşil Türk faşizmi
12 Eylül darbesinin Türk-İslâm Sentezini benimsemesi, Üçüncü Kuşak Faşist Hareketi gündeme taşıdı. Yeşil Türk Faşizmi diyebileceğimiz bu akım, 1970’lerden itibaren Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da yayılmasını önlemek, Sovyet Rusya’yı Afganistan’dan atmak ve Orta Asya’da sorunlarla uğraştırmak, İslâm ülkelerinin demokrasiye ve sosyalizme kayışını önlemek isteyen ABD’nin, ırkçı milliyetçiliğe göre daha kullanılır görmesi ve desteklemesi sonucunda gelişim sağlamıştır. İslâmcı Hareket, ağırlıklı olarak İngiliz hegemonyacılığına hizmet temelinde ortaya çıkmıştır. Kapitalist Moderniteden bağımsız değildir. Sanıldığı kadar millici ve özgürlükçü de değildir. Kapitalist milliyetçiliğin bir versiyonu olarak geliştirilmiştir. Temel hedefi, İslami kültürün yaygın yaşandığı toplumların demokratikleştirilmesini ve sosyalistleştirilmesini barajlamak, İslâm Kültürünü kapitalizme entegre etmektir. Tüm hegemonik güçlerin bu amaçla kullandığı araçlar arasındadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda İslami unsurları devlet içinde bir arada tutmak ve İngiliz hegemonyacılığına karşı kullanmak için önce Almanya destekli Panislamizm geliştirildi. İngiltere buna, Arap coğrafyasında Vahhabiliği geliştirerek yanıt verdi. İslâmcılık, daha doğuşunda İslâm Kültürünü istismar eden işbirlikçilerin, hegemonik güçlerin sömürüsündeki paylarını geliştirip arttırmaları için kullanıma girmiştir. Dinsel Milliyetçilik biçiminde kapitalist hegemonyacılığa eklemlenir. Yurtsever İslami unsurları Siyasi İslâmcılardan ayırt etmek gerekir. Nitekim bu yönlü anti-hegemonik önderler ortaya çıkmıştır. İslâm Kültürünün homojen olmadığı, sınıfsal ve sosyal durumlara göre farklı tavırların geliştirilmesine açık olduğu anlaşılır bir durumdur. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda bir güç olarak İslâmcılar, anti-hegemonik tavır göstermişlerdir. Sosyalist ve Kürt yurtsever unsurlar gibi yurtsever İslami güçler de Beyaz Türk Faşizmi tarafından tasfiye edilmiştir. Beyaz Türk komploculuğuyla birlikte devlet içinde yurtsever İslâmcıların yeri olamazdı. Bunlar katı laikçilikle (laik dincilik) bir arada yaşayamazlardı. Bu nedenle susturuldular. ABD’nin hegemonik önderliği altında tıpkı diğer anti-komünist kanatlar gibi Siyasi İslâmcılık da yeniden canlandırılmaya çalışıldı. Irkçı Türk Faşizmi gibi bu akım da Demokratik ve Sosyalist Hareketin sıçrama yaptığı 1960’lardan sonra partileşti. Diğer faşist kanatlarla çelişkileri olsa da hepsi ana hedefte birleşiyordu. Onlar da 1970’lerden itibaren iktidarda yer edinmeye başladılar.
Bunda Devrimci Hareketin yükselişinin açık etkisi vardır. Fakat 12 Eylül 1980 darbesini yapan güçlerle ittifaka girebilecek kadar önem kazanmalarında, Afganistan’ın Sovyetlerce işgali ve İran’da yaşanan Şii Devriminin önemli payı vardır. Hem Sovyetler Birliği hegemonyasının kırılmasında hem de İran Devriminin önüne set çekilmesinde yeniden inşa edilecek bir İslami Harekete şiddetle ihtiyaç vardı. Türkiye’de bu model için radikal sayılan Necmettin Erbakan önderliğindeki Milli Görüş Hareketi’nden daha ılımlı görülen unsurlar ayıklanarak ve değişik cemaatlerden kadro derlenerek bir iktidarcı elit grubun devşirildiği anlaşılmaktadır. Turgut Özal’la yapılmaya çalışılan buydu. Fakat hâlâ nasıl ve niçin tasfiye edildiği bir sır olarak duran Turgut Özal’ın, Nisan 1993’te fiziksel ve siyasal olarak tasfiye edilmesi ve Necmettin Erbakan’ın 28 Şubat 1997’de Başbakanlıktan düşürülmesinin ardından, daha sonra kendini AKP olarak şekillendirecek model üzerinde çalışıldığı anlaşılmaktadır. AKP’nin çıkışı, öyle sanıldığı gibi 2001’de değildir; en azından 12 Eylül darbesine kadar giden bir kökeni vardır. ABD Cumhurbaşkanı G. W. Bush döneminde, BOP’un gündeme girmesi, Afganistan ve Irak işgalleri, Türkiye’deki Ilımlı İslâm Projesini yeni bir alternatif haline getirdi. Beyaz Türk Faşizmi laikçi ve eskimiş yapısı nedeniyle kitlelerden tecrit olmuştu. Ayrıca içe kapanmacıydı. Küresel Kapitalizme pek açık değildi. Karşısında ciddi bir sosyalist ve demokratik hareket olmadığı için ABD, bir ırkçı faşizme pek ihtiyaç duymuyordu. Daha da önemlisi, Kürdistan genelinde olduğu gibi Türk egemenliğindeki Kürdistan’da da büyük gelişme sağlamış olan Kürt Demokratik Özgürlük Hareketi, gelişimini sürdürüyordu. Dolayısıyla beyaz ve ırkçı tonlardaki faşist ideolojilerin tecrit olmuş durumu göz önüne getirildiğinde, bir Yeşil Faşist Türk elitine ihtiyaç duyulduğu kendiliğinden anlaşılır.
İslami Kültürün, Kürt Kültürel Kimliğinde önemli rol oynaması da bunda etkili olmuştur. Kürt Toplumunda tarikatçı eğilimlerin yüzyıllardan beri etkili olması, Yeşil Türk Faşist seçeneğini daha kullanılabilir bir argüman haline getiriyordu. Diğer iki kanat faşizminin ordu içinde ve CHP, MHP başta olmak üzere siyasi partilerdeki temsilcileri, içteki bu iktidar kaymasına şiddetle karşı çıktılar. 2001’den 2007’ye kadar dört darbe denemesine giriştiler. Fakat ABD ve AB desteğinden yoksun olmaları, başarılı olmalarına imkân tanımadı. Ayrıca AKP’nin aşırı Küresel Finans Sermaye yandaşlığı tek seçenek olmasını, hatta tek partili iktidar olarak kalmasını pekiştirdi. AKP’nin iktidara gelmesi, devlette Yeni Hegemonik Dönemi ifade eder. Cumhuriyet’in seksen yıllık Beyaz Türk Hegemonyası, yerini yavaş yavaş ve sancılı şekilde Cumhuriyet’in Ilımlı İslâmcı geçinen Yeşil Türk Faşizmine bıraktı. Şüphesiz bu durum, devletin tümüyle fethedildiği anlamına gelmez fakat o yola girilmiştir. Cumhuriyet’in 100. yılı olacak 2023 yılının, bu hegemonya altında karşılanması daha şimdiden açıkça planlanmaktadır.