Topraksız İnsanlar, İnsansız Topraklar (No Man’s Land) dizisi, Suriye savaşını ve Rojava direnişini ele alıyor
Selman Çiçek/Diyarbakır
Rojava ve Şengal’de IŞİD’e karşı destansı bir direniş sergileyen YPJ, Avrupa’daki senarist ve yönetmenlerin dikkatlerini çekmeye devam ediyor. Eva Husson’un yönetmenliğini üstlendiği “Güneşin Kızları” ve Fransız yönetmen Caroline Fourest’ın Soeurs d’Armes’ın (Kadınların Silah Kardeşliği) öne çıkan iki film iken, son olarak dünyada büyük bir izleyicisi olan dijital platform Hulu ve Arte France’nın ortak yapımı No Man’s Land (Topraksız İnsanlar, İnsansız Topraklar) izleyici ile buluştu.
Arte France ve Hulu ortak yapımı dizinin yönetmenliğini Oded Ruskin (False Flag) yaparken, başrollerinde Félix Moati, Mélanie Thierry ve James Purefoy var.
Dizinin ilk sezonu sekiz bölümden oluşurken konusu ise şöyle: Türkiye sınırından Suriye’ye geçerek öldü sandığı kardeşini aramaya başlayan Antoine’ın gözünden Suriye iç savaşı ve Rojava’daki direniş ele alınıyor. Fransa’da yaşayan ve inşaat mühendisi olarak çalışan Antoine, Kahire’de bir terör saldırısında kız kardeşi Anna’nın ölümünden dolayı büyük bir suçluluk duymaktadır. Ancak YPJ’li militanların çektiği ve televizyonda yayınlanan görüntülerinde kardeşini gördüğünü düşünür.
Hikâyesi Paris’te başlayan dizide Antoine, Suriye’ye geçerek kardeşini aramaya başlar. IŞİD’le savaşan bir grup YPJ’li kadın militanla karşılaşıp onlarla birlikte IŞİD’in işgali altındaki bölgede seyahat eder. Dizi, bilindik bir arayış hikâyesinin de ötesine geçerek Rojava direnişi ile IŞİD vahşetini gözler önüne sergilerken bir diğer yandan ise YPJ ve YPG’ye katılan Avrupalıların neden katıldığını ve başta İsrail istihbaratı olmak üzere orada bulundan istihbaratların orada bulunma amaçları sorgulanıyor. Hikâyesi eksik Dizinin İngilizceden çevrilen ismi ise ‘İnsansız Topraklar Topraksız İnsanlar…’ İnsansız topraklar kısmını oldukça iyi görebiliyoruz. Ancak Topraksız İnsanlar, yani Kürtler kısmı ise yeterince işlenmemiş. Kürtlerin büyük direnişi, kahramanlıkları, samimiyetleri dizide oldukça fazla yer alırken neden topraksız olduklarını dizide göz ardı edildiğini söyleyebilirim.
Antione’nin Türkiye’de Kürtlerden konuşmanın tehlikeli olduğunu öğrenmesi, Anna’nın İran’da Kürtlere yapılan zulümleri öğrenmesi topraksız insanlara değinilen sadece birkaç noktadan biri.
Karakterler hikâyesi
Dizinin ilk dört bölümü kardeşini arayan bir adamın hikâyesi iken beşinci bölüm ise Antoine ve Sarya’nın bir yol macerası ile hikâyeye bir es veriliyor. Bu es bize bundan sonra ne olacak sorusunu da uyandırıyor. Dizinin beşinci bölümünde, bir arayış hikâyesi kalarak monotonlaşacak mı yoksa çok yönlü bir karakterler hikâyesi mi olacak sorusunu sordurtuyor. Bu soruya da altıncı bölümde cevap buluyoruz. Antoine aradığı kardeşi Anna’yı Şahmaran olarak buluyor. Bu bölümde ise Anna’nın Şahmaran’a uzanan hikâyesine tanık oluyoruz. Dizinin bir arayıştan çıkıp birçok karaktere odaklanması ve onların hikâyesine tanık olmamız seyir gücünü de hayli artırdığını söyleyebilirim.
Son iki bölüm ise hikâyenin bir sonraki sezonun seyrini veriyor.
Avrupa’dan gelenler
Diziyi genel olarak okuduğunuzda ise birincisi, güçlü bir senaryosu var. Uzun bir süre gözlem yapılmış, hikâyeler, olaylar iyi analiz edildiğini söylemek isterim. Hiçbir şey yapay gözükmüyor. Özellikle YPJ gibi kurumsal yapıların hassasiyeti olabildiğince dikkat edilmiş. Zaman zaman oryantal bakış olsa da bu da olabildiğince minimalize edilmiş. Dizinin bir bölümü hariç bu hassasiyet dikkat edilmiş.
İkinci olarak değineceğim husus, dünyanın dört bir yanından gelen yabancıların YPG ve YPJ’ye neden katıldığı anlatılıyor. Burada diziye dokümanter bir yorum katılması hikâyeyi daha güçlü kılıyor. Buradaki anlatılan hikâyelerden birkaçı da şöyle: Amerikalı Ryan, bir asker. Irak’ta 3 yıl boyunca savaş cephesinde yer almış. Ancak Irak’ta ölen arkadaşlarının boşa öldüğüne inanıyor. Ryan gerçek demokrasi ve özgürlük inancını koruduğu için ve ölen arkadaşlarının ne amaçla öldükleri bilinciyle katılmış devrime. Woody Allen lakaplı İngiliz ise militarizme, devlete inanmayan bir anarşist. İspanya savaşından beri böylesi bir halk devriminin gerçekleşmediğine inanıyor. Bu tarihi Rojava devrimini İspanya Devrimi’nin bir benzeri ve devamı olarak gören bir anarşist ruh olarak katılıyor. Dizinin bir dokümanter özelliği ise savaştaki göç görüntüleri, IŞİD’in insan pazarı ve Rojava’daki tıbbı zorluklar…
Piyano’nun yakılması
Üçüncüsü, dizi tek karaktere ve tek konu üzerinden gitmek yerine Kahire’de kaybolan Anna’yı onu aramaya çıkan Antoine, IŞİD’e sızan Mossad Ajanı Nassar başta olmak üzere birçok karaktere odaklanması sezonu bir günde heyecanla sıkılmadan izlememizi sağlıyor
Dördüncüsü; kahraman-şeytanlaştırma ikilemesinden çok olaylara gerçeğe yakın yaklaşılmaya çalışılmıştır. YPJ’nin destansı direnişini görkemliliği kadar zorlukları da gözler önüne sergilenirken, IŞİD’in vahşiliğini ise sürekli kafa kesme üzerinden değil de bir piyano üzerinden anlatması çok başarılı. İngiltere’de tüm baskılara rağmen Iyad’ın piyanodan vazgeçmezken ancak katıldığı IŞİD’de bir günah aracı olarak piyanoyu görülmesine inandırılması ve onu yakması vahşetin en çıplak halidir.
Avrupa’yı korumak!
Dizinin son olarak değineceğim hususu ise, koalisyon güçlerinin sorgulanması. MOSSAD istihbaratı IŞİD içinde yer alan ajanları Nasser ile konuşması, koalisyonun Suriye’de olma gerekçelerini gözler önüne seriyor. Nasser’ın Kürtlere saldıracaklar demesi önemsiz yerel bilgi olarak görürken asıl bilgi Avrupa’ya yönelik bir saldırı olup olmadığıdır.
Özellikle MOSSAD varlığı ciddiyetle sorgulanıyor. Ortadoğu’da meşhur bir söz var. Hangi taşı kaldırırsan altında MOSSAD çıkar. Bu dizide bunu çok iyi görebiliyoruz. IŞİD’e sızarak onu kontrol altına almak istemesi bize IŞİD’in devletlerin kontrol altına aldığı bir örgüt olduğu mesajını veriyor.