Bölgedeki bütün İslamist yapıların ‘düşman’ olarak belledikleri Rojava modelini yaşatmak, oradaki kazanımlara dünyanın her yerinde sahip çıkmak önümüzde bir insanlık görevi olarak durmaktadır
Ercan Jan Aktaş
Devletin temel karekteri ayrıştırma, şiddet ve de gasp üzerinden kurulu olduğu için, toplumsal barışın gelişmesinin önünde her zaman en temel engel olarak karşımızda durdu. Bu yazı dizisinin önceki bölümlerinde hem toplumsal barışın temel kodlarına hem de devletin temel karekterine dair bir tartışma yürüttük. Dizinin bu son yazısında ise hayatlarımızda devleti nasıl küçülteceğimizi konuşacağız. Zira barışın kendisi çatışma zamanlarının sonlandırılmasından ibaret olmadığı gibi, devlet de hayatlarımızda bir bütün olarak yok olmayacaktır. Devlet engeline rağmen, kendimize dair hayatlar kurmak, toplumsal barışı inşa etmek bu iki temel çatışma alanında kendimize dair olanı ne kadar kurabileceğimiz ile ilgili olacaktır; toplumsal farklılıklara ne kadar dokunabileceğiz, bunlar ile ne kadar bir örgütlenme gerçekleştirebileceğiz?
– IV
Devleti küçülterek hayatlarımızı büyütmek
Günümüzde göreceli olarak Avrupa’da demokrasi ve özgürlüklerden konuşabiliyorsak, bunun en temel nedeni uzun yılları bulan toplumsal mücadelenin kendisidir. Devleti kısmen de olsa toplumsal hayatın dışına itmek örgütlü mücadele ile mümkün olmuştur. Bu örgütlü mücadele devletin yaşamlar üzerindeki tahakkümüne son verebilmiş değil, arada gri bölgeler de olsa, özellikle göçmen karşıtlığı üzerinden örgütlenen aşırı sağ partiler ile hayatlar siyah-beyaz hatlar üzerinden devam ediyor. Yeniden hortlatılan milliyetçi/militer söylem ve politikalar ile sınır güvenliği, aile kutsiyeti üzerinden büyük acılar sonucunda oluşan görece insan haklarını ve özgürlüklerini içeren ‘Avrupa kimliği’ ciddi bir aşınmaya uğramaktadır.
Burada olay sadece aşırı sağın politik söylemleri ve yaklaşımları değil, bir bütün devlet elitlerini oluşturan ‘sosyal demokrat’, merkez, Hıristiyan demokrat ve hatta tıpkı Almanya’da olduğu gibi kendilerini sistem karşıtı olarak ifade eden kimi sol ve Yeşiller’in de mevcut sonuçlar üzerinden bir okuma yaparak pragmatist tavırları ile aynı tehlikeli kulvara düşmeleridir. Anaakım siyaset üzerinden bunlar olurken Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde doğrudan katılım örneklerini görebilmekteyiz. İspanya’da Marinaleda örneği, Fransa Lyon’daki toplumsal ekoloji aktörlerini, Pyrénées’lerdeki komünleri, Notre-Dame-des-Landes ‘da ki ZAD deneyimlerini sayabiliriz.
Siyaset yapma halini parti adiyeti üzerinden çıkarıp, bir şekilde herhangi bir parti ile organik bir bağı olmayan, sisteme küsmüş, ya da bir beklentisi olmayan, bir şekilde başka başka aidiyetler üzerinden gündelik hayatın çok başka alanlarından dolayı bir mücadele içinde olanları kapsaması durumunda ne tür sonuçların yaşanabileceğine son iki örnekte Fransa’daki seçimlerde gördük. Bu alanları biraz daha zorlayarak tolplumsal konularda, çevre ve toplum ikileminden çok yaşama dair mikropolitik siyaset kanallarına yönelme durumunda yeni toplumsal dinamikler ortaya çıkabilmektedir. Temel ilkeleri müşterek öznelerin özerkliğine de vurgu yaparak bu geniş kesimleri daha etkili şekilde bu siyasetin bir parçası haline getirmek mümkündür.
Avrupa’da bunlar olurken, Ortadoğu için gerçekler çok daha zorlu bir tabloya işaret ediyor, zira erkek egemen militer sistem tarafından toplumsal hayatın hemen hemen bütünü büyük bir kuşatma altındadır. İnsanlığın en doğalında sahip olduğu bütün aidiyetleri erkek egemen militer sistem tarafında bu coğrafyada ayrışma ve çatışma sebepleri haline getirilmiştir. Bu coğrafyada yaşayan halklar bunun ağır bedellerini yaşamaya devam etmektedirler.
Ortadoğu’da Rojava anayasası dışında şimdiye kadar bir toplumsal sözleşme yapılmadı. Ancak bütün farklılıklar ile bir arada eşit ve özgür bir yaşam için bir toplumsal sözleşmenin/toplumsal barış metninin olması devletin etkisini küçültecek temel çalışmalardan bir tanesi olabilir. Toplumsal sözleşme derken ne anlamak lazım? Basitçe ifade etmek gerekirse toplumsal sözleşme/toplumsal barış metni; “ırk, inanç, cinsiyet, cinsel kimlik ve yönelim ne olursa olsun, bütün insanların bir arada kendi farklılıkları ve örgütlenmeleri ile var olup ortaklaşa bir hayat yürütmeleri”ni içermelidir. Birbirimize karşı olan toplumsal sorumluluklarımıza dair üstü kapalı veya zaman zaman açık mutabakattır.
Rojava Toplumsal Sözleşmesi, Rojava olarak bilinen ve özerkliğini ilan eden bölgesinin geçici anayasasıdır. Rojavalıları temsil eden Demokratik Birlik Partisi’nin 29 Ocak 2014 tarihinde Suriye devletinden özerk olduğunu ilan etmesiyle kabul edildi. “Din, dil, ırk, inanç, mezhep ve cinsiyet ayrımının olmadığı, eşit ve ekolojik bir toplumda adalet, özgürlük ve demokrasinin tesisi için. Demokratik toplum bileşenlerinin siyasi-ahlaki yapısıyla birlikte çoğulcu, özgün ve ortak yaşam değerlerine kavuşması için. Kadın haklarına saygı ve çocuk ile kadınların haklarının kökleşmesi için. Savunma, özsavunma, inançlara özgürlük ve saygı için. Bizler demokratik özerk bölgelerin halkları; Kürtler, Araplar, Süryaniler (Asuri ve Arami), Türkmenler ve Çeçenler olarak bu sözleşmeyi kabul ediyoruz,” ifadeleri bir toplumsal sözleşme için güçlü bir içeriğe sahiptir.
Anayasanın 12. maddesinde, merkeziyetçi olmayan bir federal yönetim sistemine örnek olacağı belirtilmektedir. Ortadoğu’da şimdiye kadar kurulan bütün sistem halkların ve inançların inkar ve imhası üzerinde kurulurken Rojava Toplumsal Sözleşmesi bölgede yaşayan bütün halk, aidiyet ve inançları gören bir noktada yazıldı. Kürtler, Araplar, Süryaniler (Keldani ve Arami), Türkmenler, Ermeniler ve Çeçenler’i demokratik özerk bölgelerin halkları olarak tanımlayan anayasanın çeşitli maddelerinde azınlık hakları, cinsiyet eşitliği ve demokratik konfederalizme değinilmektedir.
Toplumsal Sözleşmede geçen ‘azınlık hakları’, ‘cinsiyet eşitliği’ ve ‘demokratik konfederalizm’ ifadeleri ilk kez bu coğrafyada bir toplumsal sözleşme/anayasaya metninde yer aldı. “Demokratik Özerk Bölge Yönetimleri; ulus-devleti, askeri ve dini devlet anlayışını, aynı zamanda merkezi yönetimi ve iktidarı kabul etmez,” ifadeleri devrimsel niteliktedir. Dünyanın her yerinden erkek egemen militer sistem karşıtları Rojava modelini heyecanla ve yakından izliyorlar. Burada insanlık için bir umut görüyorlar. Ancak bu ‘umut hali’ devletler ligini son derece rahatsız etmiş olmalı ki, Rojava’daki sistemi ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yapmaya devam ediyorlar. Bölgedeki bütün İslamist yapıların ‘düşman’ olarak belledikleri Rojava modelini yaşatmak, oradaki kazanımlara dünyanın her yerinde sahip çıkmak önümüzde bir insanlık görevi olarak durmaktadır.