Gazetemizin sorularını yanıtlayan HDP Milletvekili Dersim Dağ, tecrit politikasında ısrarcı olmanın savunulacak hiçbir tarafı olmadığını, tecride karşı durmanın insanlığı savunmak, demokrasi ve hukuku savunmak olduğunu söylüyor
Hüseyin Kalkan
Tutukluların tecride ve cezaevi koşullarına karşı başlattığı açlık grevi bir ayı geride bıraktı. Talepler ise yasaların herkese tanıdığı hakların PKK Lideri Abdullah Öcalan ve kendileri için uygulanması. HDP Milletvekili Dersim Dağ, tecridin Öcalan şahsında bütün Kürt halkına uygulandığını belirterek, tecridin bir insanlık suçu olduğunu söylüyor. Dağ, tecridi ve tecride karşı başlatılan açlık grevlerini şöyle değerlendiriyor: “Öncelikle şunu söylemek gerekir ki tecrit bir insanlık suçudur, nerede olursa olsun, kim tarafından veya hangi güçler tarafından uygulanırsa uygulansın asla meşrulaştırılacak bir tarafı yok ve olamaz. Ezelden beri muktedirlerin halklara uygulamaya çalıştığı sindirme politikalarının, halkları sessiz bırakmanın, mücadelelerini kırmanın adı ve yöntemidir tecrit.
Kişiye, kişilere veya bir bütünen halka uygulanan sistemli bir sindirme politikası ve zamana yayılmış bir öldürme politikası olan tecride karşı vicdan sahibi herkesin karşı durması gerekmektedir. Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit tüm ağırlığı ile devam etmektedir, bu tecrit sayın Öcalan şahsında tüm Kürt halkına uygulanmaktadır.”
Öcalan’ın Ortadoğu’da barışı sağlayacak yegane kişilerde biri olduğunu söyleyen Dersim Dağ, Öcalan’ın bu vizyonu ile ilgili şunları belirtiyor: “Sayın Öcalan’ın halklara sunduğu vizyon ve paradigma ile barış ve demokrasinin tesisi mümkündür,
Rojava bunun en net ve somut örneğidir. Halklar üzerinde böylesi etkiye sahip bir kişi üzerinde tecrit politikasında ısrarcı olmak savaşta ısrar anlamına gelmektedir. Dediğim gibi savunulacak, meşrulaştırılacak hiçbir tarafı olmayan tecride karşı durmak insanlığı savunmaktır, demokrasiyi, hukuku savunmaktır.”
Meşru talepler
Türkiye’de birçok cezaevinde yüzlerce tutuklunun tecride ve cezaevindeki ağır koşullara karşı bedenini açlığa yatırmış olduğunu söyleyen Dersim Dağ, iktidarın yasalardan kaynaklanan hakları tanımamak zorunda olduğunu belirtiyor. Dağ sözlerini şöyle sürdürdü: “Yüzlerce mahpusun bu direnişi meşru ve haklı talepler üzerinden gelişmektedir. Mahpusların bu eylemleri ile iktidar eliyle gasp edilmiş haklarını istemektedirler. Uygulanan tecridin, ve cezaevlerindeki şartların hiçbir hukuki dayanağı bulunmamaktadır. İktidar yıllardır mahpuslara karşı ağır suçlar işlemektedir. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit, ağır cezaevi koşulları, hasta mahpuslar, cezaevlerindeki işkenceler ve daha yüzlerce hukuksuzluk buna örnek gösterilebilir. Cezaevleri ölüm evlerine dönüşmüş durumda, neredeyse her gün tabutlar çıkmaktadır. Bu hukuksuzluğa karşı sürdürülen eylem; adalette, barış ve çözümde ısrar etmektir.”
Cezaevlerinde sürdürülen eylemlere yeterli desteğin verilmediğini belirten Dersim Dağ, Hallacı Mansur’a atıfla sözlerini şöyle sürdürüyor: “Halac-ı Mansur ‘Cehennem acı çektiğimiz yer değil, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir’ der ve onun bu sözü Türkiye’deki tecridin durumunu ve ona karşı yüzlerce kişinin sessiz çığlığını özetler niteliktedir. Şu an cezaevlerinde sürdürülen eyleme dışarıdan gereken destek verilmemektedir, hepimizin bu konuda kendine dönüp özeleştiri vermesi gerekmektedir. Mahpusların bu sessiz çığlığına ses olmak, tecridi kırmak, halklara barış, demokrasi ve özgürlüğü sunmak noktasında neden yetersiz kaldığımızı irdelememiz gerekmektedir. Evet dışarıda eylemsellikler mevcut ama yetersiz kalmaktayız, mahpusların bu çığlığını duyurmak ve isteklerinin bir an önce yerine getirilmesi için gereken mücadeleyi vermeliyiz. Bu görev ve sorumluluk vicdan sahibi her yurttaşın, insan hakları savunucuların, demokrasi mücadelesi yürüten kurum ve kuruluşların, siyasi partilerindir, yani bir bütünen tüm toplumun sesini yükseltmesi gerekmektedir.”
Annelerin görkemli direnişi
Dersim Dağ, HDP milletvekilleri Tayip Temel ve Murat Sarısaç ile birlikte 2018 yılında başlatılan açlık grevlerine destek için katılmışlardı. O dönemki açlık grevi taleplerin kabul edilmesi ile birlikte sona ermişti. Dağ, o zamanki açlık grevleri ile ilgili şunları söylüyor: “Benim de içinde yer aldığım 3 binden fazla kişinin katıldığı yaklaşık 200 gün süren açlık grevi eylemi bir şekilde başarıya ulaşmıştı. Tabi zor bir dönemdi, bildiğiniz gibi o eylemde 8 yoldaşımız yaşamını yitirdi, bir kez daha anıları önünde saygı ile eğiliyorum. Tecridin kaldırılması gibi meşru bir talep için binlerce kişinin aylarca bedenini açlığa yatırması, 8 canın bu uğurda hayatını kaybetmesi iktidarın gayri hukukiliğini, zalimliğini açık bir şekilde gözler önüne sermişti.”
Beyaz Tülbentli annelerin eylemlere verdiği desteğe ayrı bir başlık açan Dersim Dağ, sözlerini şöyle sonlandırıyor: “Ama o eylemsellik aynı zamanda Kürt halkının mücadele gücü ve azmini, kararlılığını, her şartta ve koşulda faşizme karşı nasıl bir duruş sergilediğini gösteren bir eylemsellikti. Beyaz Tülbentli annelerin görkemli direnişi ile kazanılan ve yıllardan sonra tecridi kıran bir eylem oldu. Bizler her daim muktedirlere karşı mücadele veren ve bu mücadelede mutlak zaferi kendine şiar edinen bir halkız, hiçbir zaman bu mücadeleden vazgeçmedik ve vazgeçmeyeceğiz de.”
Açlık grevi bir ayını doldurdu
Cezaevlerinde, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve ihlallerin son bulması talebiyle başlatılan açlık grevi eylemi, 1. ayını geride bıraktı.
Koronavirüsü (Kovid-19) salgını dolayısıyla “önlem” adı altında uygulanan kısıtlamalar ile hak gaspı ve ihlallerin arttığı cezaevlerinde, bir ayını geride bırakan açlık grevi eylemi var. Tutuklularca başlatılan süresiz-dönüşümlü açlık grevi, 27 Kasım’da başladı. Tutukluların talebi ise salgın ile birlikte katlanan hak ihlallerinin son bulmasının yanı sıra PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit politikasına son verilmesi.