Topraktan kopan insan, öz kültüründen, kök kültüründen kopmuş demektir; bu da savunmasız kalmış toplum anlamına gelir ki, her türlü müdahaleye açık kadavra durumundadır. Şehirleşme adı altında topraktan kopma bu süreci başlatan etmenlerin başından gelir
Zeynel Kete
“İnsan topraktan var olmuştur. Toprak gibi mütevazi olmazsa insanlıktan çıkar.” (Sadi Şirazî)
Bir yerde doğaya tahakküm varsa; mutlaka oradaki insanlar zulüm altındadır, sömürülmektedir.
Nedir toprak gibi mütevazi olma? Mutevazi olmak: çözümlü kişilik, doğa ve toplumla uyumlu, ikrarlı ve homojen olma durumudur. Rıza toplumunda doğa tahakküm altında değildi, doğa nesne değil kendisidir. Doğa ve toplumla ikrar ve rızalık esası üzerine yaşam; sade, arınmış, aklı pak, zihni pak ve rolsüzdür. İnsan doğaya öykünmüş, özellikle kadın doğaya çok benzetilmiştir. Doğa ile kurulan ikrarlı ilişki bütünleşme, dostluk, kutsallık esası üzerinedir, ruhsal bir ilişki vardır.
Doğal kaynaklarımızı bilmezsek kendimizi tanımlayamayız. Öz kaynağımız rıza toplumu (doğal toplum) perspektifidir. Rıza toplumu, toplumsallık üzerine kuruludur. Ekonominin doğuşu da doğrudan toplumsallık ile bağlantılıdır. Kominal yaşam değerlerine baktığımızda ekonominin ilk oluşum öyküsüne ulaşırız. Topluluğun varlığını, birliğini devam ettirmesi için gerekli olan beslenme, savunma, barınma durumları komin ilişki içinde sağlanırdı. Bu ilişki ağı eşitlik, rızalık, uyum, adalet, empati, katılımcılık, vicdan, doğa ile sadık yâr olma gibi değerleri esas alırdı. Bu değerler aynı zamanda ekonominin oluştuğu ilk faaliyetleri de kapsar. Bu hakikatin sunucudur ki, binlerce yıldır rıza toplumunda emek, üretim, üretilenin paylaşılması, tüketim, üretim araçları, üretim ve üreyim zamanları, mekanlar, toplumda kutsal olarak kabul edilmiş ve toplumsal ritüellerle günümüze kadar devam ettirilmiştir.
“Ahlâk, toplumsal yaşamda olduğu gibi ekonomi faaliyetlerinin de temel ilkesi olarak yerini alır. Ekonominin üç süreci olan üretmek, ürettiğini bir başkasına iletmek ve tüketmek bu ahlâkî ilkelerle şekil alır.” Toplumsallık ilişkisinin esas olduğu dönemlerde ekonomi faaliyetleri, dayanışma, cümle canın hakkının gözetilmesi, doğan her canın doyum hakkının gözetilmesi, hediye, kurdun kuşun, yerin göğün, bitkilerin hakkı gibi doğa ve toplum bütünlüğünün korunmasını ve yaşamın sürekliliğini içeren faaliyetlerin tümünü kapsardı.
Maddi ve manevi kültürde en köklü devrim tarımdır. Kelime olarak “Tarım” sözcüğü ile kültür sözcüğü arasında bir ilişki vardır. Bundan dolayı “Tarım” devrimi kavramı kullanılmaktadır. İnsan toplumu esas olarak tarım etrafında şekillenmiştir. Tarımsız toplum düşünülemez.
İktidarın denetimindeki bilimcilik ile Endüstriyalizm ne kadar gelişirse gelişsin tarımsız toplumların var olamayacağını, tarımın stratejik bir silaha dönüştüğü 3. dünya savaşının bir devamı olan Ukrayna- Rusya savaşında net olarak görüldü. Savaşa bir şekilde katılmayan ülkelerde gıda ve birçok alanda etkilendiğini gördük.
Ekonomik ilişkiler ahlâkî zeminden uzaklaşıp rant ilişkisine dönünce başta enerji olmak üzere, tarımsal üretim için gerekli olan girdilerin kapitalist modernist piyasaların tekelinde olmasının toplum için nelere mal olacağını net olarak gördük. Binlerce yıllık birikimleri ile toprakla maddi, manevî ilişki kuran, tarımsal üretimi bugüne taşıyan, çar anasırı Hak bilip ikrarla bağlı olan, “toprak mülk değil Hakkın varlığının cemalidir” diyen köylüler sistemin dışına itilince ekonomik ilişkilerde kaos ve kriz hali devam edecektir. Savaş bu kriz halini her zaman derinleştirmiştir. Yaşanan kıtlık doğanın hakikati değildir, kapitalist uygarlık güçlerinin toplum kırım siyasetinin, topraktan uzaklaştırmanın bir sonucudur. Demokrasinin olmadığı bir toplumda, demokratik işleyen bir ekonomiden bahsedilemeyeceği gibi ekonomi sisteminde demokrasi zayıfsa eşitlikten, özgürlükten, bağımsızlıktan bahsedilmez.
Topraktan kopan insan, öz kültüründen, kök kültüründen kopmuş demektir; bu da savunmasız kalmış toplum anlamına gelir ki, her türlü müdahaleye açık kadavra durumundadır. Şehirleşme adı altında topraktan kopma bu süreci başlatan etmenlerin başından gelir. Savaş bu mecburî göçlerin en büyük nedenidir. Topraktan, doğadan kopmak aynı zamanda demokratik öz kültürden uzaklaşmayı, yabancılaşmayı beraberinde getirir. Tarım toplumsal örgütlenme gerektiriyor. Örgütlülük ve bilinç toplumsallık gerektirir. Günün şartlarına göre bunun araçları ve teknoloji yaratılır. Bilinçli tarım her yönüyle var olma durumudur. Vardan var olmak topraktan var olmak anlamına gelir. Günümüz insanları topraktan var edemedikleri için var olamıyorlar.
Nan’a (ekmeğe) muhtaç olmak, doğanın hakikati değildir; bu durumun haklı hiç bir gerekçesi olamaz, İttifakla sağlanan bir uygarlığın; sınıflı erkek egemen anlayışın bir sonucudur.