Olayları, olguları, kavramları, ilkeleri, duyguları sömürmek, zıtları çarpıştırmak ve çelişkilerden hayâsızca yararlanmak AKP siyasetinin özü ve özetidir. AKP, kurulduğu günden beri kendi çıkarı için “bin bir surat”a büründü. ABD’ye “Sizin çıkarlarınızı en iyi biz savunuruz” diyerek BOP yürütücülüğüne girişti. AB’ye “ordu vesayetini tasfiye etme, liberal özgürlükler” vadederek uzun yıllar AB’ye tam üyelik hayali pazarladı. Ordu elitlerinin karşısına liberal entelijiansın desteğiyle “Genç Sivilleri” çıkardı. Kürt sorununda çözüm derken kalekolları tahkim etti, KCK operasyonlarıyla Kürt siyasetçileri esir aldı. Üniversitelerde türban serbestliği konusunda herkesi özgürlükçü olmaya davet ederken etek boyu, bıyık şeklini belirleyen yasakçı kıyafet yönetmeliği yayınladı. Milliyetçilere “terörle mücadele” dedi. Yargı bağımsızlığını tartışmaya açtıktan sonra yargıyı ele geçirdi. Basın özgürlüğü tartışması merkez medyanın tamamının “havuz medyasına” aktarılmasıyla son buldu.
Sistem her teklediğinde, RTE de kürsüden “Tek millet, tek devlet, tek din, tek mezhep, tek dil…” diyerek teklemeye başlıyor; sistem muhalefeti, kendisi bilhassa AKP’den ayrışma üzerinden bir hegemonya alanı kurmak yerine, AKP’nin ideolojik hegemonya alanında “milli çıkarlar” ya da “terörle mücadele” konularının öz/hakiki cengaverlerinin kendileri olduğunu ispatlamanın AKP’ye muhalefet etmek olduğunu düşündüğünden, tıpkı Kafka’nın Dönüşüm romanında olduğu gibi, hikayenin sonunda süpürge-faraş marifetiyle süpürülüp atılacak olan bir böceğe doğru metamorfoz geçiriyor.
Tüm bunlara rağmen rejim güçlerinin maşallah dediği bebek üç ay yaşamıyor. Ele geçirdiği kurum, kuruluşlar bir süre sonra kabağa dönüşüyor. Havuz medyasına Doğan medyasını iliştirmek de istenen sonucu vermedi, vermiyor. Milyar dolar değerindeki gazete ve televizyon kanallarının, rejimin denetimine geçtikten sonra itibarları sıfırlanıyor. İşsiz bırakılan, kovulan gazetecilerin bireysel olarak kurduğu düşük bütçeli yayınlar hızla merkez medyasının boşalttığı alanı dolduruyor. Rejimin büyük paralarla başaramadığını “bir kamera, bir tripod, sosyal medya hesabı” ile üç beş gazeteci başarıyor.
Oda Tv’nin başlattığı “fon alan basın kuruluşları” kampanyası AKP’ye atılmış gol pası. Saray’ın çok maaşlı propaganda memuru Fahrettin Altun’un çivileme konuya dalışı, RTÜK’ün “milli medya” yaratmak için çalışmalara başlandığını ilan etmesi, A Haber düzenbazlığı dışında bir basına nefes aldırılmayacağını gösteriyor.
AKP’nin “takrir-i sükûn” yasası hazırlığı için başlattığı fon tartışmasına dâhil olan kimi muhalif çevrelerin hazırlanan yasaya meşruiyet yarattıklarının farkında olmamaları ayrı bir trajedi. Yıllardır Uluslararası Projeleri fondipleyen yandaşların fon alımı üzerinden “emperyalizm” yaygarasına kulakları kapatarak, bu konudaki ilkesel tutumu kendi aralarında yürütmeleri en sağlıklısı gibi görünüyor. Ancak her konuda olduğu gibi Kürtlerle, HDP ile araya konulan mesafe Saray’la olan yakınlığın ölçütü olmaya devam ediyor. Pratik demokrasi mücadelesinin dışında “steril muhalefet” peşinde koşanlar AKP’nin kendilerine tahsis ettiği oyun alanlarında zaman öldürüyorlar.
Rejimin ayakta kalmak için iki temel planı var. HDP’yi minder dışına atmak ve “Konuşanı alın” özlü sözünde olduğu gibi muhalif potansiyeli taşıyan yazılı, sözlü bütün alanları mühürlemek. Plan çok basit ama uygulamak hiç de basit değil. Bir tarafta öldürmekle, tutuklamakla bitmeyen HDP, diğer tarafta rejimin çatlaklarında yeşeren, tutuklamalara ve ölüm listelerine alınmış olunmalarına rağmen gazetecilikte ısrar eden basın emekçileri. HDP’yi kapattırmamak, basını susturtmamak mücadelenin ana eksenini oluştururken, muhalif maskesiyle dolaşan şovenlerin maskesini düşürmek rejimin ideolojik hegemonyasını kırmak açısından önem taşıyor.