İktidarın sınırsız yetki verdiği polis ve bekçi şiddeti bayramda zirve yaptı. Gazetemize konuşan siyasetçiler ve insan hakları savunucuları, işkencenin sistematik, bilinçli ve iktidarın emriyle yapıldığını, muhalefetin harekete geçmesi gerektiğini belirtti
Elif Aydoğmuş/Yadigar Aygün-İstanbul
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 2006 yılında bölgedeki halkın eylemleri sırasında “Kadın da olsa çocuk da olsa gereken yapılacaktır” sözleri, son dönemde giderek artan polis şiddeti nedeniyle yeniden akıllara geldi.
Koronavirüs nedeniyle uygulanan sokağa çıkma yasaklarını da kendine gerekçe yapan polis, bir gün kapısının önünde oturan yurttaşa, diğer gün motoruyla yolda giden kuryeye, başka bir gün sitede oynayan çocuklara işkence yapıyor. Bu liste böyle uzayıp giderken İçişleri Bakan Yardımcısı ve Bakanlık Sözcüsü İsmail Çataklı, polis ve bekçilerin şiddetini meşrulaştıran bir açıklama yaptı. Açıklamada Çataklı şöyle söylüyor: “Henüz doğruluğu bile tespit edilmemiş bazı görseller üzerinden, kim oldukları ve maksadı tarafımızca bilinen bazı çevrelerce yıpratılıp linç edilmesine hukuk çerçevesinde mani olmak, bu köklü kurumlarımızın itibarlarını korumak ve millete hizmet etmelerinin önündeki art niyetli her türlü engeli kaldırmak, elbette ki önceliklerimiz arasındadır.” İktidar korudukça artan polis ve bekçi şiddetine ilişkin kendisi de polis şiddetine maruz kalan HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, DEVA Partisi kurucularından Ahmet Faruk Ünsal, İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri ve Avukat Gülizar Tuncer ile konuştuk.
‘Beka söylemi kalkan yapıldı’
DEVA Partisi kurucularından Ahmet Faruk Ünsal, devletin polis eliyle pervasız şiddetinin 2013 Gezi Parkı olaylarıyla daha çok yayılmaya başladığını belirterek, “Hatırlarsınız gaz kapsülleriyle insanlar hayatlarını kaybettiler. Bunların en sembolik olanlarından biri 14 yaşında Berkin Elvan’ın ölümüydü. Cumhurbaşkanı bu olayda polis destan yazdı diyerek, Berkin Elvan’ı ve annesini hedef göstererek yuhalatmıştı. Bu polisin aşırı şiddet kullanımını meşrulaştırdı” dedi. Gezi olaylarından sonra Türkiye siyasetine “beka” söyleminin hakim olduğunu hatırlatan Ünsal, şöyle devam etti: “Eğer beka problemiyle karşı karşıyaysak orada doğal olarak hukuki sınırları iyice daraltılır. İdarenin güç kullanma sınırları iyice açılır. O durum muhalif gözüken herkesin bekaya sarılıp düşman gibi algılanmasına sebep olur. Dolayısıyla bu söylem kendisini tehdit altında hisseden iktidarı aslında elini iyice güçlendiren bir söylem. Mahkemelerde bağımsız yargı kurumları da yok. Denetim de olmayınca, her muhalifin canının tehlikede olduğu sokakta yürüyemeyeceğimiz bir ülke haline gelmiş oluyoruz.”
‘İtiraza tahammül yok’
Adana’da polisin dur çağrısına uymadığı gerekçesiyle kalbinden vurulan 17 yaşında Suriyeli Ali El Hemdan’ı da hatırlatan Ünsal, “Nihayetinde kamu gücünü kim kullanıyorsa muhalefeti bir beka gibi algılayıp devlet pratiği yukarıdan aşağıya inşa edildi. Bu pratiği böyle inşa ederseniz sokaktaki bekçi, polis de sıradan bir itirazı kendi otoritesine beka saldırısı gibi algılıyor. Bakın burada medya, STK ve yargı bağımsızlığı yoksa bu tür keyfi şiddet kullanımları olmaya devam edecek. Hepimizin canının tehlikede olmasını engelleyecek mekanizmalar maalesef ortadan kalkmış durumda. Bu tür haberler ağırlıklı olarak muhalif medyada yer alıyor. Merkez medyanın da bu tür haberlere yer vermesi gerekiyor. STK’ların sürekli bunu gündemde tutması lazım. Başka bir yolu yok” diye belirtti. Ünsal, yargının baskı altında olduğunu ve bu tür olaylarda hukuki, insani ve vicdani motivasyonu ikinci planda tuttuğunu söyleyerek, “Yapılacak şey inatla, ısrarla bu tür mevzuları gündemde tutmak, uluslararası kurumlara sürekli bilgi vermek. Bunlar olursa geç de olsa netice alınabilir” dedi.
‘Susunca sıra sana da geliyor!’
Geçtiğimiz günlerde kayyum gaspını protesto etmek isterken polis şiddetine maruz kalan HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu da, “İnsanların önüne sınırsız güç yetkisi verirseniz bu olaylar her yerde olur. Polis üstün yetkilere sahip olduğunu düşünüyor ve bunu sonuna kadar kullanıyor. Çünkü Türkiye’de diğer ülkelerden farklı olarak polis kanunlarla sınırsız yetki sahibi” diye konuştu.
Bölge’de uygulanan sokağa çıkma yasağı dönemindeki polisin kontrolsüz yetki kullanımına dikkat çeken Gergerlioğlu, şöyle devam etti: “Polise o dönemde makul şüphe yetkisiyle istediğini yapabilirsin denilmişti. Bunlar çözümsüzlük hazırlığıydı ve iktidar tarafından polise de üstün yetkiler veriyoruz denilmişti. O dönemde çok uyarmıştık. Gelinen noktada artık muhalif ya da ideolojisi falan önemli değil. Kuryeyi çeviriyor ve onun kimliğine, ideolojisine hiçbir şeyine bakmıyor. Yurttaşı artık karşılarında bir böcek gibi görüyorlar. Bunun kim olduğunun önemi yok. Evinin önünde oturan adam polis şiddetine maruz kalıyor. O şiddeti artık her kesim görüyor ve hissediyor. Topluma dün sustun şimdi sıra sana geldi demek lazım. Toplum artık itiraz edebilmeli. Bunun önüne geçmek için tüm toplumun demokrasi talep etmesi gerekir.”
‘Yurttaş haklarını bilmeli’
Yurttaşın haklarını bilmesi bu konuda bilinçlendirilmesi gerektiğine işaret eden Gergerlioğlu, “Polistir gerekirse dayak atar anlayışı olmamalı. Yurttaş bunun karşısında muhakkak durmalı. Hakkını aramalı. Vatandaş cesur davranmalı ve hakkını koruyup ‘neden vuruyorsun’ diye sorabilmeli. Sivil toplum bilincini gösterebilirse bu olayların önünü kesebiliriz” diye belirtti.
‘İktidar şiddete özendiriyor’
İHD İstanbul Başkanı Gülseren Yoleri de, Türkiye’de insan haklarının, demokrasinin her geçen gün gerilediğine dikkat çekerek, baskı rejiminin giderek arttığının altını çizdi. Yoleri, “Derneğimize polis şiddetiyle ilgili yapılan pek çok başvuru var. Polisin hiç gerek olmayan anlarda dahi sürekli ve aşırı güç kullandığına dair pek çok şikayet söz konusu. Polis şiddeti artık saklanamaz bir noktada” dedi.
Yoleri, polis ve bekçilerin toplumda sistematik olarak uyguladığı şiddet karşısında cezasızlık politikasının hakim olduğuna özellikle vurgu yaparak, AKP’nin kendi iktidarını korumak için şiddet aygıtlarını ve araçlarını daha fazla kullanmaya başladığını söyledi. Yoleri, “Polisin bu kadar aşırıya kaçma hakkını kendisinde görüyor olması iktidarın insan haklarına ve demokrasiye bakışını gösteriyor” dedi. Yoleri son olarak iktidarın şiddet olayları karşısında kamuoyuna yaptığı açıklamaların şiddete özendirdiğini belirterek, “Sistemi sorgulamadan şiddete çözüm bulma şansımız yok” dedi.
‘Muhalefet harekete geçmeli’
Avukat Gülizar Tuncer ise sokaktaki şiddetin üç beş polis ya da bekçinin işi olmadığını, bunun merkezi politika sonucu olduğunun görülmesi gerektiğini özellikle belirtiyor. Tuncer, şöyle devam ediyor: “Devlet artık bekçi, polis, asker eliyle yürüttüğü şiddetin herkesi kapsayabileceğini, yalnızca ‘terörist’ olarak tanımladıkları insanları değil, sıradan vatandaşları da hedef alabileceğini, yani herkese her türlü kötülüğün yapılabileceğini, bunun karşısında da ses çıkarılamayacağını göstermek istiyor. Bu yüzden evinin önünde çocuğa ters kelepçe takıp darp ederek gözaltına alabiliyor, bahçesinde oturan yaşlı kadına, ekmek almaya giden insanlara, sokakta bulduğu herkese küfür, hakaret ve tehditlerle saldırarak istediğini gözaltına alabiliyor. İçişleri Bakanlığı, valilikler ve emniyet müdürlüğünün açıklamaları da gösteriyor ki bu bilinçli bir tercih olarak bundan sonraki süreçte de devam ettirilecek.”
Tuncer son olarak muhalefet güçlerini işaret ederek, “Artan bu şiddet olaylarına karşı muhalefet cephesinde yer alan tüm güçler ne yapılması gerektiğine bir an önce karar verip harekete geçmeleri gerekiyor” diye konuştu.