Anı anına tahminler yapılıyor. Sonunda olaylar Şam’ın kapısına kadar geldi. Suriye’deki iç savaş son aşamasına gelip dayandı. Yakında Şam’da kimin oturacağı belli olacak. Böylece Esad çizgisi mi, yoksa yeni eksende birisinin mi yönetime geleceği ortaya çıkacak. Suriye, Esad yönetimiyle “direniş ekseni”nin önemli bir ülkesiydi. Fakat artık bu ayak çöktü…
Arap isyanlarıyla başlayan bir dönem kapanmak üzeredir. On üç yıl önce bölgeyi bambaşka bir yöne götürebilecek Arap isyanlarının bastırılması sırasında Mısır’da Tahrir “devrimi” müslüman kardeşler tarafından çalındı. Ardından Sisi’nin darbesiyle ezildi. Yine emperyalizme karşı bir biçimde çıban başı gibi duran Libya parçalandı ve hala süren bir iç savaşın içinde yaşıyor. Aynı yıllarda Libya’nın benzeri bir akıbet Suriye’ye dayatılmıştı. Olmadı. İŞİD’in saldırısı sırasında temmuz 2012’de Rojava devrimi yaşandı. O cehennem günlerinde Rojava devrimi farklı özellikleriyle isyan günlerinde yeni bir enerjinin kaynağı oldu.
Ancak bölgede isyan bastırma dönemi devam etti ve İbrahim anlaşması ile 2020 Eylülünde tam sonuçlandırılmak üzereyken Hamas’ın 7 Ekim saldırısı çıkageldi. Aksa Tufanı sadece Hamas’ın değil, “direniş ekseni” denen İran, Suriye ve Hizbullah’ın yer aldığı bir odak noktasının varlığına bağlanan bir eylem oldu. O günden beri bölgedeki kıyamet, Arap isyanlarından kalan bu direniş hattının tasfiye edilmesi için yaşanıyor. İsrail’in vuruculuğunda tüm Batı dünyasının desteğiyle bu yıkım savaşı sonunda Şam’a kadar ulaştı.
Her şey “İsrail’in güvenliği” için! Elbette aynı zamanda batı dünyasının ve özellikle ABD’nin bölge çıkarlarının korunması için! İsrail’in soykırıma varan katliamı tüm dünyanın gözleri önünde yaşandı. Temel hedef İsrail’in güvenliği olduğuna göre Suriye sonrası İran’ın hedef olması kesindir. Bunun bölge için çok daha büyük bir kıyamete yol açması kaçınılmazdır. Yakın gelecek böyle bir olasılıkla yüklüdür.
HTŞ’nin hızla ilerleyebilmesi sadece onun gücünden kaynaklanmıyor, on yıldır Suriye’nin çok yorulduğunu ve çürüdüğünü gösteriyor. Ülkeyi İran, Hizbullah ve Rusya’nın koruması geçici olarak bir sonuç yaratmasına rağmen, aynı zamanda rejimin çürümesinin yollarını da döşemiş. Elbette savaşın yanında ABD’nin yaptırımları yıkımda önemli rol oynamıştır.
HTŞ’nin ilerlemesine nereye kadar yol verilecek, gelişmelerin gelip dayandığı nokta budur. Doha pazarlıklarından sonra İran “meşru muhalefetle Şam’ın görüşmesi” gerektiği açıklamasını yaptı. Bu konuda mevcut güç dengelerinde en ağırlıklı söz ABD’den gelecektir.
Bugüne kadar yaşananlara bakıldığında Batı dünyası HTŞ ve Colani’yi vitrine hazırlıyor. HTŞ’nin esnek açıklamaları sadece bir vitrin hazırlığı mıdır? Bu çok geçmeden ortaya çıkacaktır. Bu konuda PYD’nin HTŞ konusunda “olumlu” açıklamaları önemlidir. ABD açısından bütün bu yaşananların temel zemininde İsrail’in güvenliğinin durduğu çok açık olsa da, bu bakış açısından ne bölgedeki ne de Suriye’deki sorunlar çözümlenmeden kalacaktır. Bugün bulunacak çözümler yarın için yetmeyecektir. Irak, Libya buna örnektir.
Ankara’nın konumu oldukça kaygan bir zeminde duruyor. Gelişmelerden duyduğu sevinci saklamıyor; fakat çok çetin pazarlıkların yaşanması kaçınılmazdır. ABD şimdilik Ankara’nın doğrudan desteklediği SMO’nu sınırlı bir alanda tutmakla yetiniyor. Fırat’ın batısında Til Rıfat ve Menbiç SMO’nun tavrına bırakılmış görünüyor. Fırat’ın doğusu hala Ankara için yasaktır. Öte yandan HTŞ Ankara ilişkisinin nasıl gelişeceği yakın zamanda ortaya çıkacaktır. HTŞ’nin lojistik arka alanı Ankara’ya bağlı olsa da, bu konuda yapılacak pazarlıklarda masada HTŞ ve Ankara baş başa olmayacaktır. Pazarlıkların seyrini ABD belirleyecektir. Ancak Ankara belli bir avantaj elde ettiği momentte bölgede ABD ile ilişkisinde kendi beklentilerini her fırsatta Washington’un önüne koymaktan geri durmayacaktır.
Bu detaylara biraz daha yukarıdan bakıldığında bölgede artık 2011’den beri süren dönemin kapanmak üzere olduğu görülebilir. Esas önemli olan da budur. Rusya’nın bölgede önceki kadar etkili olma şansı yoktur. Üslerini bile koruyabilmesi çok çetin pazarlıklara bağlıdır. Hizbullah büyük bir darbe yemiş ve ne zaman kendini toparlayabileceği belli değildir. İran yeterince yorgundur. Uzun bir güç biriktirme dönemine gerek duyduğu için düşük profilde kalmayı tercih edecektir.
Bu durumda ABD, hangi yolu seçecektir? İran’ı da bölgede iyice güçsüzleştirme yoluna devam edip, bir çöküşün eşiğine kadar itecek midir? ABD’nin bölgeden çekilme kararı biliniyor. Mevcut durumda yeterince üstünlük sağlamış olsa da, bir çekilme durumunda hızla mevzi kaybedebilir. Mevcut koşullarda yeni dengelerin belirlenmesinde ABD’nin belirleyici bir ağırlığı olması kaçınılmazdır. Fakat bu durum bir nihai şekillenmeden çok, belirsiz bir geleceğe yolculuğun ilk basamağı olacaktır. Afganistan ve Irak işgalleri sonrasında yaşananlar, hatta Libya’nın geldiği durum Anglo Sakson dünyanın planlarına bir türlü tam bir uyum sağlamadı.
ABD son otuz yıldır sürekli yıkıyor. Körfez savaşından bugünlere kadar bu yıkıcı rolü devam etti. Ancak dünyanın tek-süper egemeni olmak bir yana bu stratejik yönelişiyle sürekli mevzi kaybetti. Aksa Tufanı bölgede sanki bir yıkımı çağırmıştır. Ancak bölgenin tarihine bakılınca böyle yıkımlar aynı zamanda başka kalkışmaların da hazırlığı oluyor.