İsrail’in Filistin halkına yönelik soykırıma varan saldırıları, Batı ve Türkiye basınında halkların zihnine boca edilen “Suriye devriminin” gürültülü heyecan denizinde görünmez hale getirilmeye çalışılıyor. CNN’in, Körfez savaşında yapığına benzer manipülasyon senaryoları üretiliyor. İktidar basını “HTŞ o kadar da korkutucu değil, kadınların başı kapatılmıyor,” haberleriyle Türkiye kamuoyunu rahatlatmakla meşgul.
Gazze’yi vurmaya devam eden İsrail o kadar da önemsenmiyor. Lübnan’da Hizbullah ile bir ateşkes imzalanmış olsa da İsrail, Arap topraklarını bombalamayı sürdürürse de ona adeta “yeni koalisyon ortağı” muamelesi çekiliyor.
Esad rejiminin düşürülmesinde, Hizbullah ve Lübnan saldırılarıyla yolu açmakla övünen Netanyahu Hükümeti, bölgeyi de aşarak Golan Tepeleri’nin yüzde seksenini işgal etti. İlk açıklama “geçici tedbir” iken, sonraki açıklamalarda ilhak niyeti açıkça telaffuz ediliyor. Ancak ne Türkiye’den ne HTŞ’den ne de başkasından ses çıkıyor.
İsrail’in, bombalayarak Şam’ın 15 km yakınına kadar girmesi karşısında Suriye’nin yeni aktörü HTŞ’nin başındaki Colani’nin bombaların gökyüzüne çıkardığı dumanı izleyen fotoğrafları servis ediliyor. Türkiye yönetimi yıkılışında etkisi olan ve “yeni düzenine” HTŞ ile birlikte talip olduğunu gösterdiği Suriye’nin önemli tesislerinin bombalanmasından hiç rahatsız görünmüyor.
Suriye’de iktidarın yıkılmasında esas rolü oynayan İsrail, Batı ve ABD gibi güçler cephesinde yer almayı sağlamlaştırma hesabı yapan Erdoğan yönetimi, bir yandan da jet hızıyla HTŞ yönetimini tanıma ve onunla yeni dönemi kurgulama hesabı güdüyor.
Bilineceği gibi savaş dönemi iktidarların ilişkileri esas olarak gizli anlaşmalarla dizayn edilir. Bu gizli anlaşmalar ya emekçilere, halka dayanan siyasi iktidarların gerçekleri halka açıklamasıyla veya aradan uzun yıllar geçtikten sonra yazılacak hatıratlarda, tarihçilerin araştırmalarında ortaya çıkar.
Ancak Suriye sürecinde, en büyük rolü ABD, İngiltere, İsrail, kimi Batı ülkeleri oynasa da, Türkiye yönetiminin kendi özel amaçlarıyla da HTŞ ve SMO üzerinden işe dahil olduğu, bir tür eylemsizlik taahhüdü ile Rusya, İran ve vekil güçlerinin onayı olduğu anlaşılıyor.
Sonraki hesapların gerektirdiği ölçüde, bazı ilişki ve rollerin özellikle gizlendiği, bazı rollerin ise abartıldığı muhakkak.
Ancak Suriye, petrol, su ve enerji kaynaklarıyla yayılmacı iştihanın sofrasında talan edilmeye yatırıldı. Emperyal ve bölgesel güçler dengesi açısından önemli bir jeopolitik konumdaki Suriye güçler savaşında özlem duyulan özgürlük suiistimal edilerek harcanıyor. Suriye topraklarında yaşayan halklar, işçiler, emekçiler yeni hesaplara kurban ediliyor. Halklar feda edilirken, köhne düzenin kolayca yıkılışıyla yerine kurulacak olan selefi iktidar “devrim” söylemiyle manipüle edilmeye çalışılır.
Colani ile fotoğraf veren ilk devlet Türkiye oldu. Önceki gün MİT Başkanı Kalın’ın, Emevi Cami’nde namaz kıldığı ve aynı araçta Colani ile görüntülendiğine ilişkin haberler izlendiğinde, Türkiye’nin resmi “terör örgütü” listesindeki HTŞ Hükümetini zımnen tanımakla kalmayıp resmen de tanımaya hazırlandığı tahmin edilebilir. Üstelik bunu ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın Bölgede bulunduğu ve Türkiye’ye inmek üzere olduğu saatlerde basına aktardılar. Türkiye, elini güçlendirme hamlesi peşindeyken, Colani de direksiyona geçerek ve Kalın’ı yanına oturtarak aynı yerde olduklarını ve güven duyulması gerektiği mesajını vermiş gibi.
İran’ın Dini Lideri Hamaney, Esad’ın devrilmesinden sonraki açıklamasında, “Suriye’ye komşu bir hükümet bu olayda açık bir rol oynadı ve oynuyor” diyerek Türkiye’yi işaret etmişti. Ancak Türkiye, Kalın’ın Şam hamlesiyle önümüzdeki dönemin hedef ülkesi halindeki İran’ı daha fazla tedirgin edeceğini de göstermiş oldu
Esad’ın yıkılışından sevinç nidaları atan AKP iktidarı, Suriye’nin ‘yeniden inşası’nda hızla rol üstlenmek istemekle kalmıyor, kurulan yeni batılı ittifakta yer almak ve bölgede olası yeni gelişmelerde rol üstlenmek de istiyor. Dolayısıyla ABD, Katar, İsrail, Türkiye gibi ülkeler arasındaki ilişkilerde ilerleme kaydedilirken, İran başta olmak üzere Ortadoğu’nun bir bölüm ülkesi ve Rusya ile Türkiye’nin ilişkilerinde yeni sorunlar kapıda bekliyor!
İktidar medyası ve çeşitli sözcüler, Esad’ın yıkılışını ve Colani’nin edindiği konumu Erdoğan’ın başarısı olarak gösterip, HTŞ ’nin zaferini, SMO’nun Tel Rıfat, Menbiç ve Fırat’ın doğusuna yönelik operasyonlarını iç politikada bir kutlama havasına çevirmekteki tutumu şimdi Kalın’ın Şam ziyareti ile daha da güçlendirirken, bir yandan da ABD ve İsrail’in HTŞ’nin “terör listesi”nden çıkarılmasının karşılığında SDG ile ilişkilerde “yeni bir sayfa açılması” için dayatmada bulunacağı endişesi taşıyor.
Türkiye’nin çok hızlı daldığı Suriye sahası o kadar da düz değil! Esad rejiminin yıkılmasıyla bölge daha karmaşık bir sürecin içine sürüklendi ve bu kaotik ortamda çok yönlü risklere gebe bir durum söz konusu. Milliyetçi, dinsel ve mezhepsel çerçeveden bakmak ve bu çerçeveye sıkıştırılmış politikalarda ısrar etmek ise yeni riskleri ve tehlikeleri içinde barındırıyor.
TBMM’de Bütçe görüşmeleri sürerken konuşan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın mesajları ve DEM Parti’yi hedef alması bu açıdan kaygı verici. HTŞ ile Şam’da iktidar ortağı olmak, İsrail ile yeni müttefik platformuna düşülürken, Kürtlerden rahatsız olmaya devam ediliyor.
Rojava Kürtlerini dağıtmak, bölmek gibi çok yönlü hesaplar içinde olduğu görülen iktidar politikaları, Türkiye ve bölge halkları için riskler içeriyor.
Zira Türkiye ve Ortadoğu halkları, artık cihadist bir devletle komşudur. Suriye’de Aleviler, Dürziler, Hristiyanlar için nasıl bir gelecek öngörüldüğü muammadır! Kürtlerin ‘yeni Suriye’deki statüsünün kabul görüp görmeyeceği belli olmamakla birlikte Türkiye’nin tutumuna bakıldığında bölgede ve içeride ‘barış’ o kadar da yakın değil.
Ne yazı ki bölgesel din-mezhep eksenli kıyım ve katliamlarla karşılaşma, sürekli savaş ve çatışmalar riski altındaki bölgede bir halklar bahçesi olmaya aday Rojava’ya karşı bilinen refleks dinmiş değil. Ağırlığını Kürtlerin oluşturduğu, Arap, Türkmen, vd. Kuzey ve Doğu Suriye halklarının yok edilmesi gereken askeri hedef olarak tanımlanması etnik ve mezhepsel politikada ısrar edilmesi, Kürt sorununda şiddet ve çözümsüzlük yönünde bir tercih olduğunu düşündürüyor.
Oysa Suriye’de ve Türkiye’de ihtiyaç duyulan daha fazla savaş, etnik ve dinsel çatışmalar değil, aksine Kürt, Türk, Arap, Türkmen, Dürzi, Süryani, Alevi, Sünni tüm inançların ve tüm halkların eşit haklarının tanındığı demokratik bir yönetimdir.