Suriye’deki gelişmeler, yalnızca bölgesel bir krizin parçası değil, aynı zamanda küresel güç dengelerini etkileyen bir süreçtir. Bu planın uygulanması, Ortadoğu’nun haritasını kalıcı olarak değiştirebilir ve bölgesel aktörlerin rollerini yeniden tanımlayabilir
Tayip Temel
Son günlerde Suriye’de yaşanan gelişmeler, yalnızca bölgesel değil, küresel dengeleri de etkileyecek nitelikte. Çatışmaların ötesinde, bölgeyi yeniden dizayn etmeye yönelik uluslararası bir stratejinin sahadaki uygulama aşamasına geçtiği görülüyor. Bu süreç, Ortadoğu’nun geleceğini şekillendirecek yeni bir dönemin başlangıcına işaret ediyor.
Ortadoğu’da uzun süredir devam eden çatışmalar, bir anlamda “3. Dünya Savaşı” olarak değerlendirilebilecek, çok aktörlü ve çok boyutlu bir savaş tablosu sunuyor. Ancak son dönemde, bu savaşın daha hızlı ve derinlemesine yayılacağına dair sinyaller artmış durumda. Suriye’de yaşanan son gelişmeler, bu savaşın yeni bir aşamasına geçtiğini ve küresel güçlerin bölge üzerindeki mücadelelerini yoğunlaştırdığını gösteriyor.
Heyet Tahrir El-Şam (HTŞ) gibi radikal grupların sahadaki eylemleri, yalnızca yerel dinamikler üzerinden açıklanamaz. Bu tür gruplar, büyük güçlerin stratejik hedeflerine ulaşmada kullandığı araçlar olarak sahada yer alıyor. HTŞ’nin son saldırılarının planlama ve uygulama aşamasında, İngiltere ve İsrail’in stratejik mimarisi ile ABD ve Avrupa’nın desteği dikkat çekiyor. Bu durum, halktan kopuk radikal örgütlerin bölgesel dengeleri bozmak için birer saldırı gücü olarak kullanıldığını açıkça ortaya koyuyor.
Son operasyonların en net sonuçlarından biri, İran ve Rusya’nın Ortadoğu’daki etkisinin ciddi şekilde sarsılmasıdır. İran, Suriye’deki askeri ve siyasi nüfuzunu korumakta zorlanırken, Rusya ise Lazkiye’deki varlığını sürdürme çabasıyla İdlib’e yoğunlaşmak durumunda kaldı. Her iki ülkenin de sahada güçlü bir karşılık üretememesi, bölgedeki Şii eksenini daha kırılgan bir hale getiriyor.
Bu süreçte Türkiye’nin pozisyonu ayrı bir önem taşıyor. Türkiye, Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelere itiraz etse de, kendisine sunulan bazı kazanımlarla planı kabul etmek zorunda bırakıldı. Özellikle Fırat’ın doğusunda güçlenme ve Halep çevresinde kontrol alanlarını genişletme fırsatı, Türkiye’nin bu denklemdeki rolünü daha da karmaşık hale getiriyor. Türkiye’nin yapacağı tercihler, önümüzdeki süreçte kazanan ya da kaybeden taraflardan biri olmasını belirleyecek.
Hedefler ve planlar
Batı bloğu ve İsrail’in Suriye’deki gelişmelere öncelikli yaklaşımı, İsrail’in güvenliğini sağlamak üzerine kurulu. Bu doğrultuda, İran’ın bölgedeki etkisinin sınırlandırılması ve silahlı güçlerinin zayıflatılması birincil hedeflerden biri. Filistin ve Lübnan üzerindeki etkinin azaltılmasından sonra, Suriye ve Irak’taki Şii unsurların etkisizleştirilmesi hedefleniyor.
Ortadoğu, yalnızca siyasi değil, aynı zamanda ekonomik bir mücadele alanı. Mevcut enerji yollarının güvenliğini sağlamak ve yeni enerji rotalarına zemin hazırlamak, bu planın temel hedeflerinden biri. Ayrıca, göçmen krizini kontrol altına almak ve Çin ile Rusya’nın bölgedeki etkinliğini sınırlamak, Batı’nın merkezi hegemonyasını koruma çabasının bir parçası olarak öne çıkıyor.
Son gelişmeler, Suriye’nin bir ulus-devlet olarak yeniden toparlanma ihtimalini neredeyse tamamen ortadan kaldırdı. Astana sürecinin büyük ölçüde işlevsiz hale gelmesi, Suriye’nin fiili bölünmesinin artık resmileşme sürecine girdiğini gösteriyor. Yeni dönemde, federatif bir Suriye’nin inşası ve bu kapsamda Kürt hareketine yalnızca Kuzey ve Doğu Suriye’de sınırlı bir alan bırakılması planlanıyor.
Her ne kadar sahadaki planlar güçlü bir şekilde uygulanıyor gibi görünse de, tarihsel süreçler, beklenmeyen gelişmelerin büyük etkiler yaratabileceğini gösteriyor. 1. Dünya Savaşı’ndaki planların Ekim Devrimi ile değişmesi, bu durumun en açık örneklerinden biri. Suriye’de de tarafların beklenmedik hamleleri, mevcut dizaynı değiştirme potansiyeline sahip. Ancak, şu anki tabloda, planın mimarlarının en güçlü taraf olduğu açıkça görülüyor.
Planın hayata geçirilmesi durumunda, İsrail ve Batı bloğu sürecin en büyük kazananları olacak. İran ve Suriye rejimi, bu planın doğrudan kaybedenleri arasında yer alıyor. Rusya ise dolaylı olarak etkilenerek küresel caydırıcılığını zayıflatma riskiyle karşı karşıya. Türkiye’nin ise yapacağı stratejik tercihler, sürecin sonunda hangi tarafın yanında yer alacağını belirleyecek.
Suriye’deki gelişmeler, yalnızca bölgesel bir krizin parçası değil, aynı zamanda küresel güç dengelerini etkileyen bir süreçtir. Bu planın uygulanması, Ortadoğu’nun haritasını kalıcı olarak değiştirebilir ve bölgesel aktörlerin rollerini yeniden tanımlayabilir. Türkiye, Rusya, İran ve Batı bloğu gibi aktörlerin hamleleri, bu yeni dönemin kazanan ve kaybedenlerini belirleyecek. Ancak kesin olan bir şey var: Ortadoğu, eski haline dönmeyecek.