Başta İngiltere olmak üzere Batı destekli Heyet Tahrir üş Şam (HTŞ) örgütünün, kısa sürede Şam’ı ele geçirip Baas rejimini sona erdirmesi ardından sürdürülen ‘terörist örgüt’ tartışmasına aslında pek takılmamak gerekiyor. Hani HTŞ lideri Golani’nin arabasına MİT Başkanı İbrahim Kalın binmişti ya…
Sanıyorum önce ABD başlattı; sonra da Avrupa Birliği ülkeleri, soğuk savaş sonrası içtihat haline gelmiş bulunan bu uygulamayı sürdürüyor. Silahlı olanlarından başlamak üzere kimi siyasi örgütler, ‘terörist örgütler’ listesine alınıyor. Böylece silahlı örgütün kendisine ve hatta o örgütün bulunduğu ülkeye yaptırımlar uygulanıyor. Yani listeyi açıklayan kendince meşru bir zemin bulmuş oluyor.
O kadar ki, ABD yönetimleri, terörist ilan ettiği örgütün yöneticilerinin başına milyon dolarlık ödüller koyabiliyor; ölü ya da diri getirene; tıpkı eski Teksas eyaletindeki şerif ilanlarındaki gibi. (Bir hukuk devletinde yeri olmayan bu iğrenç uygulama, son yıllarda Türkiye’de de söz konusu biliyorsunuz)
Dahası bu durum öyle işleniyor ki, örneğin 11 Eylül saldırılarının faili olarak Afganistan’da sağ yakalanan El Kaide lideri Usame bin Ladin’in sorgulanmadan ve yargılanmadan bir uçaktan okyanusa atılması, sadece ABD’de değil, dünyanın herhangi bir yerinde bile şaşkınlık yaratmıyor!
Tüm bunlar bir yana, ulusal ya da sosyal kurtuluş mücadelesi veren örgütün lideri ve üst düzey kadrosu, savaşın sonuna dek illegaldir, haindir, bölücüdür, teröristtir. Ancak mücadelede galip gelinirse, teröristler meşru hale gelir. Örnek mi istiyorsunuz: Nelson Mandela’nın devlet başkanı seçilmesiyle, hapisteki terörist konumu arasında sadece bir-iki yıl vardır!
Filistin lideri Yaser Arafat, ülkesindeki intifadayı durdursun diye sürgünde bulunduğu Tunus’tan vatanına çağrıldığında, MOSSAD’a verilen emir değiştirilmişti. Önce Arafat’ı öldürmekle görevlendirilen dünyanın en iddialı istihbarat örgütü, şimdi onu öldürülmekten korumalıydı. Gerçi yıllar sonra Arafat’ı yavaş yavaş zehirleyerek öldürme görevi de yine MOSSAD’a verilmiş olmalı.
İngiltere öncülüğündeki Batı (siz bu kelimeyi isterseniz emperyalizm olarak okuyun) HTŞ, Suriye’nin başkenti Şam’ın kontrolünü ele geçirdiğine göre, yani iç savaşın -en azından şimdilik- galibi olduğuna göre artık meşru hale gelebilir-getirilebilir: Teröristlik makamından meşru lider makamına geçiş süreci başlamıştır. Terörist listesini zor hazırlayanlar, listenin üstüne çiziği çok daha kolay atarlar.
Bu yüzden, ülkemizdeki kimi muhalefet partilerinin “hani Golani terörist idi” diyerek, iktidara yüklenmelerinin bir kıymeti harbiyesi yoktur. Dahası tevhid bayrağıyla değil, yakın dönem Suriye tarihinde üç-dört ayrı defa ve yıllarca kullanılmış olan bir Suriye bayrağıyla, başkent Şam’da tüm ülkeyi yönetme iddiasıyla ikamet etmeye başlayan HTŞ’nin, Rojava yönetimi tarafından muhatap kabul edilmesi kadar normal bir şey yoktur.
Neden derseniz: Kuzey ve Doğu Suriye’de başta Araplar olmak üzere bulundukları yerlerdeki tüm etnik ve dini topluluklarla barış içinde bir arada yaşamak üzere, Kürtlerin öncülüğünde bir otorite yaratan Rojava yönetiminin tüm Suriye’yi yönetme diye bir hedefi veya hevesi yoktur.
Bu arada, YPG, YPJ ile QSD güçleri, tamamen yerli -yani Suriyeli- iken, onları öldürmeye ya da en azından Suriye’den kovmaya kalkışan ‘Suriye Milli Ordusu’ isimli çetenin ağırlıklı kısmı başta Türki cumhuriyetler olmak üzere pek çok başka ülkeden -dışarıdan- getirilmiş unsurlardır.
Suriye’de bugün kurumlaşmasını sürdüren ve Kıbrıs örneğinde gördüğümüz-yaşadığımız üzere on yıllarca oradan ayrılacağını hiç sanmadığımız en kalabalık yabancı güç ise AKP-MHP iktidarıdır…