Kürt halkı özgürlüğe erişmek için nice bedeller ödüyor. Binlerce devrimci, özgür ve anlamlı bir yaşamın peşinden koştuğu için 30 yıl boyunca çok zorlu koşullarda derdest edildi.
Tüm dünyadan tecrit edildiler ama özgür ve anlamlı bir yaşam dışında yaşanacak bir dünyayı kabul etmediler. Sistemin sunduğu bir hayat yaşamayı tercih etmediler. Sahte özgürlük yanılsamalarına bir an olsun tenezzül etmediler.
Onlara her seferinde altın tepside sunulan “pişmanlık yasalarını” ellerinin tersiyle ittiler. Çünkü onlar pişmanlık duyacakları bir şey yapmamışlardı. Hakikat arayışçısı olmak pişman olunacak bir şey değildi onlar için.
Yalan ve sahte olan her şeyin kirli olduğunu çok iyi biliyorlardı. Sistemin sanal özgürlük algısından zihnini arındırmış ve duygularını toplumsallığının gerçekliği içinde eritmiş bireyin baş edemeyeceği tek bir zorluk ve ulaşamayacağı hedef olmadığına inanarak 30 yıl boyunca baş eğmediler.
Kendi gerçekliklerinin farkına varıldığında aşamayacakları bir şey, ulaşamayacakları anlam gücü ve his dünyası yoktu onlar için.
Kendilerini geliştirip yetersizliklerini aşabilmek için okuyup yazdılar ve paylaştılar. Yeri geldiğinde günlerce, haftalarca ve aylarca bedenlerini açlığa yatırmakta bir anlığına dair tereddüt etmediler.
Özgürlüğün fiziksel bir durum değil, zihinsel bir gerçekleşme eylemi olduğuna inandılar. Sahte fiziksel bir özgürlük anlayışına kanmanın zaafına yenik düşmeden ve infazlarının yakılması tehditlerine hiç aldırmadan özlerini korudular. Toplumsal değerlerinden vazgeçmediler.
Devrimci düşüncelerinden dolayı 30 yıl boyunca tutsak alınmanın ne demek olduğunu iyi anlayabilmek için öncelikle kendimize şu soruları sormamız gerekiyor:
Hangi şartlarda ve nasıl tutuklandılar? Hangi zorluklarla boğuştular? Kaç gün işkence gördüler? Nasıl yaşadılar onca yıl?
30 yıl boyunca acıları, sevinçleri ve hüzünleri ne oldu? Dışarıdakilerin kendilerini deşarj etme imkanları çok fazlayken onlar birikmiş duygularını nasıl ifade ettiler? Söz gelimi, DAİŞ’in Şengal ve Kobanê saldırılarını tutsaklık koşullarında izleyince ne hissettiler? Ya Sûr’u, Cizre bodrumlarında vahşice katledilenleri, Nisebîn’i, Gever’i, Efrîn’i, Serêkaniyê’yi, Girê Spî’yi?..
Yan koğuş ve hücrelerde hasta yoldaşlarının ölüm haberlerine nasıl dayandılar? Yanı başlarındaki yoldaşlarının son nefeslerini vermelerine ve yavaş yavaş erimelerine şahit olmak nasıl bir şeydi onlar için?..
Peki ya bu süre boyunca yakınlarının ölüm haberini almak nasıldı? Son yolculuklarında onları uğurlayamamak ne hissettirdi onlara?
Sadece yoldaşlarını değil, annelerini, kardeşlerini, evlatlarını, eşlerini kaybedenler oldu. Bir telefonla eşinin öldüğü haberini aldıktan sonra cenazesine katılmak için savcılıktan izin istemek ve “güvenlik gerekçesiyle” cenazeye katılım iznini alamamak nasıl bir duygu sizce?
Bir anlığına da olsa 30 yıl boyunca hapishanede yaşadığınızı varsayın. Orada sizden ve güçlü fikirlerinizden başka hiçbir şey olmayacak.
Hapishaneye girişte iradeniz dışında çıplak aranacak, karşı çıktığınızda elbiseleriniz parçalanacak ve darp edileceksiniz.
Mektuplar geç verilip geç gönderilecek. İstediğiniz yayınlara ulaşamayacaksınız. TV’de resmî ideolojinin propagandasını yapan devlet televizyonlarının dışında hiçbir kanal olmayacak.
A haberi izlemekten başka şansınız olmadığını düşünün. Ağır bir psikolojik saldırı altındasınız ve beyninizi yıkayan TV programlarının, politikacıların propagandaları…
Haftada sadece on dakika telefonla görüş hakkı. Ayda bir saat görüş… Yani aileniz her ay düzenli olarak görüşe geldiğinde yılda 12 saat görüşmüş olacaksınız. Dışarıdaki insanın bir günde yapabileceği şeyi bir yılda yapabileceksiniz. On yıl boyunca üç defa görüş yapamamış tutsaklar olduğunu düşünün!.. Bir de kelepçe ile muayene dayatması…
30 yıl boyunca tutsak alınmanın ne demek olduğunu anlayabilmek için illa hapishaneye girmenize gerek yok. Zira çoğumuz gerçek tutsaklığı ruhlarımızda yaşıyoruz. Hepimizin ruhlarının derinliklerinde prangalarla sımsıkı bağlı olduğu bir hapishane var.
30 yıl boyunca hapishanede derdest edilmiş biriyle içten, sıcak, koyu bir sohbetle duygularına eşlik etmek için geç kalmayalım. Acılarına, hüzünlerine ortak olup sevinçlerine, öfkelerine katılarak iç dünyalarına temas etmek için geç kalmayalım.