Derler ki, ilkel bir kavim devlet kurma safhasına girerken, ilkel duygularını devletin organlarına yerleştirir. Örneğin eski Yunan ve Fenikeliler birer deniz kavmidir. Bunlar devlet kurarken denizci bir devlet oldular. Ben-i İsrail tüccar bir kavimdi. Devlet de hâlâ ticaret üzerine kuruludur.
Orta Asya kavimleri çobanlıkla geçinirlerdi. O vakit bile Çin’e tuzlu et ihraç ederlerdi. Bunlar da devlet kurunca ülkeyi bir mera, yurttaşları da sürü kabul ettiler. Sürüyü kurttan, hırsızdan korumak için de çoban köpeği misali Yeniçerilere ve son olarak da köy korucularına ihtiyaç duyuyorlar.
Bu psikoloji (halet-i ruhiye) kurumların hayatına hakim olduğu gibi şahıslara da hakimdir. Örneğin sayın Reis-i Cumhur’umuz Turgut Özal, tüccar ruhlu bir zattır. Gençliği kazançlı geçmiş değil.
Türkiye’nin ve Amerika’nın bile ticaret şirketlerinde çalışmış ve başarılı olmuştur. Ama şimdi devlete hakimdir.
Peki bu zat, devleti nasıl görecektir? Haliyle bir şirket gibi görecektir ve nitekim de öyle görmektedir. Bir şirkette kimin hissesi çoksa söz onundur. Hele yüzde elli birin üstüne çıkıldı mı mesele kalmaz.
Özal, Ortadoğu’yu bir anonim şirket gibi görüyor ve hisse senetleri de Kürtlerdir. Açık açık diyor ki, “Benim Kürtlerim Suriye, Irak ve İran’ın Kürtlerinden çoktur. Eğer Irak’tan biraz daha hisse alırsam, o zaman söz ve karar sahibi ben olurum.” Demek ki, Kürtler hisse senedi olsalar da ters işlem görüyorlar.
Öyle ya, Körfez savaşında tüm hisse senetlerinin değeri düştü ama Kürdün değeri arttı.
Baksanıza artık konuşmasına, hatta şarkı söylemesine müsaade ediliyor. Pekâlâ Kürdün oynamasına da müsaade edebilirler.
Haydi hayırlısı…
*Bu yazı 17 Şubat 1991 tarihinde kaleme alınmıştır.