Dersim direnişi ve Seyit Rıza ile ilgili konuşan Akademisyen Dr. Sedat Ulugana: Seyit Rıza boyun eğmez bir Kürt liderdi
Hüseyin Kalkan
Sömürgelerde kahramanların mezarları olmaz. Şeyh Sait’in, Seyit Rıza’nın, Cibranlı Halit’in mezarlarının olmasına izin vermediler. Cenazelerin toprağa hiç gömülmediği de söyleniyor. Fransız arşiv belgelerinde cenazelerinin yakıldığına dair ibarelere de rastladım
İkinci Meşrutiyet’ten sonra Kürt milliyetçiliğinin oluşmasından Kızılbaş Kürt muhiti, Sünni Kürt muhitine göre daha çok etkilendi. Onların Osmanlı ile çelişkisi daha derindi. Sünni Kürt aşiretler yeri geldiğinde Osmanlı ile Sünnilik temelinde uzlaşabiliyorlardı
1920’den sonra Seyit Rıza artık bir aşiret reisi değil, bütün Kürtler adına konuşan bir liderdir. Zaten kendisi söz konusu mektupta ‘8 milyon Kürt adına size sesleniyorum’ der. Bu 8 milyon Kürt sadece Kızılbaş Kürtler değil, Sünni var, Êzidî var, hatta Hristiyanlar da var
İdam edilmesinin 84. yılında Seyit Rıza ve arkadaşlarının hâlâ bir mezarı yok. Şeyh Said ve 46 arkadaşının, Cibranlı Halit Bey’in, Bitlisli Yusuf Ziya’nın, Seyyid Abdülkadir’in, Bitlisli Kemal Fevzi’nin daha birçok kişinin bir mezarı yok. Akademisyen Dr. Sedat Ulugana ‘Sömürgelerde kahramanların mezarı olmaz” diyor. İdam edilişinin yıl dönümünde bu konuyla ilgili çalışmaları olan Ulugana ile bir Seyit Rıza bir portresini çıkarmaya çalıştık. Ulugana’nın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
Seyit Rıza kimdir?
Seyit Rıza’nın gerçek doğum tarihini bilmiyoruz. 1938’de 70 küsur yaşındayken idam edildiğine göre 1800’ün son çeyreğinde doğduğunu varsayabiliriz. Dersim’de doğmuştur. Bazı cenahların iddiasının aksine eğitim görmüş. Tabii ki gördüğü eğitim bugünkü standartlarda bir eğitim değil. Kürdistan’da hem Sünni Kürtlerde hem Kızılbaş Kürtlerde medrese geleneği var. Medrese geleneği çok da geçişkendir. Yani bir Sünni Kürdü gittiği bir medresede bir pir -mesela bizim Kığı civarında- bir Sünni imam da eğitim alabilirdi. Êzidî Kürtler çocuklarını medreseye gönderiyorlardı. Mesela Ahmedi Mizeyi de “Bizim bütün hocalarımız imamlardı” diyor. Bu dönemde, 1800’lerin ortalarına kadar Kürdistan’da dinler ve mezhepler arası kodlar çok silikti. Bugünkü gibi katı değildi. Aynı şekilde Nuri Dersimi’nin hatıratında öğrendiğimiz kadarıyla Seyit Rıza, Nuri Dersimi’nin babası Mılla İbrahim’den eğitim almış. Mahkeme kayıtlarındaki ifadesinde Seyit Rıza “Ben okuryazarım” diyor. Osmanlıca okuyabiliyor, imzasını atabiliyor. Sevr’e gönderdiği mektuplarda iki imza var, biri Seyit Rıza’nın diğeri Alişer’in. Alişer’in imzası daha çok Osmanlıcaya yakın ama Seyit Rıza’nın imzası tamamen Latin alfabesi ile atılmış bir imzadır. Seyit Rıza’nın gençliği aslında Dersim’deki aşiret arası çatışmalar içinde geçiyor. Ama İkinci Meşrutiyet’ten sonra Kürt milliyetçiliği oluşması ile birlikte Kızılbaş Kürt muhiti, Sünni Kürt muhitine göre daha çok etkilendi.
Neden?
Kızılbaş Kürt muhitinin Osmanlı ile çelişkisi daha derindi. Sünni Kürt aşiretler yeri geldiğinde Osmanlı ile Sünnilik temelinde uzlaşabiliyorlardı. Ama Kızılbaş Kürt aşiretlerinin böyle bir şansı yoktu. Nuri Dersimi, Dersim için büyük bir şanstır. İstanbul’a gittiğini, bir dönem kaldığını biliyoruz. O dönemde Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti ile irtibata geçtiğini biliyoruz. Dersimi ve birkaç kişi daha İstanbul’da oluşan Kürt milliyetçiliğinden etkileniyorlar. Bu da çok ilginç bir noktadır. Kürt milliyetçiliği Kürdistan’da oluşmuyor, İstanbul’da oluşuyor. İstanbul’da oluşan Kürt milliyetçiliği bu kadrolar-öğrenciler eli ile Dersim bölgesine geçiyor.
Seyit Rıza bir noktadan sonra aşiretler arası çatışmaların kendilerine bir şey getiremeyeceğini anlıyor. Meşrutiyetin ilanı ile birlikte Seyit Rıza farklı bir tutum göstermeye başlıyor. Meselelerin kan davası ya da talan üzerinden değil, uzlaşarak çözülebileceğini söylüyor. Bunu söyleyen Nuri Dersimi’dir. Ondan sonra farklı bir Seyit Rıza profili ile karşılaşıyoruz. Seyit Rıza’da Kürtlük bilinci çok güçlü. Seyit Rıza devletin kendisine ROM diyor. “Bizler Kürdüz onlar Romidir’ diyor. Romilik karşıtlığı üzerinde en erken Kürt milliyetçiliğini en çabuk benimseyen aşiret reislerinden biridir. Daha sonra Alişer ile olan ilişkileri tamamen siyasallaşmasına neden oluyor. Böyle bir Seyit Rıza portresi çizebiliriz.
Cumhuriyet döneminde ilk Kürtlük temelli isyanların Alevi Kürtlerden geldiğini söyleyebilir miyiz?
Kesinlikle diyebiliriz. İsyan silsilesi 1921 Koçgiri ile değil, 1914 Bitlis isyanı ile başlıyor. 1914’te Bitlis kent merkezi dışında hiç kimse bu isyana destek vermedi. Birkaç kadro bilinçli davranıyordu belki, bunlar da Hamzayı Müksey’dir, Halil Hayali’dir. Diğer bütün katılanlar kendi çıkarlarını korumak için kulübe kayıt olmuşlardı. Ruslar da bunu anlatırlar. Bizim bazı Kürt araştırmacılar fazla derine inmeden ‘Bitlis kültür merkezidir’ belirlemesinde bulunurlar. Bir anlamda kültür merkezidir ama Kürt milliyetçiliğinin merkezi değildir. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra, 1921’de Koçgiri’de direkt Kürtlük temelli bir isyan meydana geliyor. Kürdistan’ın birçok yerinde feodalitenin nüveleri vardır, ama Koçgiri’de yoktur. Kürtçü milliyetçi bir yordamla düzenlenmiş bir direniş. Seyit Rıza ve Alişer’in Sevr’e göndermiş olduğu mektup 1920’lerdeki Kürt milliyetçiliğinin bir anlamda manifestosudur.
Bunu biraz açar mısınız?
Kemalistlerin Turancı olduğunu söyler. Osmanlı ile yüz yıllardır savaştıklarını, onları Dersim’e sokmadıklarını söyler, Kürtlüğü mezhepler üzerinden değil de bir bütün olarak ele alarak “Biz 8 milyon Kürt adına konuşuyoruz” der. Fransızlara tarihsel bir şey de hatırlatır: “O zaman bir Selahattin vardı, şimdi binlerce Selahattin var.” Kızılbaş Alişer, Sünniliğin banisi olarak ele alınan Selahattin Eyyubi’ye Kürtlük üzerinden sahip çıkar. Bütüncül bir Kürt milliyetçiliği ortaya koyar. Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte biz Kürt milliyetçiliğinin, Kürt yurtseverliğinin temsilciliğini Kızılbaş Kürt aşiretlerinin yaptığını söyleyebiliriz.
Tekrar Seyit Rıza’ya dönersek. Dersim direnişindeki rolü tam olarak nedir?
Seyit Rıza 1920’de Sevr antlaşma kuruluna o mektubu gönderdikten sonra aşiret reisi kimliğini bir yana bıraktı. Seyit Rıza artık bir Kürt halk önderidir. Üzerinde Alişer’in etkisi kesinlikle var. Çünkü Alişer, Koçgiri bölgesindeki bütün Kürt kulübünün şube reisidir. İmzasını bu şekilde atar. Aynı zamanda çok iyi bir entelektüeldir. İstanbul’a Kürt Teali Cemiyeti’ne göndermiş olduğu bir mektupta cemiyetin İstanbul’dan onlara gönderdiği kitap ve gazetelerin ellerine ulaşmadığını yazar. Yani, hem Kürt meselesine dair hem de gelişen Sevr sürecine dair konjonktürel durumu izleyebiliyorlardı.
Sonuç olarak 1920’den sonra Seyit Rıza artık bir aşiret reisi değil, bütün Kürtler adına konuşan bir liderdir. 8 milyon Kürt sadece Kızılbaş Kürtler değil, Sünni var, Êzidî var, hatta Kürdistanlı kavimler dediği Hristiyanlar da var. Kürt halkı diyor ve Kürdistanlı kavimler diyor. Kürdistanlı kavimler dediği de Hristiyanlar, Asuriler, Süryaniler, Keldaniler hatta Romanlardır. Bu da çok bütüncül bir yaklaşım. Aslında 1919’da konulan bu irade, Öcalan’ın ortaya koyduğu iradenin bir benzeridir. Beni çok şaşırtan yönü bu olmuştur. Seyit Rıza’nın o mektupta gösterdiği irade şudur: Biz bütün halkların ve Kürdistan’da yaşayan halkların haklarına saygılıyız, emperyal bir amacımız yok, tekçi bir amacımız yok. Onlar da bize saygı göstersinler.
Bu mektuplardan biraz söz eder misiniz?
Mektuplar Osmanlıca kaleme alınmış, çok yalın bir dil kullanılmış, talepler çok sade ama diplomatik dile vakıf biri tarafından kaleme alındığını gösteren cümleler de var. Mektuba başlarken Şerif Paşa’nın kendi temsilcileri olduğunu belirtiyorlar. Kürt meselesinin özüne vakıf bir Seyit Rıza portresi var. Kürdistan’ın özgürlüğünden taviz vermeyeceğini belirten bir Seyit Rıza var ki, bu hakları gerekirse Fransızlara karşı da savunacaklarını vurguluyorlar. Bir anlamda aba altında sopa gösteriyorlar. Bu mektuplarda Seyit Rıza ve Alişer’in yanında, 11 Dersim aşiret reisinin ismi var. Hatta Erzincan’daki birkaç tüccarın ve aşiret reisinin de ismi var.
Hangi talepler dile getiriliyor?
1919 itibari ile Kürt Teali Cemiyeti İstanbul’da ikiye ayrıldı. Seyit Abdülkadir’in başını çektiği grup “Osmanlı’yı bu kadar zorlamayalım muhtariyet isteyelim, hatta muhtariyeti rengi de siyasi değil kültürel olsun” diyordu. Buna karşı Memduh Selim ve Emir Ali Bedirhan’ın başını çektiği grup ise “Hayır biz hiçbir şekilde Osmanlı ile birlikte yaşmak istemiyoruz. Biz bağımsız bir Kürdistan kurmak istiyoruz” diyorlardı. Seyit Rıza ve Alişer’in ikinci grupla ilişkileri güçlüdür. Seyit Abdülkadir daha çok bir Osmanlı bürokratı gibi davranıyor. Seyit Rıza ve Alişer, Osmanlı’nın parçalanacağını biliyorlar. İki dertleri var. Birincisi Kürdistan’ın kuzey sınırının Erzincan’ın kuzey dağlarından geçip Koçgiri’ye kadar Darende’yi de içine almasını istiyorlar. İkincisi, Van’ı Ermenilere bırakmak istemiyorlar.
Sömürgelerde kahramanların mezarı olmaz
Sadece Seyit Rıza’nın değil, Şeyh Sait’in, Cibranlı Halit’in de mezarlarının nerede olduğunu belli değil. Ulugana anlatıyor: “Kemalistlerin 1920 itibari ile Seyit Rızaların gönderdiği mektuplardan haberleri vardı. Seyit Rıza’yı zaten listeye almışlardı. Seyit Rıza’nın 1937’de gönderdiği meşhur mektubu da biliyorlar. Fransız Dışişleri Bakanlığı’na gönderiyor, İngilizlere de bir kopyası gönderiliyor. Biz geçenlerde bir belgede, istihbarat fişinde bu mektubun İstanbul’da direkt konsolosluğa verildiğini üzerinde Dersim’de gelen mektup diye ibare ve mühür olduğunu paylaştık. Bazılarının iddia ettiği gibi, Halep’te Bedirhanlar tarafından gönderilmemiş, Fransızcaya çevrilmiştir. Zaten 1930 itibari ile Hoybun ile Seyit Rıza arasında bağlantı var. Seyit Rıza ne yaptığını çok iyi biliyordu. ‘Bigünahtı’ demek bazılarının hoşuna gidiyor ama öyle değildir. Halkın hafızasına kazınmasının bir nedeni budur. İkincisi mahkemede takındığı baş eğmez tutumdur. Korkusuz bir şekilde darağacına yürümeleridir. Devlet o hafızanın kalmasını, kalıcılaşmasını istemez. Sömürgelerde kahramanların mezarları olmaz. Bugün de ilk saldırdıkları yer mezarlıklardır. Şeyh Sait’in, Seyit Rıza’nın, Cibranlı Halit’in mezarlarının olmasına izin vermediler. Cenazelerin toprağa hiç gömülmediği de söyleniyor. Fransız arşiv belgelerinde Kürt isyancıların cenazelerinin yakıldığına dair ibarelere de rastladım.