Tüm dünyayı kasıp kavuran salgının birinci dalgasının sonuna gelindiği genel kabul görmeye başladı. Doğal olarak tartışma salgın sonrası ne olacağına, hayatın nasıl kurulacağına yoğunlaşmış durumda. Tartışmalar artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı ortak kabulü üzerinden şekillenirken birbiriyle zıt iki temel çıkarsamayla sonuçlanıyor. Bir grup teorisyen gidişatın daha kötüye everileceği, salgın nedeniyle uygulanan yasakların insan hayatının daha katı kontrolü ile sonuçlanacağını iddia ediyorlar. Onlara göre salgın, devletlerin daha otoriterleşerek Orwell’in tariflerini aşan baskı rejimlerine dönüşme imkânlarını ortaya çıkarmış bulunuyor. Diğer bir grup teorisyen ise salgının kapitalizmin çıkışsızlığını açığa çıkardığını savunarak devletlerin hızla sosyalist yönelimlere gireceğini, kapitalist üretimin neo-Keynesyen ya da doğrudan sosyalizan yöntemlerle harmanlanmak zorunda kalacağını varsayıyorlar. Bu grubun uç noktasını salgının kapitalizmin sonunu getireceği tezi oluşturuyor. Bir salıncak misali bir uçtan ötekine savrulan bu iki yönelimin ortaklaştığı temel nokta ise toplumsal gidişatın kendiliğindenliğe teslim edilmesi ve ezilen sınıflara edilgenlikten başka hiçbir öneride bulunmamalarıdır. Onlar insanlığın geleceğini konuşurken işçi sınıfı ve yoksullara kendi geleceklerinin yazıldığı oyunda seyirci olmak dışında hiçbir rol biçmemektedirler.
Benzer bir salıncak durumu ülke siyasetine ve gidişatına dair analizlerde de ortaya çıkmaktadır. Buradaki fark, tartışmanın sadece teorisyenler tarafından değil hatta onlardan daha fazla siyasi özneler tarafından yürütülüyor olmasıdır. Analiz, siyasi özneler tarafından yapıldığında kendi doğallığında direkt siyasal sonuçlar doğurmakta, bu öznelerin politik duruşlarına etkide bulunmaktadır. Birincilerin yürüttüğü, bir fikirsel tartışma olarak kalırken ikincilerin yürüttüğü, eylemsel duruşu dayatmaktadır. Ülkede salgın ve salgının derinleştirdiği ekonomik kriz aynı zamanda bir siyasal kriz olarak okunmakta ve siyasi analiz salıncak misali bir uçtan diğerine savrulmaktadır. Bir grup, iktidarın varlığını korumak ve kalıcı hale gelebilmek için çok daha ağır bir baskı rejimine yöneleceğini, açık diktatörlüğe evrileceğini savunmaktadır. Distopik bir gelecek tasavvuru içeren bu analiz, sermayenin zorla el değiştirmesi tespitine kadar varırken iktidarın yönelimlerine dair bu niyet okumaların ve teorik olasılıkların, gerçeklikle bağlantıları konusunda yeterli verileri ortaya koymamaktadır. Son olarak, çizilen karamsar tablo karşısında işçi sınıfı ve devrimci muhalefete taktiksel ve stratejik önermelerde bulunmayarak istemeyerek de olsa karamsarlığın edilgenliğe dönüşmesine zemin hazırlamaktadır. Halklara olası kötücül olasılıkları açıklamak önemlidir, ancak bu açıklama bir direniş hattı önermesi ile birlikte yapılırsa anlamlı olacaktır. Analiz, durumu anlamak için değil anlaşılan durumu değiştirmek üzerinden yapılmalıdır.
Uçlardan diğerini ise, var olan krizin AKP’nin sonunu getireceği, ilk seçimlerde baş aşağı giderek siyaset sahnesinden silineceği tespiti oluşturmaktadır. İktidarın doğal bir şekilde öleceği bekleniyorsa onu yıkmak için bugünden bedeller ödemenin gereği olmadığı sonucu ortaya çıkar. Sosyalist hareketin önemli bir gövdesi, olağanüstü hâl ilanından beri böylesi bir beklenti üzerinden politik duruşunu tarif etmiş görünmektedir. Bu duruş, iktidarı yıkmak için harekete geçmek yerine, geriye çekilip örgütsel gücünü koruyarak yıkım gününü beklemek olarak tarif edilebilir. Kötücül bir iyimserlikten yola çıkan bu yönelim, gidişata seyirci kalmak dışında hiçbir öneride bulunmazken kendi geri çekilme durumunu genel siyaset haline getirerek iktidara karşı aktif direniş hattı örülmesinin de önündeki en ciddi engel haline gelmektedir. Örgütsel varlığı devam ettirme ve kadroları koruma üzerinden çizilen politik hat kaçınılmaz olarak iktidarla mücadeleyi en alt düzeye çekme adımını getirmektedir. Hat böyle kurulduğunda devlet saldırılarının yoğun olduğu politik alan ve dinamiklerden uzak durma eğilimi zorunlu hale gelmektedir. Bu alanların başında Kürt sorunu, dinamiklerin başında ise HDP gelmektedir. HDP olmadan ve Kürt sorununa dokunmadan iktidara karşı demokrasi mücadelesinin yürütülmesi ve emeğin haklarının savunulması söz konusu olmadığı için tüm birlik çabaları reddedilmekte ya da akamete uğratılarak çürütülmektedir. Siyasetin kendiliğindenciliğe terk edilmesi, salgın döneminde işçi sınıfı ve yoksul halkların devletin insafına terk edilmesini beraberinde getirmiştir. Benzer bir çizginin devamı, giderek ağırlaşan yıkım sürecinde de aynı sonuçları doğuracaktır. İktidarın dış müdahaleler veya iç çelişkiler yoluyla devrileceği beklentisi, bizzat iktidarın tüm çelişkilere rağmen ayakta kalmasının en önemli dayanaklarından birisidir. Altı boş iyimserlik, mücadeleye yapılacak en büyük kötülüktür.
Sağlık krizinin ağır bir sosyal krize dönüşmeye başladığı süreçte sadece eleştirel bir düzlemde kalmanın umut yaratmaya yetmediği görülmelidir. İşçi sınıfı ve halklar, yaşadıkları yıkımın teşhiri ve iktidarın eleştirisinin ötesinde sorunların çözümüne dair açılımlar bekliyorlar. Onların çıkarlarını temel alan her adımın, iktidarın halklara ve sınıfa düşman savaş politikalarını karşısına almak zorunda kalacağının görülmesi gerekiyor. Devrimci hareketler kendilerini sistem içi sınırlara hapsedemez. Kötücül iyimserliğe teslim olmadan ama karanlık kâbuslara da boğulmadan halkların karşısına net programlar ve eylem hatları ile çıkmanın zamanıdır. Rüzgâr, işçiden yana esiyor.