Ertuğrul Kürkçü
Newroz, üç bin yıldır olduğu gibi, bu yıl da Balkanlarda, Kafkasyada, Karadeniz Havzasında, Orta Doğu’da ve Orta Asya’da şenliklerle kutlandı. Ama hiçbir yerde bu kutlamalar Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki kadar yoğun bir siyasal mücadelenin merkezinde değildi. Burası dışında hiçbir yerde kadınlar, erkekler, çocuklar, siyasi partiler, dernekler, hareketler, bir yıl boyunca 2022 Newrozunu kutlamak, devlet hükümet, polis, asker, özel kuvvetler, medya da onu kutlayacaklara Newroz’u zehretmek üzere bunca şevkle hazırlanmamıştı.
Oysa, Birleşmiş Milletler (BM) 23 Şubat 2010 tarihli Genel Kurul kararıyla, Türkiye’yi de imzacısı olduğu “UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirasının Korunması Sözleşmesi” kapsamında 21 Mart’ı “Uluslararası ‘Nowruz günü’ olarak tanımaya”, kutlandığı ülkelerde hükümetleri “Nowruz’la ilgili gelenek ve kültürleri koruyup geliştirmeye” ve “Nowruz’la ilgili farkındalık yaratmaya ve kutlamalar düzenlemeye[…]” davet etmişti.
Hal böyleyken geçtiğimiz hafta sonu her yerde -ve özellikle 21 Mart’ta Diyarbakır’da- Ankara’nın uluslararası yükümlülüklerini nasıl büyük bir iki yüzlülükle ayaklar altına aldığına tanık olduk. Rejim, uluslararası taahhütlerini çiğneyerek, Newroz şenliklerinin düzenlenmesine yardımcı olmak bir yana, halkın girişimlerini baltalamakla meşguldü. Ankara, yeni savaşlara hazırlandığı Kürtlerin Türkiye’nin “büyük fotoğraf”ında kapladığı hacmin görünmesini, bundan doğacak hissiyatın insanların içine işlemesini istemedi. Özellikle Diyarbakır Newroz alanı dolmasın, “o fotoğraf” çekilmesin diye rezilce bir şiddet sergiledi ama Türkiye’nin 2015’ten bu yana -belki de bütün tarihi boyunca- en yüksek katılımlı, en güçlü, en yaygın ve en enerjik Newroz’unu yaşamasının önüne geçemedi. Kürtler bir kez daha kendi varlık ve haklarını statükonun orta yerine getirip koydular. Anlaşılmak istenmeyeni herkesin anlayabileceği en yalın biçimde anlattılar: “Buradayız, bizim olanı istiyoruz.”
Şu halde, rejim neden gelenek, kültür ve uluslararası hukukla bağlanmış olmasına, üstelik Türkî halkların kültüründe silik de olsa bir “Nevruz geleneği” bulunmasına karşın, Newroz’u bu toprakların ortak kültürel mirasından kazımak, unutturmak, ezmek için bunca rezilliği göze alıyor. Buna karşılık Kürtler de neden, tipik olarak Kürt olmayan, bütün pagan kültürlerin neredeyse aynı adla andıkları bir “mevsim dönümü kutlaması”nı varoluşlarının somut bir dışavurumu olarak yaşamak ve sürdürmek için var güçleriyle mücadele ediyorlar?
Bunun birinci nedeni, başka türlü olamayacak olması. Kürtlerin yeniden doğuş mitolojisinde Newroz’un anlamı, verdiği nimetler için doğaya şükranla sınırlı değil. Newroz kutlamak Kürtler için yumurta tokuşturmaktan fazlası. Bu anlatı doğa ve insan arasındaki yalın bir nesnel ilişkiyi -“baharın gelişi”- yorumlamakla yetinmiyor. Kürtlerin doğanın nimetlerine kavuşmalarının önünü kesen zalim işgalci hükümdara -Dehak-, doğayla insan arasındaki yabancılaşmanın kaynağına, sömürgeci egemenliğe karşı bir demircinin -Kawa- öncülüğündeki mücadeleyle kazandıkları zaferi imliyor. Newroz anlatısı, doğası gereği bu mitolojide insanın (Kürtlerin) varoluşunun tepeden tırnağa politik bir yorumuna varıyor: “Dövüşüyorum, öyleyse varım!”
Cumhuriyetin ilk elli yılı boyunca birbirini izleyen katliamlar ve siyasal haklara, dile, kültüre, kişi ve yer adlarına, giyim kuşama getirilen yasaklarla resmiyet dünyasından silinen Kuzey Kürtleri, 1980’lerde kırlarda başlayan isyanın ardından Kürt kimliğine kamusal alanda kültürel biçimler içinde yeniden yer açmayı başarmışlardı. Kürt varlığını kuşatan “mezar sessizliği” isyana ev sahipliği yapan Kürt kırlarında Newroz kutlamalarının canlanmasıyla yıkılmıştı.
1992 Cizre ve Nusaybin Newrozlarının vahşice bastırılarak çoğu kadın ve çocuk onlarca insanın katledilmesi, Kürtlerin genç kuşaklarının toplumsal imgeleminde, eski kuşaklarınsa hafızasında Dehak’ın yerini devletin alması için yetmiş de artmıştı. Kürt Sorununun 100 bine yaklaşan can kayıplarıyla Türkiye’deki son 30-40 yıllık serencamı içinde üç kuşaktan Kürtler, öz deneyimleriyle Kawa efsanesinin güncel gerçekliğin kendisinden başka bir şey anlatmadığına, güncel gerçekliğin ise efsanenin hakikatine şahitlik ettiğine kani oldular.
Şimdi Kürtlerin ödedikleri bunca bedelden, 1992 Nusaybin ve Cizre Newroz katliamlarından 30 yıl sonra kendi varlık ve kimlikleriyle Türkiye’nin bütün kentlerinde meydanlara çıktıkları 2022 Newrozu’nu, Kürt halkına komünal mirasının esinini güncel toplumsal mücadelelerin dersleriyle kararak yeni bir tarihsel misyon, genel Türkiye siyasetine de bir yeniden kuruluş doğrultusu kazandıran Öcalan’a atfetmeleri kendilerine ve mücadelelerine saygılarının gereğiydi.
Kürtler şimdi küllerinden yeniden doğuyor ve dünyanın bütün komünal güçlerine dünya tarihinin bilgisiyle kardıkları deneyimlerinden hareketle ortak bir anlatı zemini sunuyorlar. Bunun için kendi eşitlikçi gelenekleri ve toplumsal devrimlerin mirası dışında ne yerde ne gökte kimseye borçları var. 2022’de Newroz bu demek!