Gazeteci Kemal Can, ‘mecburiyet masası’nın Türkiye gerçeğini anlatmadığını belirtti
Nezahat Doğan/ Pazartesi Söyleşisi
Geçtiğimiz günlerde 13 Şubat’ta 6 siyasi aktörün yer aldığı bir ittifak masası kuruldu. AKP-MHP siyasi rejimine karşı alternatif oluşturulan bu masada geçmiş dönemde iktidar içinde yer alanların da varlığıyla sağa oturmuş bir ittifak resmi vardı. Toplumda ve ekonomide bu kadar hasar oluşmuşken, umudun yeniden yeşertilmesi için daha demokratik adımlar beklentisi varken, HDP’nin masanın dışında olması eleştirilerin bir boyutuyken, o masada olmak istemediğini, kendi siyasi duruş ve rotasını açıkladığı tutum belgesi ile ortaya koyan HDP, iktidarın ezberini de bozdu.
Gazeteci Kemal Can ile yeni kurulan ittifakı, HDP’nin üçüncü yol perspektifi ve siyasetini konuştuk.
- Geçtiğimiz hafta CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun öncülüğünde İYİ Parti, Saadet Partisi, Demokrat Parti, DEVA Partisi ve Gelecek Partisinin de içinde olduğu 6’lı bir ittifak masası kuruldu. Nasıl okumak lazım bunu?
O masa büyük ölçüde bir mecburiyet masası. Hem bir arada olanlar, hem de olmayanlar açısından. Gerçeklere ya da vehimlere dayanan mecburiyetlerin çizdiği bir masa. Bir arada olmayı sağlayan şey muhalefet blokunda bulunan bütün aktörlerin ama ağırlıklı olarak CHP’nin tek başına bu iktidarla bir mücadele yürütmesinin zorluğuyla ilgili idrak etmesiyle başladı. Kılıçdaroğlu, klasik Baykal CHP’si çizgisinden biraz ayrılarak bir takım zeminler, ortaklıklar, ittifaklar, işbirlikleriyle bir muhalefet zemini inşa edilebileceğini düşündü. Bu konuda büyük ısrarla ve inatla davrandı, yanlış adımlar da attığı oldu ama bu konuda tutarlılık gösterdiğini söyleyebiliriz. Bulduğu çözümler değil, çözüm arama gerekçeleri açısından bir tutarlılık.
- CHP’nin nerelerde daha çok tavizkar davrandığını düşünüyorsun?
Öncelikle İyi Partinin milliyetçi hassasiyetleri çok öne koyan tutumuna fazla alan açtı. Dokunulmazlık oylamasında takındığı tavır gibi kendi politikasını da buna uyumlayan bir takım hamleler yapmakla, büyük ölçüde ittifaka hasar vermeyecek bir özeni göstermek için çok fazla prim verdiğini söyleyebilirim.
Son olarak, önemli bir çıkış olmasına rağmen “helalleşme” süreci ve yine bu masanın kurulmasında AKP’den kopmuş muhafazakâr partilerin o endişeli muhafazakâr hassasiyetlerini fazla önemseyen bir tutuma da zaman zaman yöneldiğini görüyoruz. Bazı çıkışlardan kendini geri tutarak ya da bazı cesaretli adımları geciktirerek yapıyor.
- Peki diğer siyasi aktörlerin masada yer alma nedeni?
İYİ Partinin MHP’den koptuktan sonra bir yandan kendi bağımsız kimliğini oluşturmak için bir sürece ihtiyacı vardı. Çok hızlı biçimde farkını göstererek siyasi kalıcılaşmasını mümkün kılacak bir zemin yaratması gerekiyordu. Orada da CHP onun önünü açtı. Ödünç milletvekili meselesi bunun pozitif tarafı. Şimdi son gelinen noktada bu masa, bütün aktörlerin, CHP’nin özellikle Kılıçdaroğlu’nun ısrarıyla ama diğer aktörlerin de kendi başlarına başka bir siyasi seçenekleri olmadığını fark etmesiyle bir mecburiyet etrafında kuruldu. Ama bu mecburiyetin ürettiği birlikteliğe karşı bu birlikteliği zayıflatan başka mecburiyetlerin de dahil edildiğini gördük.
- Eksik kılan mecburiyet HDP’nin olmaması mı?
Evet, bu konuda İYİ Parti HDP ile ilgili son derece dışlayıcı bir tutum aldı. Bu HDP’nin kendi tercihi kadar aslında iktidarın -muhalefetin bütününe ama özellikle- İYİ Partiye yönelttiği suçlamaları fazla ciddiye almasıyla ilgili bir mesele.
Nasıl ciddiye aldı?
Mesela Gare operasyonu sonrasında Akşener’in açıklamaları iktidarın ataklarını daha savuşturmaya yakın bir çizgide duracağı intibasını veriyordu. Fakat sonra, yaz aylarından itibaren Rize’de ve birkaç merkezde Akşener’e fiili saldırılar yapılması, MHP’nin sistemli biçimde İyi Parti kadrolarına dönük kişiselleşmiş saldırıları, HDP ve Kürt meselesinin muhalefeti bozmak için ürettiği bir mesele olarak kullanılacağı fikri İYİ Partiyi bu konuda daha defansif davranmaya itti.
Burada İYİ Partiyi oluşturan kadro yapısındaki MHP kökenli olan ve Milliyetçi bir parti olarak büyütebileceklerini düşünen çevrelerin etkisi de oldu. Akşener’in bu son olarak HDP’yi aslında siyasi meşruiyetin dışında gördüğüne ilişkin açıklamalar yapması öncesinde pek çok İYİ Parti sözcüsünden benzer açıklamalar üst üste geldi.
- İktidar cephesi bura da bir zaaf mı gördü?
Evet, onun için yüklendi. Akşener Gare’de takındığı tutumdan geriye döndü ama bunun sonuçlarını da gördü. İYİ Parti yüksek bir ivme yaratırken, muhalefet bloğunda tutarlı ortak gibi davranırken, birden milliyetçi reflekslere konuşan tutumuyla aslında ivmesini de kaybetti bunun anketlere yansıdığını da gördük. Bir ara 15’ler sınırını zorlayan İYİ Parti tekrar 12’ler sınırına doğru indi. Aslında bu tam “pirince giderken bulgurdan olma” haliydi. Çünkü merkez parti olma iddiasını ortadan kaldıran en temel meselelerden biri mevcut meşru siyasi aktörlerden bazılarını meşruiyet dışı aktörler olarak işaretlemeye kalkmaktı.
- Meşru olan siyasi parti HDP’yi tanımamak mı?
HDP’ye dönük olarak Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesinde ”HDP açık bir siyasi muhataptır” çıkısından sonra bunu pozitif biçimde destekleyebileceği intibasını veren İYİ Partinin sonraki tavrı, bu merkez parti olma iddiasını çok zayıflattı. Bunun da seçmende bir karşılığı oldu. Anayasal çerçeve ve sistem tartışmasının yapıldığı bir masada açık ve meşru bir siyasi aktörün bulunmaması o masada eksiklik yarattı.
- İktidara karşı alternatif oluşturacak bir ittifak çıkışı vardı. Ama masanın kendisine baktığımızda muhafazakârlar, dindarlar ve CHP var. Buradaki çoğunlukta CHP azınlık gibi durmuyor mu?
O masanın yalnızı Kılıçdaroğlu çünkü!
- Bu bir handikap değil mi?
Tabii ki bir handikap. Kılıçdaroğlu ve CHP’nin bu ittifakı özellikle de sağ partilerden oluşan bloğu ittifak içerisinde tutma hassasiyeti aslında bu masada kendini de yalnızlaştıran bir durum. Demokrasi güçleri diyebileceğimiz bütün meşru aktörleri o masaya almak CHP’nin de daha kalabalık bir temsil sağlamasını mümkün kılacaktı. Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin zaman zaman “biz HDP’yi dışlamıyoruz, onunla bağımsız olarak zaten bir temasımız var görüşüyoruz” demesinin, bir takım belediye başkanlarının bu konuda daha açık bir tavır sergilemesinin, Kılıçdaroğlu’nun hem meşru muhatap gördüğünü açıklaması hem son masa toplantısından sonra “biz dışlamıyoruz” açıklaması yapması bunları doğruluyor. Ama Mithat Sancar’ın da söylediği gibi tam karşılamıyor.
- Hangi nedenlerle karşılamıyor?
Aslında iki nedenle karşılamıyor. Bir, seçmende oluşacak reaksiyon açısından. İki, siyasi ittifak içerisinde HDP zaten kendisi de olmak istemiyor, olmayabilir. Ama bütün Türkiye’nin sorunlarını konuşuyoruz ve bir sistem tartışması yapıyoruz denilen masa için başka bir öncelik koymak gerekirdi. Gerçi CHP, daha sonraki adımda sivil toplumu da dahil edeceği bir süreci başlatma vaadinde bulunuyor ama tabii ki o masaya oturan aktörlerin rezervleri belirleyici olacak.
- Bu rezerv İYİ parti ve Akşener’in HDP’ye karşı tutumuyla eşdeğer değil mi? ne kadar ortaklaşılıp bir araya getirilecek?
Şöyle olduğunu düşünüyorum. Kılıçdaroğlu, bir an önce masanın toplanması konusunda daha ısrarcıydı ve çeşitli nedenlerle gecikti. Masanın oluşmasından sonra masadaki pazarlıkçı tutumun biraz daha sorumluluk tutumuna evrileceği varsayımıyla davranıyor. Yani Masaya oturanların artık masada oturan olarak daha sorumlu bir pozisyon alacaklarını, o masadaki pazarlık kozlarından çok, o masanın devamıyla ilgili sorumlulukların öne çıkacağını varsayıyor. Bunun böyle olup olmayacağını göreceğiz. Aslında bu sadece ilkeli bir siyasi davranış kurmak, tutarlı, demokrat ve makul bir siyasi zemin oluşturmak açısından değil, çok basit pragmatik gerekçelerle de bunun böyle olması gerekiyor.
- Peki, o problem nerden çıkıyor?
Bence, HDP’nin ya da çeşitli başka muhalefet aktörlerinin de bu masaya dahil edilmesini sadece bir ilkesel sorun olarak ele aldığınızda Türkiye’nin gerçekleri diye bir şey konuyor masaya. Ama bugün gelinen noktada Türkiye’nin gerçekleri de tam olarak o iddia edilen endişelerle örtüşmüyor. Çünkü pek çok partinin tabanında birçok insan, rasyonel olanın aslında geniş bir ittifak olduğunu düşünüyor. Zaten yerel seçimde de iktidarın kışkırtmalarına rağmen fiilen sandıkta oluşan ittifakın aldığı sonuç, aslında tabanların buna yatkın olduğunu gösteriyor.
- İstanbul Seçimleri tam da bu söylediğiniz önemli bir gösterge değil miydi?
O alınan sonucun iktidar karşısında bir zafer elde etme tarafı vardı. Aslında tabanda bu iddia edilen rahatsızlığın çok da büyük olmadığını gösteriyordu. Rasyonel olarak bakıldığında tabanların, partilerin, yönetim kademeleri ya da kadrolarından daha ilerde olduğunu, muhalefetin ortak zemini konusunda son derece müsamahakâr, çok daha esnek olduğunu ve aslında iktidarın kutuplaştırma gayretlerinin de eskisi kadar sonuç vermediğini görüyoruz. Muhalefet aktörlerinin yükleneceği tutum, iktidarın kutuplaştırma ataklarını bir takım çekincelerle cevaplamaya çalışmak yerine, bu konudaki zayıflamasını kullanması, sonuç açısından da daha pozitif bir yaklaşım olacak. Önümüzdeki seçim için belirleyici olan faktör, muhalefet seçmeninin ama daha önemlisi, muhalefet seçmeninden de daha büyük bir kesimin, bu muhalefet ittifakının birlikte davranabilir ve birlikte bir şey üretebilir olduğuna ikna olması.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan HDP’yi çıldırtıyorsunuz sözünü niye söyledi?
Aslında iktidarın muhalefeti HDP üzerinden sıkıştırmaya çalışırken yapmaya çalıştığı asıl şeyi aslında bir tür ağzından kaçırdı diyebiliriz. “HDP’yi çıldırtıyorsunuz” sözü aslında iktidarın bu hamlelerle muhalefet bloğundaki birlikteliği bozmak, birilerini dışarda bırakmaya mecbur etmekle sonuç almaya çalıştığını gösteriyor.
- Muhalefete dönük asıl sıkıştırmanın nedeni HDP mi?
Evet HDP’nin dışarda bırakılması, içeriye alınması değil. İktidarın faydalı bulduğu şey bu aslında. Sonra nasıl ilerleyecek bilmiyoruz ama Erdoğan’ın, Öcalan-Demirtaş polemiğini açması ve benzeri şeylerde bu alanı kullanmakla ilgili epeyce bir niyeti olduğunu gösteriyor. Sırf bu açıdan bile muhalefetin karşı stratejisinin başka türlü kurulması gerekir. İlkeleri, demokrasiyi bir kenara bırakalım, pragmatik gerekçeler bile aslında bunu gösteriyor.
- Özellikle son zamlar, enflasyon, kur krizi sonrasında ekonomik önceliklerin çok belirleyici hale gelmesi. Bunun iktidarı sıkıştıran ama bir yandan da muhalefetin işini zorlaştıran tarafı yok mu? Sorun nedir?
Hem ekonominin genel işleyişi açısından, hem siyasetin genel işleyişi açısından, hem devletin genel işleyişi açısından çok sert bir bozulma var. Önce temel tercihleri ortaya koyup buna ilişkin çözümler üretmekten çok, bu çözümlerin konuşulabileceği, tartışılabileceği ve nispeten uygulanabileceği zemini yeniden kurmak gibi bir misyon var. Şimdi herkesin büyük ölçüde bu muhalefet ittifakına biçtiği rol böyle.
- Toplumun çoğu o bozulmanın farkında mı?
Farkında ve asıl işte bu bozulmanın öncelikle tamiri gibi bir görev var. Pek çok aktörün bunun içerisinde sorumluluk alarak yer alması gerektiğini herkes kabul ediyor. Bu muhalefet cephesinin avantajı. Dezavantajı da şu: Bu sorunların büyüklüğü ve bozulmanın derinliği hızlı ve etkili bir müdahaleyi gerekli kılıyor. Şimdi son olarak İmamoğlu’nun “bu sistem değişikliğine pek zaman olmayabilir, çözülmesi gereken acil meseleler var” çıkışında da bunu görüyoruz. Sadece bir sistem değişikliği iddiası ve genişletilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistemin yeniden ihyası gibi bir persfektif, şu anda toplumda iyice birikmiş beklentileri karşılamaya yeterli değil; bu da dezavantaj. Şimdi bu ikisinin arasında bir denge tutturmak zorunda. Birini diğerine feda etmeden bir çizgi yürütmek zorunda. Bir arada olmayı büyüterek nitelikli hale getirmek zorundalar. Sadece niceliksel sayısal bir büyümenin de bir anlamı yok, bunu içeriklendirmek zorundalar. Ayrıca siyaset başta olmak üzere, bütün bozulmuş sistemi yeniden bir zemine oturtacak değişikliği başlatmak zorundalar. Acil sorunlara hızlı çözümler üretmek zorundalar. Bu çok zor bir denklem. Muhalefet mevcut sorunları yaratan zemini değiştirerek çok acil bir takım revizyon tedbirleri ile bir zemine oturtulması mümkün olabilir ama bunu sağlayabilmek için de bunun olabileceğine inandırması gerekiyor.
- Topluma bir güven vaat ediyor mu?
Henüz o aşamaya getirebilmiş değil. Bu zaman alacak bir durum. Bu yüzden muhalefeti eleştirmek ile eleştirildiğimiz konu bu. Bu konuda fazla yavaş. Bir arada durma meselesini çok önemsedikleri için bu birliktelikten çıkacak şeyi kamuoyuyla paylaşma konusunda geciktiklerini ve yavaş davrandıklarını düşünüyorum.
- Kılıçdaroğlu daha önce bir “helalleşme” çıkışı yaptı şimdi de onu tekrar gündeme getirdi. Bu çıkışın asıl amacı nedir?
Bu “helalleşme” çıkışı büyük ölçüde kararsız olan, daha endişeli muhafazakâr diye düşünülen çeşitli kesimlerin kaygı ve tereddütlerini biraz yatıştırmaya dönük bir çıkıştı. Aslında daha sonra onu biraz daha içeriklendirdi ve daha geniş bir toplumsal mesele olarak ele aldı. Başka unsurları da helalleşmenin içine kattığını söyledi ama o da tıpkı diğer meseleler gibi içerik kazandırılması gereken bir şey. Slogan seviyesinden daha kuvvetli içeriklere dönüştürülmesi gereken bir durum. Bu konuda açıkçası birkaç tane daha bireysel tutum sayılabilecek çıkışı yaptı. Kürt meselesiyle ilgili yaptı, “Mecliste çözülmeli” dedi, “HDP meşru muhataptır” dedi, “Kürt Sorununun çözümü Diyarbakır’dan geçiyor bunu çözeceğiz” dedi. Böyle bir perspektif koyduğunu söyledi ama bunların bir vaat olmaktan çok içeriklendirilmesi gerekiyor.
- Gelecek ve Deva partisi çözüm sürecinde iktidar kanadındaydı.. Masa devrildiğinde, savaş politikaları devreye sokulduğunda Davutoğlu Başbakandı. Diğer tarafta İYİ parti var. Buradan bir demokratikleşme ve Kürt sonunun çözümü konusunda bir birliktelik ortaya çıkabilir mi?
Zor bir durum. Zor bir denklem. Özellikle orada Davutoğlu’nun geçmiş sicili ama daha önemlisi İYİ Parti’nin kendi taban ve teşkilatına ilişkin hassasiyetleri önemli bir baraj oluşturuyor. CHP’nin hatta DEVA Partisi, ve Saadet Partisinin de onlar kadar yüksek rezervlerinin olmadığını görüyoruz HDP ile ilişki meselesi açısından. Ama anti-sol tutum bakımından daha ortak çizgide buluştuklarını söyleyebiliriz. Biraz süreç içerisinde ve seçime daha yaklaşıldığında demokratik perspektifin ve sistem tartışmasının meşruiyet sınırlarını yeniden tarif ederken bu konuları ve bu konuların meşru temsilcilerini muhatap kabul ettiklerini söyleyerek ve göstererek ortaya koyabilirler. Bu en azından şimdi gelinen nokta itibariyle, eğer dediğimiz gibi masa birlikte durma sorumluluğuna evriltilebilirse, ortak sorumluluğa dönüşür. Ama bu bir garanti içermiyor, bir risk de içeriyor. Eğer, o masa bu tür iddiaların pazarlık kozuna dönüştüğü bir masa halinde kalmaya devam ederse -ki şu anda büyük ölçüde öyle görünüyor- tam tersi bir süreci yaşayabiliriz.
- Masa devrilir mi?
Masa dağılmasa bile çıkacak sonuç o kadar tatmin edici olmayabilir. Hatta kazanılmış seçimin bile büyük bir zafer olmayacağı bir tabloyu görebiliriz. Gerçekten demokratik, çoğulcu bir Türkiye’ye ulaşma iddiası açısından. Şu anda “Kurtulalım, bitsin, Erdoğan iktidarı son bulsun” muhalefetin varlık sebebi bundan ibaret. Türkiye defalarca bu tür “bir gitsinler de sonrasına bakarız” söyleminin daha kötü seçenekler olarak önümüze geldiği dönemleri yaşattı bize. 90’lar böyleydi. 12 Eylül ve ANAP döneminin sonlanmasıyla başka bir Türkiye olacağı varsayılan 90’lar, çok daha beter bir dinamik yarattı.
- Peki, neden 28 Şubat?
Bence özellikle AKP’den kopan partilerin bu platfomla ilgili bir kompleksleri olmadığını göstermek için bu tarihten özel olarak kaçınmadılar. Kılıçdaroğlu’nun helalleşme söylemini desteklemek açısından “biz o tarihi kırılmayı aştık” iddiasını gösteriyor. Bence iktidarın önemli bir istismar silahını elinden almaya yarayacak düşük profilli bir meydan okuma gibi kurgulanmış sanki. Keşke iktidarın kullandığı başka istismar silahları için de aynı cesaret gösterilse.
- HDP bütün baskılara karşı nasıl bir siyaset yaptığını düşünüyorsun?
HDP’ye yaratılan kısıtlı alan, sürekli üzerine gidilen zorlayıcı hamleler karşısında bütün anketlerde en kararlı ve politik rasyonalitesi de en yüksek seçmenin HDP seçmeni olduğunu görüyoruz. HDP’nin “Tutum Belgesi” ile birlikte buna uyumlu bir çizgi tutturmaya çalıştığını da görüyoruz ama o kadar çok değişken bunun önünde engel oluşturmaya çalışıyor ki. En başta iktidarın bütün medya gücü ve yargısı ve polisiyle her türlü devlet gücüyle üstüne çulladığı bir durum var. Kendini ifade etme kanalları açısından son derece sınırlı imkânlara sahip, üstelik de iktidarın bu atakları yüzünden muhalefet cephesinde ‘sorunlu aktör’ muamelesi görmeye devam ediyor. Bütün bunları birlikte değerlendirdiğimizde, kendi imkânlarının çok üzerinde politik etki yaratabildiğini ve daha önemlisi çok önemli bir dinamiği, önemli bir politik aktör olarak taşıyabildiğini görüyoruz. Bence takdir edilmesi gerekir. Tabii ki burada bir takım zaaflar söz konusu olabilir, eleştirilecek tarafları da olabilir ama bu faktörleri tartmadan tartışmak çok gerçekçi değil. Mesafe ayarları açısından da HDP’nin suçlandığına tanık oluyoruz ama mesafe ayarları açısından herkesin sorunları var.
Kemal Can’ın derdi ne?
Ben öncelikle Türkiye’nin pek çok meselesinin çözümünün siyasetin algısının değişmesiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Aslında Türkiye’de siyasetin algısı ile ilgili bozulma da son 20 yılın eseri değil. Son 50 yılın mahsulü. İşte bu siyaset algısının, siyasetin sadece seçimlere endeksli ve seçimleri kazananın belirleyici olduğu bir dinamikten ibaret. Teknik bir konu haline dönüşmesi ve siyaseti belirleyecek toplumsal dinamiklerle siyasi aktörlerin ilişkisinin kopmasından kaynaklanan bir sorun olduğunu düşünüyorum. Dert bu!
Bugün Türkiye’ye has bir şey de değil, bütün dünya aslında benzer bir sorunu yaşıyor. Neo-liberal siyaset mimarisinin eseri olarak siyaseti çok teknik bir meseleye indirgeyen, siyasi aktörleri bir tür projeci ve siyasi iletişimcilerden ibaret bir pazarlama takımına çeviren tutumun etkisinden ortaya çıkmış bir durum. Bunun karşılığında o hiçbir şey söylemeyen ve giderek sağa kayan merkezin radikalize olması ve bugün popülist-otoriter sağ iktidarları reaksiyon olarak önümüze getiren sürecin tersine çevrilmesi ve siyasetin yeniden taban dinamiklerinin belirleyiciliğine açıldığı Türkiye’nin ve aslında Dünyanın siyasi krizinin çözümü olduğunu düşünüyorum.