Türkiye’nin önümüzdeki günlerde TBMM’de imzalanacağı açıklanan Paris İklim Anlaşması’yla küresel sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlandırmak ve 2050’ye kadar sera gazı emisyonlarını sıfırlamak için verilen taahhütleri hayata geçirmesi gerekiyor. Bilim insanlarının dünya çapındaki ortalama sıcaklıkların şu anda 1850-1900’den 1,2 derece daha yüksek olduğunu söylüyor olması ise dikkat çekici.
Dünya Meteoroloji Örgütü, 2020 ile 2024 arasında tek bir ayda 1,5 derece ısınmanın aşılma olasılığını yüzde 70 olarak açıklıyor. Dünyanın en sıcak 10 yılı ise 2011-2020 yıllarında kaydedilirken, 2020 yılı sanayileşme öncesine göre 1,2 derece daha sıcak hale geldi. Bu süreçte en çarpıcı nokta ise her yıl sıcaklığın bir önceki yıla göre artış gösteriyor olmasıydı.
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada, “Türkiye 2053 vizyonumuzun en kritik hedeflerinden biri olduğuna inandığım, iklim değişikliği konusunda tarihi bir adım atıyor. Son dönemde yaşanan gelişmeler ve ülkemize verilen ‘taahhütler’ sebebiyle yeni yasama yılında bu anlaşmayı onaylama kararı aldık. Şimdi bunu Paris İklim Anlaşması ile pekiştiriyoruz. Orta ve uzun vadeli tüm kalkınma programlarımızı yeşil kalkınma devrimini gerektirdiği rehberle hazırlayacağız” diye belirtmişti.
Erdoğan’ın sözleri üzerinden bir düşünün 2050 yılına kadar sıfır emisyonu sağlamak ve küresel ısınmayı engellemek sizce mümkün mü? Erdoğan’ın konuşmasında vurguladığı ‘verilen taahhütler sebebiyle’ ifadesi onun tek motivasyonudur. Dünya kapitalizminin de tek motivasyonu budur. Ancak Türkiye’nin motivasyonu ile Almanya’nınki arasında farklılıklar var. Almanya, Türkiye gibi ülkeleri motive edecek olan kredileri veren ülkeler içinde yer alırken, Alman sermayesi enerji üretimlerinde ‘alternatif enerji’ edebiyatının uzun yıllardır başını çekiyor ve sermaye için yeni birikim alanı yaratma noktasında çoktan hazırlandılar. Paris Anlaşması’yla sorunun çözülebileceğini düşünmek için hiçbir nedenimiz yok. Kapitalizm doğası gereği sınırsız üretim ve sınırsız tüketim politikalarını sürdürmek zorunda. Karbon salınımlarının düşürülme hedefi ise artık irtifa kaybeden ve sürekli krizler yaşayan kapitalizmin yeni bir büyüme alanı yaratmak dışında farklı bir derdi olduğunu düşünmek aymazlık olacaktır. Artık yolun sonundayız! Doğayla birlikte insanlığın sonunu hazırlayan ve buna dur diyebilme ihtimali asla olmayan bir kapitalist sistemin içindeyiz. Kendi adıma ben de ortaya konan hedeflere ve yapılan anlaşmalara inanmak isterdim. Ancak 60 yıllık yaşamımda kapitalizmin nelere kadir olduğunu yeterince görmem nedeniyle buna inanmam mümkün değil. Kapitalizm koşullarında yaşamı ileriye taşıma olasılığı artık tükenmiştir. Can havli ile yaşamın her alanını birikim süreçlerine bağlamaya çalışan kapitalizmden ve sermaye iktidarlarından kurtulmak, yaşamın ileriye taşınabilmesi için bir zorunluluk halini almıştır.
Basit bir eşleştirme yapalım: Kapitalizm emek sömürüsü olmadan kendini nasıl var edemiyorsa doğa sömürüsü olmadan da bunu sağlaması olanaksızdır. Diyelim ki karbon yakıtlarından vazgeçildi. Peki, bu durumda doğa ve emek sömürüsü rafa mı kalkacak. Bu imkansız ve doğa sömürüsü katlanarak devam edecek. Bugün yaşadığımız ekolojik kriz ısınmadan kaynaklı değil. Isınma küresel boyutta süren ekolojik krizin bir sonucudur. Ve tek çare kapitalizm illetinden kurtulmakta yatmaktadır. Antikapitalistlerin bu anlaşmaların tarafı olması ise kabul edilebilir bir şey olmayacaktır.