Saldırı, cinayet, zam, zulüm… Her şeyi açıkça yapıyorlar. Korkunun biat kültürünü beslediğini, gerçeği haykıracak kimsenin kalmadığı ortamda örgütlü muhalefetin dağılacağını hesap ediyorlar. Sadece katil ve gaspçı değiller, zulmetmekten sadistçe zevk alıyorlar. 2022 Yılına beş dakika kala akaryakıta, elektriğe, doğalgaza, vergi ve harçlara astronomik oranlarda zam yaparken halkı soymakla kalmıyorlar, “ekonomik zafer” ilan ederek halkla dalga geçiyorlar. Kimsenin onlardan hesap soramayacağını, devleti ele geçirdikleri için ilelebet iktidar kalacaklarını zannediyorlar.
Deniz Poyraz’ın katledilmesi tedavülde tutulan korku iklimi yaratma planın bir parçasıydı. HDP İzmir İl merkezine saldırının oluş biçimi ve sonrasındaki gelişmeler “ben bu anı daha önce yaşamıştım” (dejavu) hissi uyandırıyor bizlerde. Keza geçtiğimiz hafta İstanbul’da HDP’ye karşı gerçekleştirilen yarım kalan saldırı girişimi de geleneksel faşist saldırılardan biriydi. Sivas katliamı davası, faili meçhul-Susurluk davaları, Gazi katliamı, Hrant Dink, Ethem Sarısülük, Suruç, 10 Ekim Gar katliamı ve binlerce benzer davada katillerin “arkamda devlet var” edasıyla davranmaları kesinlikle rastlantı değil. Deniz Poyraz’ı örgütlü ve planlı şekilde katleden Onur Gencer’in faşist bir katil olduğunu ve katile katil gibi davranılması gerektiğini söyleyen Pervin Buldan’a jet hızıyla soruşturma başlatılması Onur Gencer isimli katilin sahipsiz olmadığını kanıtlıyor.
Mahkemenin Savcısı, cinayetin bireysel olduğunu, herhangi bir örgütlü yapı tespit edilemediğini iddia ediyor. Katilin Ankara emniyetinden sivil bir memur ile olan yakın ilişkisi, Suriye’de silah eğitimi alması, cinayet sonrası iki askerin telefonla katili araması savcının ilgisine mazhar olamamış. HDP’yi “terör yuvası” diyerek hedef gösteren AKP-MHP çetesine yönelik dosyaya bir materyal konulmasını zaten beklemek lüks olurdu. Faşist katilin mahkeme salonundaki rahatlığı, “devlet için kurşun atan bizim çocuk” muamelesi görmesi Hrant Dink davasının tetikçisi Ogün Samast’a yapılan muameleyi anımsatıyor. Her ne kadar son aşamada Dink cinayeti Fethullaçı emniyetçilerin üzerine atıldıysa da cinayetin baştan sonra emir komuta zinciri içinde “resmi akıl” tarafından işlendiği zaten ortaya çıkmıştı. Ogün Samast’a bayraklı zafer posteri çektiren kolluk, Onur Gencer’e mahkeme salonunda zafer yürüyüşü yaptırıyor.
İşkence, katliam, gözaltında kaybetme vb. gibi geçmişten bugüne sürekli maruz kalınan olayların faallerine katil, işkenceci derseniz eğer Polis teyakkuza geçer, Savcılar soruşturma açmak için nöbet bekler, mahkemeler hukukun bütün hilelerini faalin lehine, mağdurun aleyhine işletir. S. Demirel’in “bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” sözüyle başlayan, Tansu Çiller’in “devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidirler” sözüyle devam eden gelenek nedeniyle katile katil demek büyük suçtur. Gözaltında işkencenin sistematik olduğunu en yetkili devlet yöneticilerden duymuş olmamız bize “polis işkence yapıyor” deme hakkını vermez! Yedi TİP’li öğrenciyi telle boğarak katleden Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı’ya katil demek kolay değildir? Katledilenleri mezar başında anmak ise “terör propagandası” sayılarak tutuklanmaya yol açabilir.
Selefi katillere “ılımlı muhalif”, faşist katillere “kahraman” payesi verilirken, hayatında karıncayı incitmemiş insanlar gerçekte olmayan gizli tanık ifadeleriyle on yıllarca hapse mahkûm ediliyor, mahkemeler ceza yağdırmak için sebebe bile ihtiyaç duymuyor. Faşist terörün ayyuka çıktığı ortamda özgürlük savunucularının yaptığı eylem değil, varlığı suç sayılıyor. Tüm bunlar katile katil, işkenceciye işkenceci, soyguncuya soyguncu dedirtmemek için. Zamma “fiyat ayarlaması”, katliam girişimine “HDP binasında hareketli saatler”, katile “abicim” diyenler yaslandıkları kralla birlikte çöküyor. Zam-zulümle başlayan yeni yıl, her şeye rağmen diz çökmeyenlerin, biat etmeyenlerin ferasetiyle “bizim sokağımıza da bahar gelecek” diyebileceğimiz günleri bağrında taşıyor.