Esad’ın ülkeyi terk etmesi ve HTŞ’nin Şam’ı teslim almasıyla birlikte bir diktatörlük daha yıkılmış oldu. Halkını baskıyla yöneten tüm otoriter rejimler gibi 61 yıllık Esad rejimi de er ya da geç yıkılmaya mahkumdu ve yıkıldı. Bu yıkıntıdan geriye alt yapısı, ekonomisi ve en önemlisi toplumsal yapısı çökmüş, kültürel varlığı tahrip edilmiş bir ülke kaldı. Suriye’de otokratik rejimin yıkılması; yıllardır baskı altında ezilen, 13 yıldır süren iç savaşta yüzbinlerce canını kaybeden, milyonların göç etmek zorunda kaldığı halklar için sevindiricidir elbette.
Ancak şunu da unutmamak gerekir: Otokratik rejimlerin yıkılması, bunların yerine her zaman daha demokratik bir rejimin kurulacağı anlamına gelmez. Demokratik bir rejim ancak o ülke halklarının gerçekleştireceği toplumsal hareketlerin sonrasında oluşabilir. Oysa diktatörlükler, halk üzerinde kurduğu baskı ile muhalif hareketlerin oluşmasına ve mücadelesine olanak vermez. Bu nedenle tıpkı İran, Mısır, Tunus, Irak, Libya vb olduğu gibi yıkılan diktatörlüklerin yerine ancak eskisini aratmayacak otoriter rejimler kurulabilir.
Suriye’deki durum saydığımız bu ülkelerden farklı değildir; Esad’ı deviren HTŞ, ezilen Suriye halklarını içeren bir hareket değildir. Rejimin anahtarlarını 13 gün gibi son derece kısa bir sürede teslim alan ve yeni rejimi inşa etmesi beklenen HTŞ, emperyalist güçlerin güdümünde kurulmuş, eğitilip, donatılmış ve terörist olarak kabul edilen bir hareketten devşirilen -eli kanlı- cihatçılardan oluşan bir yapıdır. Sakallarını kestikleri ya da takım elbise giydikleri için bu devşirme cihatçıların kuracağı rejimden halka barış, refah, huzur getirmesini beklemek aşırı iyimserlik -hatta saflık- olur! Keza Şam’ın yönetimini devralan ve kurulacak hükümette söz sahibi olacağı anlaşılan kişiler, Taliban’a benzemeyecekleri ve halklar arasında ayrımcılık yapmayacakları yönünde mesajlar verse de yeni rejimin şeriata dayalı olacağını da açıkça beyan etmektedirler.
Suriye gibi birçok farklı din, mezhep ve etnik kökenden halkların oluşturduğu bir ülkeyi şer’i hukukla yönetme niyeti bile başlı başına yeni rejimde demokrasiden, özgürlüklerden, eşit yurttaşlıktan söz edilemeyeceğini göstermektedir. Laik, demokratik bir rejim kurma iradesi ortaya koyamayan ülkelerin toplumsal barışı ve dolayısıyla istikrarı, huzuru ve refahı temin etmesi de mümkün değildir. Hal böyle olunca, Suriye’nin de halkın ihtiyaçlarına göre değil Ortadoğu üzerinden paylaşım mücadelesi yürüten emperyalist güçlerin çıkarlarına göre yeniden dizayn edilmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Serbestiyet haber sitesinin 10 Aralık’ta Reuters’a dayanarak verdiği habere göre, Şam Ticaret Odaları Başkanı Bassel Hamwi, “Suriye’nin yeni hükümetinin, iş dünyası liderleriyle görüştüğünü, yeni dönemde ‘serbest piyasa modelini benimseneceğini’ belirtmiş ve ülkenin ‘küresel ekonomiye entegre edileceği’ sözünü verdiğini” açıklamıştır. Daha hükümet bile resmen kurulmadan uluslararası sermayeye verilen bu söz, Suriye’de yeni rejimin önümüzdeki süreçte izleyeceği yönü de ortaya koymaktadır.
Suriye’de yaşanan savaş, yıkılan ve onun yerine kurulan rejim… Tüm bunların sadece Suriye’ye özgü olmayıp, Ortadoğu’nun tümünü içeren bir projenin parçası olduğu Cumhuriyet Gazetesi’nde Barış Terkoğlu’nun 12 Aralık’ta yayınlanan makalesinde söz ettiği “Levant Entegrasyonunun Ekonomik Faydalarının Tahmini” başlıklı rapor ile de tasdik edilmektedir. ABD ordusu için çalışmalar yapan düşünce kuruluşu Rand Corporation tarafından beş yıl önce hazırlanan bu raporda; Mısır’dan başlayarak İsrail, Filistin, Ürdün, Lübnan, Irak, Suriye ve nihayet Türkiye’yi içeren -Akdeniz’in doğusu olarak da tarif edilen- “Levant” bölgesinin Serbest Ticaret Anlaşması ile yan yana getirilmesi öngörülmektedir.
Terkoğlu’nun dikkat çektiği rapor son derece önemlidir ve Ortadoğu’nun yakın tarihi de bu raporda yer verilen perspektifle örtüşmektedir. Bu bağlamda Ortadoğu, 20. yüzyıl başlarında gerçekleşen birinci paylaşım savaşından bu yana emperyalizmin güdümünde olmuş, kimi zaman darbelerle kimi zaman isyanlar, iç çatışmalar ve savaşlarla emperyalizmin çıkarlarına göre dizayn edilmeye çalışılmış bir coğrafyadır. Türkiye ve Mısır, askeri darbelerle kurulan otokratik rejimler sayesinde 80’lerden itibaren küreselleşen kapitalist üretim sistemine dahil olurken, diğer Ortadoğu ülkelerinde entegrasyon istendiği ölçüde gerçekleştirilememiştir.
Doğu Bloku’nun çözülmesiyle birlikte Doğu Bloku’na yakın olan ülkelerden önce Irak’ta Saddam rejimi yıkılmış ve yerine emperyalizmin güdümünde yeni bir rejim kurulmuştur. ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki temsilcisi olan İsrail’in özellikle 7 Ekim 2023’te Hamas’ın başlattığı saldırılar üzerine Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım ve işgal; ardından Lübnan’a yönelik saldırılar ile Hizbullah ve Hamas gibi İslami örgütlerin yanı sıra İran’ın da bölgedeki etkisinin kırılması, bu bölgelerin emperyalizmin çıkarlarına uygun hale gelmesinde önemli bir aşama olmuştur. Ve nihayet Suriye’de 2011’de başlayan ve 13 yıl süren iç savaşın sonucunda yıkılan Esad rejiminin yerine emperyalizmin çıkarlarına hizmet edecek yeni bir rejim kurulmaktadır (Ürdün’de yönetim zaten emperyalizmin çıkarlarına karşı bir tavır sergilemediği için -savaş, iç çatışma, darbe vb-yeniden yapılanma hamlelerinin dışında kalmıştır.).
Sonuç olarak, Suriye’de Esad rejiminin yıkılmasıyla ve İsrail’in Filistin ve Lübnan’ı hedef alan saldırılarıyla birlikte Terkoğlu’nun gündeme getirdiği raporda söz edilen “Levant” bölgesindeki tüm eksikler tamamlanmıştır. Böylece Ortadoğu, yeraltı ve yer üstü kaynaklarının yanı sıra üretim ve ticaret alanı olarak da sermaye birikimine sağlayacağı katkı ile kapitalizmin içinde bulunduğu krizi aşması için yeni fırsatlar sunacak hale getirilmiştir.
Kapitalizmin sürdürülebilmesi için yaratılan bu fırsatın bedelini bugüne kadar savaşlarda ölen, sakat kalan, yerini yurdunu geride bırakıp göç eden, açlığa, sefalete sürüklenen Ortadoğu halkları ödemiştir. Emperyalist ülkelerin kurmaya çalıştığı yeni düzende, halkların -otoriter rejimlerin baskısı altında- karınlarını bile doyuramayacakları ücretler karşılığında dahil edilecekleri üretim sürecinde terini ve kanını dökerek bu bedeli ödemeye devam etmesi istenmektedir. Halkların nesillerdir süren savaşın, sömürünün yarattığı acılara son vererek özgürleşmesi için, önce kendi aralarında barışı sağlaması sonra da emperyalizme ve onun maşası olan otokratik rejimlere karşı ortak bir mücadeleye girişmesinden başka bir yol olduğunu düşünmüyorum.