Kritik konuya girmeden yatıştırıcı bir girizgah yapayım:
Eskiden “üniversite diploması olmayan Erdoğan aday olabilir mi?” kavgası vardı. Bana göre ilkokula bile gitmemiş okuryazar emekçi, Cumhurbaşkanı olabilmeli. Şimdi yeni bir soru var: “Erdoğan üçüncü defa aday olabilir mi?”
Kendi anayasalarına göre “olamaz.” Olursa ne olur? Şimdiye kadar ne olduysa o olur.Tartışmaya değmez. Değmez ama, yine de birileri Erdoğan’ın adaylığına, gürültü patırtı yapmadan, “aday yaptırmama kampanyaları açmadan”, hukuki gerekçesini kuvvetle yazıp, resmen itiraz etmeli.İlerde lazım olacaktır. Çünkü üçüncü defa aday olmak, anayasa suçudur. Kayda geçsin, yeter. Ama yine de işlenen suçların en hafifidir. Sonuçta adam “aday” olacak. Zorla Cumhurbaşkanı olmayacak. Seçmen oy verirse ne ala. Vermezse hava alacak.
Keşke şu yazdığıma kendim de inansam. Asıl “suç” anayasaya aykırı olarak aday olmak değil, seçimi halkın elinden zorla almaktır. Aldığına göre, yine almaya kalkacak demektir. İşte bu en büyük suçtur. Bu suçu her türlü yöntemle halk direnişi paklar. Ve bu suç Türkiye’de “ezelden” beri işlenmekte. Şu anda da işlenmeye devam etmekte.
HDP kapatma şantajı ile seçime katılamayacak. HDP’liler kendi partilerinin listesinden değil, bir başka partinin listesinden aday olabilecek. Bu satırları yazar yazmaz, aklıma garip bir düşünce geldi. Sahi yahu, koskoca HDP küçücük bir partiyle “tek ve ortak” bir liste yapıyor, ama Emek ve Özgürlük İttifakı’nın, isimleri şu sıra lazım değil, iki ortağı böyle bir liste birliğini “tartışıyor”, nihayetinde “uzlaşma” oluyor. Hepsi “müttefik” oysa. Yani zaten “uzlaşmışlar.” Al sana bir uzlaşma daha. İyi de ya “uzlaşma” olmasaydı? Al sana Millet İttifakı’nın başına gelenin bir benzeri daha.
Aman yanlış anlaşılmasın. “Uzlaşma” iyi olmuştur. Olmamasından olması hayırlıdır. Bu yazıyı yazarken o uzlaşmanın somut halinden haberim yoktu. İlerde açıklanacak. Ne açıklanırsa açıklansın başım üstünde yeri var. Seçime dağılmadan girilsin de nasıl girilirse girilsin. Çünkü asıl mesele “seçime nasıl girileceği” değil, “seçimden nasıl çıkılacağıdır.”
Adaylık “pazarlıkları” inşallah yeni “uzlaşmaları” zorunlu kılmaz. Özellikle Kürdistan seçmeninin sabrını zorlamamayı tavsiye ederim. Şu karanlık koşullarda HDP tabanının tercihlerini azami demokratik ölçüde saptamak muhtemelen zor olacak. İttifak partilerinin oy oranlarına göre bir aday dağılımı da kolay değil.
Fakat bilelim ki, aday listesi nasıl olursa olsun, kime ne oranda yer ayrılırsa ayrılsın, bu seçim, iddia ediyorum, ister Erdoğan kaybetsin, ister kazansın, topu topu ya bir yıl, en fazla iki yıllık bir ömre sahip olacak. Bundan sonra ya yeni bir “erken seçim”e gidilecek ya da “seçimsiz faşizm” ülkenin üstüne çökecek.
O nedenle esas olan, Emek ve Özgürlük İttifakı’nda her bir partinin kaç vekil çıkartacağı değil ittifakın kaç vekil çıkaracağıdır, daha da önemlisi İttifakı güçlendirmek ve seçimin gecesinden başlayarak derin kriz koşullarında sürecek olan mücadeleye hazırlamaktır.
Seçime kadar geçecek sürede olanlar mı, yoksa seçim gecesi ve sonrası mı önemli diye bana soracak olursanız, “seçim gecesi ve sonrası” derim. Neden? Çünkü bu seçimde Erdoğan iktidarına son verilse bile, ne Kürt sorunu, ne Alevi sorunu, ne kadın sorunu, ne emeğin istismarı sorunu, ne ekolojik denge sorunu çözülmeyecek. Yani ister “demokratik” ister sosyalist deyin “devrim” olmayacak. Olmayacak ama, seçimin gecesi “devrim ve karşı devrim” diyalektiği çalışmaya başlayacak. Ülkede devrimci duruma dönüşecek bir ortam var. Ve bu ortamı parti başına düşen vekil sayısı değil, tüm partilerin devrimci sıradan üyeleri, onların örgütlülük ve mücadele düzeyleri, kararlılıkları ve bilinçleri olgunlaştıracak.
Ve işte burada, partilerin oy oranları değil, sokaktaki, kitle içindeki kuvvetleri belirleyici olacak. Ben HDP ve mütteki sosyalist partilerin bu devrimci perspektife sahip olduklarına inanıyorum. O nedenle de onların, Lenin’in tabiriyle bir tas mercimek çorbası için “uzlaşmalar” yolunda kendilerini yormayacaklarını, Erdoğan rejimine son verdikten sonra atılacakları mücadeleye hazırlanmayı temel mesele sayacaklarını düşünüyorum.
Çünkü yalnız Türkiye’nin geleceği değil, seçimi kazandığında Kılıçdaroğlu’nun da, hatta Altılı Masa’nın da kaderi onların bu mücadelesine bağlı kalacak.
Yaşadığımız görünüşte bir “seçim süreci” olsa da gerçekte “devrimci süreçtir”, önümüz “parlamenter mücadelenin, “parlamento dışı mücadeleye” tabi olacağı bir dönem olacaktır. Parlamentarist beklentiler seçim günü sona erecek, devrimci umutlar aynı gece yeşerecektir.
Özetle, bu gerçeği gören HDP aday dağılımında anlamsız bir cimrilikte olmamalı, müttefikleri de anlamsız bir açgözlülük yapmamalı. Çünkü devrimci süreçte işçi sınıfının, emekçi halkın “vekilleri” değil, kendileri harekete geçecektir.
Seçime kadar hedef en az 100 vekil, seçim gecesinden hemen sonra milyonlarca “müvekkil” olsun..