Mecbur bir kapan
Elde kalanla elde edilenin çelişkisi bizi götürüp yanlış başladığımız yere vardırır. Demek ki yol, istikamet ya da pusula umursamıyor. Feylesofların ve cümle dervişlerin idrak ettiğidir: Yol götürmez, yola çıkmak birleştirir bizi ve karşılaştırır. Kimi zaman karşı karşıya da geliriz, insanız, iyiyi ve kötüyü bellemiş hatta kanıksamışız. İlk itaat ilk isyanın önüne geçtiğinden beri, kederin kaderine mahkum olduk.
Güç ve zehir iç içe. Ölmek ve yaşamak kavgasında matemin cevabı bir ömür, bir de bir asır sürer. Mekânın ablukası, sırrın yükü, acı eşiğinin sınırı bir tertibat. Dilimizde ısrarla veya şantajla yer bulmuş bir hüsran, dünyanın kabusuna aldanmış bir yenilgi, her konuşmada, her temasta kendini var eden bir boşluk. Sallantıdayız evet ve kimde sallandığımız, nereden kovulduğumuz meşhur bir meçhul.
Yeni çağlar açılıyor, eski çağlar kapanıyor bir cümle içinde. Suçlar ve günahlar, ezberlenmiş hatalar, birbirine benzeyen ve bir sonrakine devreden mağlubiyetler. Bizi bunlara mecbur bırakan, sonra olmadı hapseden kurallar, dünyayı etrafımızda döndürürken, bizi kendi içimizde söndürüyor.
Hayat hatalara müstahak ve mubah. Yeter ki yerini ve zamanını bulsun ve oraya yerleşsin. Kovulmak başka bir kapıda kabul edilmek anlamına geliyor yaşam içinde. İçinde olunca birçok şeyin, pencerelerin bir yerinde oturabilir, söz hakkı edinebilir insan. Yeterki neye ve kime yettiğinin özgürlüğü onu yakalasın ve orada kalabilsin. Sınır ve tahammül en çok böyle bir zeminde adım atabilir.
Hayret buyurduğumuz her şey yaşandı, yok, olmaz dediğimiz her şey görüldü. Oldu, olacak sandığımız her şey ıskalandı. Vardık ama var olmak istediğimiz bir dünya bizden kaçtı ya da biz o dünyaya alışamadık. Budur keder, burada kahır, yenilmek ve delirmek bu enkazda birbirini buldu. Harcandığımız bir tahayyül, harmanlayamadığımız bir geçmiş, sonra rüya, işte böyle kalakaldık.
Hayal var ve beraberinde taşıdığı hayal kırıklığı diye bir gerçek var; her an ve her yerde kendini gösterebilecek bir tehdit. Onunla yaşıyor, onsuz bu gerçeğe tahammül edemiyoruz. Hayalsiz nefes almanın imkansız gibi bir şey olduğu bu yerde, kapana kısılmış gibiyiz.
Zamandan azat edilmiş bir mekân yok, mekândan kurtulmuş bir zaman yok. Kuşatılmak, dermanla ve aynı zamanda dertle. İnsan hep yük taşır, sonra taşıdığı yükün altında ezilir; bu bir hayatta kalma ve olma stratejisi.
Dünya yalnız, biz içinde daha da yalnızız. İnsan bir iftiradır diye bir tertip, temkinli bir yakarış lazım. Bir kuytuda yitmek, bir pencerede solmak, bir çöl rüzgarıyla savrulmak, bir uçurumun eşiğinden düşmek. Rüya ya da dünya, oradayız. Zaten her şey bir imtihan, rolü çalınmış bir oynayan.
Kelimelere sığmayan, hatta yanaşmayan acılar var. Eder ve edilen bu değil, rivayet olsun, masal olsun ama yazılamasın. Evet, bu dünyaya en çok yakışan da bu ve yaşananlara en adil ödül. Varsın bir söylence, dilden dile bir emanet olarak kalsın. Çünkü bazı acılar sadece şahit arar; görülsün, duyulsun ve söylensin ama hiçbir yere yazılmasın ister. Belki su, o da aktığı yerde bildiğini boğsun diye.
Gün gelecek ve gelecek bir kehanetten öteye geçemeyecek. Gün geçer, ay geçer, yıl geçer, yaşananlar ve yaşatılanlar hep yerinde kalmakta ısrar eder.
Delilik ya da başka bir şey, bir gün kapı açar ve insan oradan kaçar. Hayat ve dünya ve gerçekler hep içeridir ve içerideyizdir. Bir gün gerçekler her şeyi alıp gider; gideriz dışarıya, oraya.
Haftanın kitap önerisi: Roland Barthes, Eiffel Kulesi ve Açılış Dersi / Çeviren: Sema Rifat-Mehmet Rifat, YKY