Pencerelerinden gökyüzünü görmek mümkün değil. Dahası pencereler bir de sık dokulu tel ile kaplandı. Rüzgar bile geçmiyor, geçemiyor. Günde bir saat başka yerdeki bir havalandırmaya götürülüyorsunuz
İçeriden / Hüseyin Aykol
“Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın” demişti Albert Camus. Bunca yıl sonra bu söze bir de, “bir ülkenin ne halde olduğunu -gerçekten- öğrenmek istiyorsanız; o ülkenin cezaevlerine bakın,” diye eklemek gerekiyor sanırım!
Adalet Bakanlığı’nın her ayın başında güncellediği verilere göre, Türkiye’deki 406 cezaevinin 299 bin kişilik kapasitesi var. Aralık ayı başı itibariyle cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlü sayısı ise 378 bin kişi. Yani 79 bin kişi ya yerde, ya nöbetleşe ya da üstüne bir kat daha çıkılmış ranzalarda yatıyor.
Neyse, iktidar bu konuda müjde vermiş bulunuyor: Bu yıl, 21 cezaevi daha ‘hizmete’ açılacakmış(!)
Bu rakamları -Rusya dahil- Avrupa ülkelerindeki cezaevleriyle karşılaştırdığımızda ise durum daha da fecaat hale geliyor. Nüfusa göre cezaevlerindeki kişiler bakımından Türkiye açık ara birinci durumda. Bir de cezaevlerindeki koşullar, her geçen yıl biraz daha kötüleşiyor.
Örneğin son dönemde açılan cezaevlerine mahpuslar “kuyu tipi” ismini taktı haklı olarak. Bazılarının başına S tipi, Y tipi gibi sıfatlar takılsa da, söz konusu yüksek güvenlikli cezaevleri üç katlı. Her kattaki koridorda altı hücre var. Ancak hücrelerin kendine ait havalandırması yok.
Pencerelerinden gökyüzünü görmek mümkün değil. Dahası pencereler bir de sık dokulu tel ile kaplandı. Rüzgar bile geçmiyor, geçemiyor. Günde bir saat başka yerdeki bir havalandırmaya götürülüyorsunuz. Gardiyanlarla bile bire bir temasınız ya da görüşmeniz pek mümkün değil.
Hani şu Suriye’deki cezaevlerinin bodrum katlarını tüm dünyaya deşifre eden, lanet yağdıran iktidar medyamız var ya, şimdi onlara seslenelim: Bizdeki “kuyu tipi” cezaevlerini hükümetimiz yoksa, Suriye’den mi öykündü? Hani bir zamanlar, Esad ile Erdoğan birlikte yaz tatiline çıkıyorlardı ya…
Söz konusu rejim o zaman da iktidardaydı ve bugünlerde afişe edilen cezaevleri o gün de hıncahınç doluydu. Bunu söylerken, yüzyılın başları itibariyle Fransız-İngiliz ortak yapımı ve azınlıkların iktidara getirildiği istihbaratçı-baskıcı Baas rejimlerini savunuyor değiliz elbette. Emperyalizmin çizdiği sınırlar ve bir şekilde iktidara getirdiği azınlık kliklerin bugünkü yıkımı hazırladığını unutmuyoruz yani…
* * *
Bu hafta da, gerek postaya gelen zamlar, gerekse de daha sık verilen iletişim cezaları nedeniyle bana sadece birkaç mektup ulaştı. Söz konusu mektupların sahipleri de, bu köşenin tanıdık isimleri…
İzmir-Kırıklar 1 nolu F Tipi Cezaevi’nde tutulmakta olan Güven Usta, 25 Kasım 2024 tarihli mektubunda şöyle diyor: “Egemenlerin düşünceleri gerici olduğundan onlar ve temsilcileri düşünce üretemezler, insanlığı ileri götürecek fikirler yaratamazlar. Ne yaparlar? Kitapları yasaklayıp yakarlar ki, yeni ve ileri fikirler üretilmesin. Bizi de hücrelerde kitapsız bırakarak düşünmeyen, makul ve yönetilebilir insanlar haline getirmek istiyorlar.
Bunu yapmaları yeterli gelmiyor olacak ki, sürekli hücrelerimize gelip arama adı altında baskılarını artırmaya başladılar. Adına birbirinden farklı kavramlar koyarak yıldırma politikası uyguluyorlar. Ayda iki arama yapmaları yeterli olmuyor. Üçüncü defa arama adı altında tutsakları taciz ediyorlar. Sistematik bir baskı politikası uyguluyorlar. Elbette bu baskı politikasını uygulayan hapishane idaresinin kendi adına bir ‘başarı hikayesi’ yazarak yükselme sonrasını da unutmamak gerekir. Devlet içerisinde yükselmenin yolu bu şekilde hareket etmekle mümkün oluyor. Ancak biz tüm saldırılara karşı mücadeleye devam ediyoruz.
Hücrelerde en fazla 20 kitap bulundurulmasına izin veriliyor. 2007 yılındaki genelgeye göre haftada 10 saat uygulanması gereken sohbet hakkı burada 4 saat olarak uygulanıyor. Posta yoluyla gelen her türlü fotokopi engelleniyor. Posta yoluyla gelen her türlü doğa ve manzara fotoğrafına el konuyor. Şimdiye kadar slogan atanlara açılan soruşturmalar sonrasında direnen tutsaklara verilen ziyaret yasakları 100 ayı geçti. Jandarmanın uyguladığı aşağılayıcı ve onur kırıcı çift kelepçe ile tutsaklara hayvanca bir muamele dayatılmaktadır. Görüş süresi resmen 1.5 saat olmasına rağmen 1 saat olarak uygulanıyor. Hapishane idaresi, hesabımızda bulunan para miktarını öğrenmek isteyen ailemize bilgi vermiyor.”
* * *
Konya-Ereğli Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulmakta olan Dr. Ayhan Kavak, Adil Okay’a gönderdiği mektubunda şöyle diyor: “Uzaklara Bakamamak adlı yeni tiyatro oyunuyla alakalı ve Erdoğan arkadaşın sergi izlenimi yazılarını içeren mektubunu aldıktan sonra Ümran arkadaş ile ilgili anısına yolladığın kartı aldım. Değerli bir dosttu Ümran Düşünsel. Nasıl bir kader ki fotoğrafa şiir yazan Şemsettin Özer arkadaş da kanser olduktan sonra dışarı çıkmıştı. Umarım yaşıyordur Şemsettin arkadaş. Son safhaya geldikten sonra bırakılmıştı…
Yolladığın iki kitabın elime geçtikten sonra cevap yazarım diye düşünürken her iki kitapla alakalı verilmeyeceğine dair kararı getirdiler. Antakya Sanat Derneği’ne ait kitabın Bandrol ve ISBN numarası olmadığından verilmedi. Fevzi Karadeniz’in ‘Başım Gözüm Üstüne’si de 5275 sayılı Kanunun 62. maddesine istinaden ‘Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan hiçbir yayın hükümlüye verilmez’ denerek verilmemiş oldu. Kitabın satır aralarında memleketim ve aidiyeti belirten kelimelere dayanılarak ‘yassak’ dendi. Hasılı kitaplar geldi diye sevinirken hüsrana uğradık. Rutine binmiş hali pür melalimiz böyle işte…”
Bu arada dostların, canların selamları için de teşekkürler. Bu ellerde yatar dururuz. Her selamın bir başka anlamı, değeri vardır. Umarım ve dilerim ki tez elden ‘Uzaklara Bakamamak’ tiyatro oyunun basılır ve oynanır… Bu koşuşturmada çıkaracağına sevindim. Şimdiden başarılar dilerim… Bunun dışında idare etmeye çalışıyoruz diyeyim. Birçok can cezalarını tamamlamasına rağmen tahliyeleri birkaç kez 6-9 ay veya 1 yıl biçiminde uzatılmaya devam ediliyor. Pek kimseyi bırakmaya niyetleri yok. Asında birkaç istisna yer hariç her yerde uzatılmalar devam etmekte. “Geriye dönük aleyhe yasalar işletilemez” sıradan bir edim olup çıkmış…”
MEKTUBU GELENLER:
Ayşe Gökkan – Sincan Kadın Kapalı Cezaevi
Ayhan Kavak – Ereğli Yüksek Güvenlikli Cezaevi
Güven Usta – Kırıklar 1 nolu F Tipi Cezaevi