Siyaset günlerinin hızla değiştiği, yaşanan her günün bir önceki günden farklı olduğu dönemlerden geçiyoruz. Başımızı yastığa koyup sabah uyandığımızda bütün dünyayı etkileyecek ani gelişmelerle karşılaşıyoruz. Özellikle Suriye’de yaşanan gelişmeler tekçi ulus devlet anlayışların aşılmasında zengin veriler sunmakta ve geleceği inşa etme konusunda çoklu dersleri kendi içinde barındırmaktadır.
Devletçi uygarlık sistemin eril zihniyetini merkeze alarak zorla kendini inşa ederken, demokratik siyaset alanı ve farklılıkların rıza yasası yerelden başlayarak merkeze kadar Xwebun olma halidir. Toplumsal varoluşun binlerce yıllık hali olan “kendisi olma” hali hangi mekanda, zamanda gerçekleşmişse sürekli baskılarla, katliamlarla karşı karşıya kalmıştır. Merkezi hegemonik güçler toplumun kom olma kültürünü parçalamak üzere kendisini inşa etmiştir. Ama bütün baskılara, soykırımlara, katliamlara rağmen toplumun direnen kominal damarını yok edememiştir. Toplumsal tarih göstermiştir ki kendisi olma kom hali bulaşıcıdır; hakikat ve özgürlük arayışında bulunan toplumlar Xwebun olma halini birbirine bulaştırırlar. Ortadoğu’daki tekçi zihniyetle abad olan devletlerin en çok korktuğu gerçeklik Xwebun olma halinin bütün mazlum toplumlara bulaşmasıdır.
Halkın politik irade ve çözüm gücü olma arayışının katliamlarla bastırılması, özellikle Ortadoğu‘da bu baskıların pervasızca yapılması boşuna değildir. DAİŞ barbar çetelerinin Rojava’da yapmış oldukları barbarlık sadece Kürtlere karşı bir duruş değildi. Mesele sadece Kürtleri katletme meselesi olsaydı dünyanın dört bir yanında gerici unsurlar bu bölgede bir araya gelirler miydi? Ahlaka dayalı toplumsal adaletin inşa edilmesi, demokratik toplumun bir araya gelmesi, kapitalist modernist uygarlık sisteminin dışına çıkılması, toplumun kendi öz değerleri ile kendini yeniden kurabilmesi, merkezi hegemonik güçlerin yayılım alanlarının daralması, halklar arası birliğin inşası, demokratik komünal yaşamın ete kemiğe bürünmesi, bedenleşmesi, cinsiyet özgürlükçü bir anlayışın yerleşmesi, toplumun kendi ayakları üzerinde durması perspektifi bütün ulus-devlet yapılanmalarında ve bu yapılanmalardan beslenen dinci, cinsiyetçi, milliyetçi oluşumları zorlayacak bir durum söz konusuydu. İnsanlığı ve onun demokratik değerlerini savunmak hiçbir hegemonik gücün işine gelmez. Rıza toplumu değerlerinin kuantumik bir kelebek etkisi ile evrenin öbür ucundaki nahak yapılanmalara ulaşması her zaman korkutmuştur. Bundan dolayıdır ki, açık ya da gizli bir şekilde özgür insanlığı ve onun demokratik değerlerini tasfiye etme operasyonları sürekli kendisini yenilemektedir. İnsanlığı özgürlük, eşitlik ve demokrasi ortak paydasında buluşturmak, bunun delilini uyandırmak toplumun öz değerleri ile kendini kurabilmesi anlamına geliyor. Bu anlayışın bölgesel ulus- devlet statikosunda bir kırılmaya yol açma olasılığı yüksektir. Çevre devletlerde meydana gelecek bir kırılma, merkezi uygarlık güçlerinin yapısından da bir aşınma oluşturur.
Yaşanan bir gelişmeyi tüm yönleriyle okumadan, bilince çıkarmadan yeni bir gelişme gündemimizi meşgul ediyor. Üzülerek belirtelim ki Alevi kurumları yaratılan gündemin peşinde sürüklenmekten kendisini alamıyorlar. Kim? Nerede? Nasıl? Niçin? Kiminle? Neden? Sorularının cevaplarını vermek bu çerçevede Alevi fikriyatı ile yolun kemaleti ile yaşananlara anlam biçmek zorundalar. Birlik içerisinde ortak bir tavır sergilenmezse her kurum, kişi kendine göre cevap ve tavır sergilerse, her kurum, kişi kendine özgü cevap olursa, kurumu ön plana getirmeye çalışırsa, dernek hattını yaşatmayı esas alırlarsa mevcut yaratılan gündemin akıntısının peşinden gitmekten öte sürece cevap olma konusunda ciddi kırılmaları yaşayacaklar. Alevi toplumu DAİŞ barbarlığını iyi tanır. DAİŞ, Emevi İslam anlayışının günümüzdeki temsilcisi durumundadır. Eğer DAİŞ engellenmeseydi Şengal’de Êzidîlere, Rojava’da Kürt ve diğer halklara yaptıkları barbarlığı Alevilere de yapacaklardı. Özellikle Türkiye kanadında bu barbarlığın ilk kurbanları Aleviler olacaktı. Rojava‘da DAİŞ’in engellenmesi dünya insanlığına ve Alevilere bir delil oldu. Gören gözlere aşk olsun.
Merkezi hegemonik güçlerin senaryosunu yazdığı tekçilikte direnen ülkelerin figüran olduğu bir senaryoda Türkiye yetkililerinin Emevi Camii’nde namaz kılmasını nasıl okumalıyız? Muaviye’nin bir savaş hilesi ile Kur’an-ı Kerim’i mızrak uçlarına taktığını bilmeyen yoktur. Hakem olayından sonra iktidarı ele geçirirken Şam’a gelerek şükür namazını kıldığı biliniyor. Yani Emevi İslam anlayışını, saltanatın ve Ehli Beyt’i katledişinin nişanesi olarak şükür namazı kılmıştır.
Karşıt İslam’ın Suriye’nin belli bir bölgesinde güç olacağı ve Türkiye’nin de buna destek vereceği anlamına mı geliyor şükür namazı? Kendi ülkesinde birlik beraberliği sağlamayan bir yönetimin demokratik siyaset kurumlarını, siyasetin öznelerini bir şekilde etkisiz hale getiren bir hükümetin Suriye’de başrolde oynuyormuş gibi kendisini göstermesi ne kadar gerçekçidir? İran’da ve Türkiye’de “Kürt anasını görmesin” tezi üzerine kurulu olan bir siyaset anlayışı bölgede artık karşılık bulabilecek mi? Özellikle Türkiye’deki egemen siyaset anlayışı, resmi ideoloji bölgede oluşacak yeni harita değişikliğini engelleyebilecek mi? Muhalefeti ve iktidarıyla yaşanan bu sürece “hayır” diyebilecek siyasal, sosyal, ekonomik, uluslararası bir güce sahip midir? MİT müşteşarının CHP’ye brifing vermesi Suriye’de olacakları önceden haber etmesi, olana razı etmesi anlamına gelmez mi?
Suriye bölündü, yarın sıranın İran’a gelebileceği söyleniyor. Bu ülkelerdeki farklı etnik yapıların, kültürlerin, inançların kendileri hakkında söz ve yetki sahibi olmalarının etkileri ileriki süreçte Türkiye’yi nasıl etkileyecek? Mevcut siyaset anlayışı ile bu durumu engelleyebilirler mi? Diyelim ki kısa süreliğine diplomaside, algı oluşturmada başarı elde edildi. Hakikat bin bir donda kendisini gösterir. Bu coğrafyada direniş halinde olan özgürlükçü fay hattı cumhuriyetin ikinci yüzyılında Türkiye’yi nasıl etkileyecek? Resmi ideolojinin birlik, beraberlik, İslam kardeşliği, Ümmet anlayışı; rıza toplumu süreklerinin rıza kenti oluşturma anlayışının engellemeyeceği an itibari ile herkes tarafından bilinmektedir.
Üçüncü Dünya Savaşı Orta Doğu‘daki tekçi anlayışları birer birer parçalıyor. Mevcut ülkelerin çoğu bünyelerindeki çoklu yapılarla demokratik siyaset perspektifi ile ilişki kuramamanın sancılarını çekiyor. En son Suriye bu anlayıştan dolayı çöktü. Ortadoğu‘daki dinci, cinsiyetçi, iktidarcı cihadist örgütler uluslararası siyaset arenasında kabul görüyor. Dün İsrail’le savaş halinde olan cihadist örgütler bugün İsrail’le beraberler. Başta ABD, NATO, Gladio, İsrail ve İngiltere desteği ile var olan ve İslam adına hareket ettiğini söyleyen bu gruplar, Ortadoğu‘daki farklılıklarla nasıl ilişki geliştirecekler? Bütün farklılıkları, demokratik talepleri, iktidar İslam’ın kapitalist modernist eksenli siyaset anlayışı ile tekleştirecekler mi? Bölgede kültürel ve fiziki soykırımlar devam edecek mi? Söz konusu ülkelerde bir iç savaşın önünü kesecek bir siyaset anlayışı nasıl olmalıdır? Çok kültürü kabul eden, eşitlik ve özgürlüğü merkeze alan demokratik bir anayasal modeli uygulayabilirler mi? Bölgede tekçilikte direnen kurumlar, devletler, demokratik modeli, demokratik siyaseti kabul etmeyebilirler. Böyle bir durumda bölgeyi neler bekleyecektir?
Kürtler insanlığın göbek bağıyla bağlı olduğu toplum ve ahlak bağlamında insanlık için bir mihenk taşı konumuna gelmişlerdir. İnsanlığın ontolojik çelişkisi Kürtlerin birinci aklında gizlenip donarak modern çağa MED -CEZİR yapmaktadır. Neolitikteki ana kadın kemaletini, ahlaki ve politik zihniyeti esas alan birinci akıl ile analitik olan, kurumsallaşan ikinci aklın sentezi güçlü bir entellektüel birikim yaratmıştır. Duygusal akıl ve analitik aklın ikrarlaşması zirveye çıkmış durumdadır. Gelinen an itibarıyla Kürtlerin entellektüel birikimleri, demokratik siyaset anlayışı, olay ve olgulara yeni sosyolojik ve tarihsel perspektif ile bakmaları; Ortadoğu’ya ve cümle cana yönelik rıza toplumu perspektifi insanlığa öncülük edebilecek imkan ve yöntemlere sahiptir.
Birinci akıl insanlığa, kom kültürüne, kadın bilgeliğine ait ilkleri nasıl yarattıysa, ikinci akılla sentezlenmiş hali tekrar rıza kenti oluşturacak, insanlığı özgürleştirecek felsefi derinliği içinde barındırmaktadır.
Bu akılla ikrarlaşmış toplumlar fam u gümansız kalmaz.