Trene doğru su şişeleri ve yiyecek paketleri fırlatmak… Bu kadar basit bir şey yapıyorlar ve karşılığında her zaman tek bir şey istiyorlar: Teşekkür! Las Patronas kadınlarının muhteşem hikâyesi…
Arif Mostarlı
29 yıl önceydi. Romero Vazquez kardeşler ellerinde alışveriş çantalarıyla demiryolu raylarının kenarında durup karşıya geçmeyi bekliyorlardı. Rayların diğer tarafındaki küçük sarı bir dükkânı işaret eden Norma Romero, “Kahvaltı için ekmek ve süt almaya gitmiştik” diye anımsıyor. “O sırada vagonlardan bir grup bize ‘açız’ diye bağırdı. Sonra başka bir grup da yanımızdan geçerken aynı şeyi tekrarladı: Açız! Biz de onlara ekmeğimizi, sonra da süt kutularımızı fırlattık.”
Kız kardeşler bu basit, içgüdüsel nezaket eylemiyle büyük bir hareketi başlattıklarını henüz bilmiyorlardı. İkisi de o kader gününde eve döndüklerinde, ailenin kahvaltısını dağıttıkları için anneleri tarafından cezalandırılmayı bekliyorlardı. Ama öyle olmadı. Anneleri, o müthiş kadın, Dona Leonidas, hızlıca bir plan yaptı o anda. Bu insanların yemeğe ihtiyacı varsa, ailenin günde yaklaşık 30 porsiyon pirinç ve fasulye pişirmesi gerektiğini hesapladı ve tren geçerken dağıtılması gerektiğini söyledi.
Tanrının unuttuğu bir yer
Her şey böyle başladı işte. Son yirmi-otuz yılda on binlerce Orta Amerikalı göçmene yardım eden ve Meksika’nın en prestijli insan hakları ödülüne layık görülen muhteşem bir dayanışma hareketinin temelleri atılmıştı: Las Patronas!
La Patrona, aslında küçük bir kasabanın adı. Doğuda, çetelerin hüküm sürdüğü Veracruz eyaletinin unutulmuş bir köşesinde, yoksul insanların yaşadığı bir yer. Yani kazara yolunuz düşse, bir daha hatırlamak bile istemezsiniz. Kasabanın (ya da köy mü demeli) tek özelliği, tam içinden bir demiryolunun geçmesi. Uzun yük trenleri günde iki veya üç kez köyün içinden geçiyor. Honduras, Guatemala, El Salvador ve Nikaragua’dan gelen göçmenler iş aramak için kuzeye, Amerika Birleşik Devletleri’ne giden trenlerin çatısında ya da kenarlarında salkım saçak tutunarak yolculuk ediyorlar. Trenin bir adı da var: Canavar. Bir diğer adı ise Sinek Treni. Ki bu ikincisi, her tarafına sinekler gibi yapışmış insanlardan ötürü daha makul görünüyor.
Norma, “Eskiden onların ülkemizi bedavaya dolaşan maceracı Meksikalılar olduğunu düşünürdük” diyor. Gerçekten de başlangıçta kim olduklarını bilmiyorlar, ta ki tren bir defa eski istasyonda duruncaya kadar. O kılıksızların Amerikan rüyasını aramak için yollara düşen Orta Amerikalı insanlar olduklarını böyle öğreniyorlar.
Basit bir fikirden eyleme
Tren, La Patrona’da durmuyor; sadece geçerken 10-15 dakikalık bir yavaşlaması var ve her ne oluyorsa o kısacık zaman diliminde oluyor. Las Patronas kadınları, su ve yiyecek paketlerini hızla trendekilere fırlatıyorlar ve zaten onlar da bu hareketi bekliyorlar.
Las Patronas’ın reisi Leonila Vázquez 80’li yaşları aşmış ama dimdik. 12 çocuk annesi ve kızlarının hepsi hareketin içinde. Menüyü o belirliyor ve hızla organize ediyor. Bir karatahtada ekmeklerden, pişirdikleri fasulye ve pirinç pilavlarından, tortillalardan kimlerin sorumlu olduğu yazıyor.
Grubun koordinatörü Norma Romero Vázquez, yiyecek ve malzeme dağıtımını bir general disipliniyle yönetiyor. Yaptıkları şey, ona nefes almak kadar doğal geliyor. O ve diğer on dört kadın, insan hakları konusunda nutuk atmıyor, somut bir iş yapıyor. “Göçmen erkek ve kız kardeşlerimize yardım ettiğimizde, aslında onların bize yardım ettiğini fark ettik, çünkü bu, bizim gerçekliğin farkına varmamızı sağlıyor ve sahip olduklarımıza değer vermeyi öğretiyor. Kendimizi savunmayı öğrendik biz; kadınlar olarak büyük projelere liderlik edebildiğimizi anladık, Tanrı’nın gerçek yüzünün acı çeken her varlıkta olduğunu keşfettik” diyor usulca.
Sihirli kelime: Gracias!
Böylece bir insan hakları örgütü haline gelen ve tıbbi veya hukuki yardıma ihtiyaç duyanların destek alması için aracılık da eden Patronesler, bağışlar sayesinde ayakta duruyor. Bir kısmını dışarıdan alıyorlar; mesela artık satılmayacak yiyecekleri almak için yakındaki pazarlara da gidiyorlar. Elbette bu yaptıkları, evde günlük sorunlara neden oluyor. Erkekler bütün bunları anlamıyor.
Başlangıçta kadınlar da anlamıyor pek. “İlk başta 20 kişiydik ama belki de yanlış bir şey yaptığımız korkusu bazılarımızın gitmesine neden oldu” diyor Norma. Yerel kilise de kötü davranıyor onlara. Ama sonra oturuyor her şey ve yardım zinciri genişliyor. Bütün Meksika’da kampanyalar yürütülüyor, 26 Kasım 2011’de mesela tek bir etkinlikte 6 ton gıda toplanıyor. Ama asla profesyonelleşmiyorlar. Boş su şişeleri hâlâ okullardan geliyor, fırınlardaki satılmayan tüm ekmekler onlara getiriliyor.
Ve bütün bunların tek karşılığı var. Çok basit bir cümle: Teşekkür ederim!
***
La Patrona… Allah’ın unuttuğu bir küçücük kasaba… Irkçılığın alıp başını gittiği bir coğrafyanın insanları olarak, onların hikâyesi nasıl da içimizi açıyor değil mi?