Beklenen oldu. Mahkeme, derin devlet elemanlarını, yani bilinen ismiyle JİTEM davasında yargılananları berat ettirdi.
Mehmet Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin ve eski özel harekât polisleri hakkındaki yıllardır süren dava kesin hükme bağlandı.
Sanıklar, “cürüm işlemek için oluşturulan silahlı teşekkülün faaliyeti kapsamında insan öldürmek” suçundan Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı.
Heyet, beraat kararını açıklarken “dosyada hiçbir delil yok” dedi ve müdahil avukatların bu yöndeki hiçbir itirazını dikkate almadı.
Yargıtay, kimi cinayetler yönünden zamanaşımı kararı verilmesi gerektiğine hükmetti.
***
90’lı yıllarda işlenen siyasi cinayetlerin çoğu zamanaşımına uğratılarak cezasızlıkla neticelendi.
Cezasızlık kayıp yakınlarının yüreklerini yeniden dağlıyor. Zamanaşımı artık Türkiye’de yargı eliyle uygulanan adaletsizliğe dönüşmüş durumda. Türkiye’de insan hakları alanındaki en önemli kronik hastalıklardan biri cezasızlık.
Bilinen bir gerçektir. Hesap sorulabilirliğin olmaması her alanda katilleri cesaretlendiriyor.
Hukukçular, halka karşı işlenen suçlarda, zamanaşımı olmaması gerektiğini ve bu
uygulamanın hukuki bir zorunluluk değil, politik bir tercih olduğuna vurgu yaparlar.
İlgililer, işlenen siyasi cinayetlerin gelinen bu sürede çoğunun zamanaşımına uğramış olacağını belirtiyorlar.
BM Yargısız İnfazlar Özel Raportörleri açıkladıkları Türkiye raporlarında Türkiye’de 90’lı yıllarda meydana gelen kayıp ve yargısız infaz olaylarının ‘ele alınmasında siyasi bir tereddüt olduğu izlenimi’ edindiklerini her defasında belirtiyorlar… Bu ifadeler, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin Türkiye aleyhine aldığı kararlarda ifade edilen, “etkin soruşturma
yürütmemekteki ısrarlı tavır nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği” yorumunu da destekler
niteliktedir.
***
Bu ülke, yıllarca baskı ve zulmü hücrelerinde hissederek yaşadı. Onu normal bir şeymişçesine kanıksadı. Türkiye’nin yakın tarihi; katliamlar, kayıplar, ölümler ve faili meçhul bırakılan cinayetler mezarlığı gibidir. Türkiye’de tekçi paradigma ve buna dayalı zihniyet; gerçekleştirdiği katliamları, vahşetleri kendi kahramanlık söylemleriyle kimi zaman kutsallaştırdı ya da en olmaz olayları sıradanlaştırdı, sıradan bir olaymış gibi yansıttı.
Toplumda da böyle bir algının oluşmasını büyük ölçüde başardı ne yazık ki. Bu sayede geçmişiyle yüzleşmeyi, hesaplaşmayı değil, unutmayı, unutturmayı tercih etti.
İktidarlar ve devlet erki bu topraklarda yaşananları inkar etti, çarpıttı.Kimi olay ve olgular tabu sayıldı. Konuyu gündeme getirmeye çalışanlar baskı gördü, cezalandırıldı.
Hukuk ve adalet sorunsalı, insanlık tarihinin bütün dönemlerinde adaleti gerçekleştirebilmek için bir arayış konusu olmuş, insanın ancak adalet sayesinde güvenceye ve huzura kavuşabileceği gerçeğine varılmıştır.
“Bir rejim, halkın adalete inanmadığı noktaya gelmişse o rejim mahkûm olmuştur” diyor Montesquieu. Yazıktır ki ülke böyle bir konuma getirildi.
Bu ülkede adaletin terazisi faillerden yana oldu hep. Koruma zırhına bürünen failler devlet tarafından korundu. Açılan davalar da zamana yayılarak sonuçsuz bırakıldı.
Yasa ve uygulamalar evrensel hukuk verilerini hiçe sayıyorsa, katilleri halk düşmanlarını aklıyor ya da cezasız bırakıyorsa, o hukuk ve hukuku yapanların meşruluğu da tarih karşısında hep tartışmalı kalacaktır.
‘Bir daha asla’ diyebilmemizin yolu yüzleşme ve hesaplaşmadan geçer. Hesaplaşmayı ve cezai müeyyideyi kapsamayan yüzleşmeler biçimseldir. Bu bütünlüğü ancak adalet sağlayabilir.
Geçmişin bütün hukuksuzluğunu toplumsal belleğin unutkanlığına havale ederek demokratik bir devlet ve toplum oluşturmak imkansızdır. Gerçek bir demokrasi ve onun iradesi, geçmişle yüzleşmek zorundadır.