İttifak konusu son günlerin en popüler tartışmalarından biri. Aylardır ittifakları konuşuyoruz, şimdi de ittifakların hangi yöntemlerle seçime gireceği meselesi siyasetin hararetli meselelerinden biri haline geldi. Tartışma mevcut seçim sisteminden, vekillik hesaplarından ve yaklaşan seçimlerin tarihi öneminden kaynaklı daha da can alıcı bir noktaya geldi.
Cumhur ve Millet ittifakı içinde benzer tartışmalar olsa da tartışmanın odağında Emek ve Özgürlük İttifakı var. TİP’in kendi logosuyla seçime girme kararı ve ısrarı; tepkileri, eleştirileri, kaygıları da beraberinde getirdi. Ama mesele sadece TİP’in tutumundan kaynaklanmıyor. Bu konuda tepki gösteren 3 farklı kesim var. Birincisi, Yeşil Sol Parti ve HDP’nin her türlü ittifak anlayışına ve siyasi projesine karşı çıkan ve kendisini Kürt milliyetçisi olarak tanımlayan kesim. İkincisi sol ve sosyalist kimliği altında kendisini kamufle etse de şoven duygularla Kürt siyasetini ve ittifaklarını neredeyse egemen zihniyet kodlarıyla nitelendiren, mahkum eden, üstenci bakış açısı. 3’üncüsü ise ittifak politikasını destekleyen, HDP siyasetinin ve Türkiye sosyalist hareketinin gelişmesine destek veren ancak TİP’in kendi logosuyla seçime girme ısrarından kaynaklı, ittifakın zarar göreceğini düşünen ve bunun önüne geçmeye çalışan duyarlı kesimler.
3’üncü kesimin tutumu son derece saygın ve dikkate değerdir. Buradan yükselen eleştiriler asla gözardı edilemez, kaygılar yok sayılamaz. Bu tutum dostanedir, kazanımcıdır, sorumluluk hisseden bir tutumdur. TİP’in de Yeşil Sol Parti’nin de mutlaka bu kaygı ve eleştirileri dikkate alması, son kararını buna göre vermesi herkesin çıkarınadır. Her iki taraftan yapılan açıklamalar bu kaygıların yok sayılmadığını mutlaka dikkate alınacağını gösterse de henüz tatmin edici bir karar ortaya çıkmış değildir.
Ancak mesele bu doğru tutumu aşmış, haklı kaygıları köpürterek ilk iki kesim tarafından Yeşil Sol Parti’ye ve ittifaklarına karşı bir operasyona dönüşmüştür. HDP’nin, Kürt halkının, Kürtlerle kader birliği yapan Türkiye devrimcilerinin emeğini yok sayarak geliştirilen üstenci dil bu operasyona zemin sunmuştur. Kuşkusuz HDP-Yeşil Sol Parti ve siyasi geleneği ilk kez bu saldırılarla karşılaşmıyor. HDP bir ittifak partisi olarak ortaya çıktığında ve Türkiye devrimci güçleri ile demokratik Kürt siyasetinin birlikteliğini hayata geçirme projesi olarak hayat bulduğunda benzer saldırılara maruz kaldı. “Türk solunu neden sırtımızda taşıyoruz”, “Türk solu bize ne katacak”, “Bizim daha Kurdi bir siyasete ihtiyacımız var” suçlamaları ile “Kürtlerin hak ve özgürlüklerini bir kenara bırakın”, “Yeterince sol ve sosyalist değilsiniz”, “Emeğin ve işçinin haklarını savunmuyorsunuz” eleştirileri birbirine zıt gibi gözükse de aynı kaynaktan yani egemen siyasi anlayıştan ve onun kodlarından beslenmeye devam ediyor. Bugün de aynı cümleleri ve klişeleri duyuyoruz. Bütün bu eleştirilere ve saldırılara rağmen HEP’ten beri demokratik Kürt siyaseti birlik arayışından, güç birliğinden, ittifak anlayışından asla taviz vermedi. Güncel siyasi hesapların ötesinde ötekilerin, ezilenlerin, emek verenlerin, mücadele edenlerin ortaklığını stratejik öncelik olarak gördü. Bu siyasi anlayışı, ısrarı ve yönelimi tarihsel olarak doğrulandı. Çeşitli çevrelerce bu stratejik yönelimi tukaka ilan edilen HDP, Türkiye’de siyasi dengeleri değiştiren ve belirleyen bir konuma ulaştı. 7 Haziran’da AKP’yi iktidardan etti, 31 Mart’ta AKP’ye tarihinin en büyük yenilgisini yaşattı. HEP’ten beri sürdürülen ittifak anlayışı Türkiye’nin bugünkü siyasi koşullarında vazgeçilmez bir realite haline geldi. Kürt hareketinin 20 yıl önce her türlü eleştiriye, suçlamaya, saldırıya rağmen hayata geçirdiği ittifak anlayışı egemen partiler ve siyasi güçler tarafından bile uygulanmak zorunda kalındı. Bugün herkes kendisine yakın güçlerce çeşitli ittifaklar gerçekleştirirken, HDP ve onun siyasi hattını bu arayıştan mahrum bırakmaya yönelik her türlü tutum mücadeleye zarar vermeyi amaçlıyor. HDP’nin her şeye rağmen ittifak anlayışında ısrar etmesinin, küçük hesaplara bunu kurban etmemesinin nedeni bu tarihsel belleği ve stratejik önceliğidir.
Bu anlayışın temeli sağlamdır, her türlü saldırıya karşı bağışıklık kazanmıştır, yenilme ve geri adım atma ihtimali yoktur. Ancak bu ısrar ve stratejiye yönelik müttefikleri tarafından zayıflık olarak görülüp üstenci bir bakış açısıyla ele alınırsa yazık olur. Herkes zarar görür. Bugün tabanda gelişen haklı kaygı ve endişelerin nedeni de budur. Derdi tarihsel olarak toplumsal mücadele birlikteliği olan herkesin bu duyarlılıkla hareket etmesi ezilenlerin yararınadır. Aksi, ittifakı bozmaya çalışanların ekmeğine yağ sürecek ve nifak tohumu serpmeye çalışanların elini güçlendirecektir. Sanırım bu saatten sonra hiç kimse tarihsel olarak böyle bir vebalin altına girmek istemez.