31 Mart yerel seçimleri yapılmış olmasına rağmen sonuçlandığını söyleyemiyoruz. Başta İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye seçimi olmak üzere birçok merkezde seçim sonuçlandırılmıyor. Yapılan itirazlar, sunulan gerekçeler hukukun ve hayatın (bugüne kadar yapılmış seçimlerin) olağan akışına uymuyor. İstanbul’da AKP tarafından İlçe Seçim Kurulu’na yapılan itirazlar sonucu oylar yeniden sayıldı.
AKP bu kez oyların yeniden sayılması için İl Seçim Kurulu’na itiraz etti. Oylar yeniden sayılıyor. Öyle görünüyor ki bir sonraki adımda Yüksek Seçim Kurulu’na itiraz edilecek. Ankara’da seçimin Mansur Yavaş lehine sonuçlandığı kesin olduğu halde AKP’nin itirazı sonucu oylar yeniden sayıldı. Ancak AKP tekrar itiraz etti. İstanbul’dakine benzer bir süreç Ankara’da da işletiliyor.
04.04.2019 günü başka ilginç bir gelişme daha yaşandı. Adana ve Antalya da seçimi kazanan CHP adayları ‘Mazbatalarını almayacaklarını, belediyelerde ciddi yolsuzluklar olduğunu, belediyeleri ancak mülkiye müfettişleri eşliğinde devralabileceklerini’ açıkladılar. Bu baş döndürücü gelişmeler yaşanırken AKP genel başkanı- Cumhurbaşkanı uzun bir sessizlikten sonra dün “seçimin bittiği ancak hukuki sürecin başladığını” belirterek, “YSK kime mazbatayı verirse başkan odur” açıklamasında bulundu.
Benzer açıklamalar Devlet Bahçeli tarafından da yapılmaktadır. İlk iki günden sonra Kılıçdaroğlu’nun sessizliğe bürünmüş olması da hayra yorulamaz. Ana akım medya 24 saat canlı yayınlarla sandık, oy gevezeliği ve manipülasyonlarla adeta toplumu hipnoz etmiş durumda. Ama biliyoruz ki geri planda iktidar klikleri arasında çeşitli toplantı, görüşme ve pazarlıklar yapılmaktadır.
Seçimin ilk günü bile YSK başkanı ortaya çıkan imkânı değerlendirip hiç kimsenin beklemediği şekilde Anadolu Ajansı’na ayar vermiştir. Tüm bu olup bitenleri basit oy sayım, döküm hatalarının düzeltilmesi için işletilen süreç olarak görebilir miyiz? Akıl, mantık ve yakın dönem seçimleri, tarihimiz buna hayır diyor. Yaşananlar bize 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası gelişmeleri hatırlatıyor.
7 Haziran milletvekili seçimlerinde HDP aldığı %13 oy oranı ile demokrasi güçlerinin önüne konulan seçim barajını tuzla buz ederek kurulu geleneksel Türkiye siyasi sisteminin dengesini bozacak bir sonuç doğurdu. AKP’ nin tek başına hükümet kurması imkânsız hale geldi. İktidar güçleri, bir aylık oyalamadan (CHP-AKP arasında yapılan istikşafi görüşmeler) sonra toplum yeterince yönlendirilip, kendi aralarındaki ittifakları netleştirince hamlesini yaptı. Deniz Baykal’ın Cumhurbaşkanı ile yaptığı görüşmeden sonra, MHP Genel Başkanı Bahçeli ile yapılan görüşmeler ve Bahçeli’nin seçimlerin yenilenmesi çağrısı.
Onca katliam ve provokasyona rağmen 1 Kasım seçimlerinde de HDP baraj altına itilemedi. Başta MHP olmak üzere CHP’nin de desteği ile milletvekili dokunulmazlıkları kaldırılıp HDP’nin etrafında şekillenen toplumsal muhalefet tümüyle bastırılmak istendi. Milletvekilleri, belediye başkanları tutuklanıp HDP’li belediyelerin tamamına kayyum atandı. Bugünden baktığımızda şunu net olarak anlıyoruz. 7 Haziranda seçimin nasıl sonuçlanacağı HDP tarafından tahmin edilmiş olmakla birlikte, sonrasında hangi siyasi gelişmelerin olabileceğine dair yeterli bir öngörüsü ve neler yapacağına dair bir hazırlığı yokmuş.
Bundan dolayıdır ki 7 Haziran seçiminin demokrasi güçleri açısından ortaya çıkardığı muazzam siyasi fırsatlar kullanılamadı. Sistem açısından siyasi kriz diyebileceğimiz bu durum, iktidar güçlerince bir fırsata dönüştürüldü. Bugün de benzer bir durumla karşı karşıyayız. CHP’nin kazanmış olduğu görünen Ankara, İstanbul, Adana, Mersin, Antalya, Hatay vb illerin tamamı HDP’nin “Batıda AKP-MHP ittifakını geriletme” taktiği sayesinde gerçekleşmiştir. HDP’nin bu taktiği olmasa CHP’nin bu belediyelerin hiçbirini kazanma imkanı olmayacaktı. Seçim sonuçları elbetteki iktidar klikleri arasında bir yönetimsel kriz oluşturmaktadır.
Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu ekonomik sorunlar ve başta Suriye merkezli olmak üzere kendisini sıkıştıran uluslararası ilişkiler düşünüldüğünde, bu durum daha iyi anlaşılacaktır. AKP-MHP ittifakının yerel seçimleri bir beka sorunu olarak propaganda etmesi hamasetten ibaret değildir. Mevcut iktidar güçleri karşı karşıya oldukları sorunları ancak ve ancak muhalefetsiz ,tümüyle merkezileşmiş bir yönetim tarzıyla aşacaklarını düşünmekteler. Devlet Bahçeli’nin Büyükşehir Belediyeleri ile ilgili önerdiği yasa değişikliği bunun ip uçlarındandır. Dolayısı ile tüm hesaplarını buna göre yapmaktalar.
31 Mart seçim sonuçlarını da öyle değerlendirmek isteyecekler. Zaten seçim öncesi bunu açık saçık söylediler. İstemedikleri bir sonuç çıkınca onu aşacak hazırlıklarını da kısmen ilan ettiler. Burada sorulacak kritik soru şudur: Seçimin böyle sonuçlanmasını sağlayan HDP’nin, seçim sonrası ortaya çıkan siyasi durumu, demokrasi mücadelesinin bir imkanı olarak kullanabilmeye yönelik bir hazırlığı var mı? Bunu yapmasına fırsat verilir mi? Bu sorulara cevap vermek için yine yakın tarihimize bakmakta fayda var.
Toplumsal muhalefet, son on yıldır çeşitli yollarla demokrasi mücadelesini ilerletecek önemli imkanlar ortaya çıkardı. Ancak ne yazık ki bu imkanların halklar ve emekçi sınıflar için kazanımlara dönüştürülmesine öncülük edecek siyasi oluşumlar, bu rolü yerine getiremediler. Bu rol CHP’ye havale edilmektedir. CHP ise sistemin kurucu bir unsuru olması hasebiyle her seferinde ortaya çıkan bu imkanları, iktidar güçlerinin kendisini yenilemesini, onarmasını, güç toplamasını sağlamak için kullanmaktadır.
Toplumsal muhalefet CHP aracılığı ile sisteme yedeklenmektedir. Bu kısır döngüyü kıracak siyasi bir akıl oluşmadıkça CHP’nin topluma küçük umutlar, büyük hayal kırıklıkları yaşatması devam edecektir. Toplumsal mücadelede dönemsel taktikler ebetteki önemlidir. Ancak bu taktiklerin ortaya çıkardığı imkanları kimler kullanabilirse, onlar siyaseten yol alırlar.