Kadın sünneti, sadece bir bedensel tahribat değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyetin kurumsallaşmış ve kalıcı bir şekilde yeniden üretildiği bir uygulamadır. Bu uygulama, kadının toplumsal olarak ‘diğer’ ve ‘öteki’ kabul edilmesini pekiştirir
Feyruz İsmail*
Güney Kürdistan’da güvenlik, siyasi ve ekonomik krizlerin yaşandığı bir yılı geride bırakmaya sayılı günler kaldı. Bu krizlerden en çok etkilenen kadınlar, bir yıl boyunca erkek-devlet zihniyetine karşı itirazlarını yükseltirken, erkek yasalarına karşı da mücadele etti. Demokratik ve özgür bir yaşam talep eden kadınlar, kadın özgürlüğünü kısıtlayan yasaların değiştirilmesini talep etti.
Baskı şiddet, siyasi, ekonomik ve toplumsal krizlerin ve cinsiyet eşitsizliğinin hakim olduğu bu yılda en az iffet bekçilerinin en kanlı ritüeli olan kadın sünneti konuşulurken en çok da kadın kırımını ön gören Kişisel Statü yasasındaki değişiklik önergesi gündem oldu. Dolayısıyla Güney Kürdistandaki kadınların durumunu tanımlarken kadını bedensel ve ruhsal olarak parçalayıp tahakküm altına almayı esas alan kadın sünneti ile başlayıp kadın ve toplum kırımını ön gören Kişisel Statü Yasası’na dikkat çekmenin Güney Kürdistan’daki kadınların yaşadıklarının özeti olacağı kanısındayım.
Dünya Sağlık Örgütü’nün geçen sene paylaştığı verilere göre Irak’ta 15-45 yaş arasındaki kadınların yüzde 7,3’ü sünnet edildi. En yüksek oran ise Kürdistan Bölgesi’nde. Yine bu verilere göre Hewlêr’de kadınların %37’si, Süleymaniye’de %29’u, Duhok’ta %4’ü sünnet edilmiştir. Sünnet edilen kadınların %50’si dinî gerekçelerle, %41’i sosyal baskılar altında, %11’i de hijyenik olduğuna inandıkları için bu yapılıyor. Gerek toplumda gerekse de siyasi mecralarda pek de konuşulmayan kadın sünneti nedir ve bununla ne amaçlanıyor? Bu sorulara doğru cevaplar verilmediği sürece Güney Kürdistan’da da uygulanan kadın sünnetinin arkasındaki ideolojik ve toplumsal amaçlar da anlaşılmayacaktır.
Kamuoyunda kadın sünneti olarak da bilinen bu uygulama, kadın genital organının kısmen veya tamamen kesilmesi veya zarar verici diğer işlemlerin uygulanması anlamına gelir. Genellikle klitoris kesilmesini içeriyor. “Kadın sünneti” isminden dolayı sıklıkla İslami bir uygulama olarak düşünülse de dinden bağımsız bazı kültürlerde de geleneksel veya dini bir ritüel olarak yapılıyor.
Kadın sünneti, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en çarpıcı ve trajik örneklerinden biri olarak, egemen erkek egemen yapının kadın bedeni üzerindeki tahakkümünü simgeliyor. Bu uygulama, aynı zamanda kadınları bedenleriyle birlikte ruhsal ve toplumsal olarak da kontrol etme çabasıdır. Kadın sünneti sadece kadının bedensel bütünlüğünü tahrip etmekle kalmaz, aynı zamanda kadınları öznellikten, cinsellikten ve toplumsal yaşamdan dışlar.
Kadın sünneti, tarihsel olarak erkek egemen toplumların kadına bakış açısını ve onun toplumdaki yerini belirleyen bir uygulama olarak şekillenmiştir. Kadın bedeni, bu toplumlarda üretim, üreme ve toplumsal düzenin sürdürülmesi adına denetlenmesi gereken bir alan olarak görülmüştür. Erkek egemen yapılar, kadının cinsel arzularını kontrol altına almayı, onun toplumsal rolünü belirlemeyi ve en önemlisi, kadınları “özel mülk” olarak görmek suretiyle, kadının bireysel kimliğini yok sayarak kendi toplumsal sistemlerinin bir parçası haline getirmeyi amaçlıyor.
Çoğunluğu Afrika ve Asya kıtasında olmak üzere 30 ülkede uygulanmaktadır. Ortadoğu’da da bazı ülkelerde bir gelenek olarak sürdürülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, dünya çapında 200 milyon kadın ve kız çocuğu sünnet edilmiş durumda. Kadın sünnetinin yapıldığı yerlerden biri de Güney Kürdistan’dır. Çok yaygın olarak yapılmasa da özellikle bazı bölgelerde uygulanmaktadır.
Kürdistan Bölgesi’nde 2011 yılında çıkarılan yasa ile kadın sünnetine yasak getirildi. Kadın sünneti yapan veya buna iştirak edenler 6 ay ile 1 yıl arasında bir hapis cezasına veya bunun karşılığı olarak 2 milyon ile 5 milyon dinar arasında para cezasına çarptırılır. Yine zorla sünnet yaptıran veya buna dahil olanlar 1 yıldan az olmayacak şekilde hapis cezasına veya 5 milyon ile 10 milyon dinar arasında bir para cezasına çarptırılır. Kadın sünnetini yapan doktor veya sağlık çalışanları ise 3 yıl süreyle görevden uzaklaştırılır.
Bölgede yasak olmasına karşın hala bazı bölgelerde kız çocukları gizli bir şekilde sünnet ediliyor. Kürdistan Bölgesi’nde kadın sünnetine ilişkin çalışma yürüten Alman Wadî Örgütü’nün paylaştığı verilere göre, 2022 yılında Kürdistan Bölgesi’nde Hewlêr ve Ranya’da 0-18 yaş altı 213 sünnet vakası tespit edildi. Wadî’nin verilerine göre Germiyan ve Halepçe’de ise hiçbir kadın sünneti vakası tespit edilemedi.
Güney Kürdistan’da saha araştırmaları yapan kuruluşların sonuçları, ki bunların büyük çoğunluğu uluslararası kuruluşlar tarafınan finanse ediliyor, bölgede kadın sünneti oranlarında büyük düşüş kaydedildiği ya da bazı bölgelerde hiç tespit edilemediği belirtilse de genel olarak bu verilerin gerçeği yansıtmadığı biliniyor. Şüphesiz verilerdeki düşüşün bir boyutu caydırıcı yasalar ve kadın kurumlarının mücadelesi olurken diğer boyutu toplumda hala var olan tabulardır. Kadın sünneti çok katı bir tabu olduğu için toplumun birçok kesimi tarafından konuşulmaz. Dolayısıyla özellikle Germiyan ve Halepçe gibi kapalı dini değer yargılarının hakim olduğu bölgelerde kadın sünnetine dair veriler gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü bu bölgelerde kadın sünneti hala çok katı bir tabudur ve halk içerisinde tartışılmamaktadır. Dolayısıyla ne sünnet edilen çocuklar ailelerini şikayet ediyor ne de olaya tanık olan herhangi bir yurttaş. Kadın sünnetiyle mücadele ekibine başkanlık eden Pervin Hassan, “2011 yasası kullanılmıyor, çünkü kızlar anneleri ve babalarını şikayet etmiyor” diyerek bu gerçeğe dikkat çekmişti. Nitekim UNICEF ve Dünya Sağlık Örgütü’nün Bölge’deki saha araştırmasına katılan kadınların çoğu, kendi toplumları içinde kadın sünneti hakkında konuşmanın bir tabu olarak görüldüğünü söylüyor. Bu nedenle bu konuda verilen rakamlar gerçeği tam yansıtmayabiliyor.
Toplumsal özgürlük anlayışı, kadınların toplumsal eşitlik ve özgürlük için verdikleri mücadelenin, genel anlamda toplumun özgürleşmesi için bir ön koşul olduğunu da savunur. Kadınların özgürleşmesi yalnızca kadınların bireysel özgürlüğü için değil, aynı zamanda toplumun toplumsal, kültürel ve ekonomik dönüşümü için de gereklidir. Kadın sünneti, bu özgürleşme mücadelesinin en büyük engellerinden biridir. Çünkü kadını tahakkümle hem fiziki hem de zihinsel olarak yok eden, özneliğini ortadan kaldıran ve toplum içerisinde kadın olmayı ‘erkek egemen normlara’ göre düzenleyen bir uygulamadır. Nitekim Güney Kürdistan’ın kadın sünnetinin etkili olduğu bölgelerinde kadına yönelik baskı ve şiddetin yoğun olmasına karşın kadın örgütlülüğü oldukça zayıf ve toplum tamamen cinsiyetçi yargıların denetimi altındadır. Bu alanlardaki toplumsal ve kültürel değişim çok sınırlı ve yavaştır.
Abdullah Öcalan, erkek egemen toplumların kadın bedeni üzerindeki kontrolünü, bireysel ve toplumsal düzeyde bir denetim olarak tanımlar. Kadın sünneti de bu denetim stratejilerinin bir parçası olarak devreye girer. Kadın bedeni, erkek egemen sistemin sınırlarını çizdiği ve kadınları bu sınırlara mahkûm eden bir alan haline gelir. Erkek aklın form kazanmış hali olan siyasi iktidarlarda toplumsal denetim stratejisinin en önemli araçlarında biri olan kadın sünnetine hukuki olarak “yasak” ancak pratik sahada “görmedim duymadım bilmiyorum”u oynayarak hayata geçirir. Nitekim Kürdistan Bölgesi yasalarında kadın sünneti yasaklanmasına karşın gerek uygulanmasına yönelik sert tedbirler alınmamakta gerekse de yeteri düzeyde farkındalık geliştirecek projeler geliştirilmemektedir. Güney Kürdistan’daki siyasi iktidarda bir kadın kırımı olan bu uygulamanın son bulmasına yönelik somut adımlar atmak yerine kadın bedeni üzerinden toplumun denetimini esas alan bir siyaseti esas almaktadır.
Kadın sünneti, sadece bir bedensel tahribat değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyetin kurumsallaşmış ve kalıcı bir şekilde yeniden üretildiği bir uygulamadır. Bu uygulama, kadının toplumsal olarak “diğer” ve “öteki” kabul edilmesini pekiştirir. Sosyolojik açıdan, kadın sünneti, erkek egemen yapının kadını kontrol etme aracı olarak işlev görürken, toplumsal cinsiyetin de yeniden inşa edilmesine katkıda bulunur. Kadın sünnetinin uygulandığı toplumlarda, kadınlar çocuk yaşlardan itibaren bu tür uygulamalarla özdeşleşmeye başlar. Bu süreç, kadının kendini cinsellikten ve bedensel özgürlüğünden mahrum bırakmasıyla sonuçlanır. Ancak bu tür baskılar, sadece bireysel düzeyde kalmaz, kadınların toplumsal yaşamda pasifleşmesine ve sınıfsal, ekonomik yapıda ikinci sınıf bireyler olarak var olmalarına da neden olur. Hewlêr’in Şemamik ilçesinde yaşayan Şara’nın hikayesi bu gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. 8 yaşında sünneti edilen Şara, sünnet edildikten sonra kendini tecrit etttiğini ve kimseyle temas kurmadığını belirterek, “Köyümüzde hikayesi benimle aynı olan birçok kadın evlendi. Ancak ben hiçbir zaman evlenmeme kararı aldım” der.
Bu korkunç uygulamanın bizzat aynı şiddete maruz kalan bir kadın (anne veya başka bir kadın) tarafından yapılması kadını fiziki ve zihinsel olarak yok eden kadını tamamen erkeğin normlarına göre şekillenen bir uygulama olduğunu gösteriyor. Öte yandan eril aklın toplumda sünnet olan kadını “iffetli” olmayanı iffetsiz olarak ayrıştıran yaklaşımı sünnet olmayan kadınlara yönelik psikolojik şiddetin farklı bir biçimi olarak karşımıza karşı çıkıyor. “Ailemin yanına döndüğümde artık sünnet olma yaşını geçtiğim için sünnet olamadım. Dolayısıyla kadın özgürlük ideoloji ile tanışana dek kendimi hep eksik ve kusurlu buldum” diyen Raperin bölgesinde yaşayan Hêro adlı genç kadının yaşadığı psikoloji de yaşanan trajedinin başka bir boyutunu yansıtıyor.
Kadın sünneti gibi uygulamalar, kadınların bedeni üzerinde kurulan tahakkümün en uç örnekleridir. Ancak, Irak’taki Kişisel Statü Yasası’nda yapılmak istenen değişiklikler de kadının toplumsal yaşamını ve özgürlüğünü sınırlayan benzer bir erkek egemen baskıyı pekiştirmektedir.
Irak’ta bazı Şii gruplar kısmi düzeyde de olsa kadın ve çocuk haklarını koruyan 1959 sayılı Kişisel Statü Yasası’nın 188’inci maddesinde değişiklik önerisiyle Irak Parlamentosu’na bir yasa tasarısı sundu. Kadın ve toplum kırımını öngören bu yasa Irak ve Güney Kürdistan’daki kadın hakları örgütlerinin bu yıl en çok gündemine aldığı bir konu oldu. Kadınlar kadınların toplumsal yaşamını ve özgürlüklerini kısıtlayan yasa tasarısına karşı birçok eylem ve etkinlik düzenledi.
Kadın sünneti, kadının bedensel özerkliğini yok ederken, Kişisel Statü Yasası’ndaki değişiklikler de kadının toplumsal özerkliğini ve bireysel haklarını ortadan kaldırmaktadır. Esasında iki uygulama da kadınların toplumsal ve bireysel özgürlüklerinin engellenmesi, onlara yönelik şiddetin meşrulaştırılması ve eşitsizliğin derinleştirilmesi amacı taşır. Ayrıca erkek egemen yapıların kadına bakış açısını ve kadınların bu yapıya karşı verdikleri özgürleşme mücadelesinin ne denli önemli olduğunu ortaya koyar.
Başta kadınlar olmak üzere toplumun birçok kesimi tarafından tepkilere neden olan Kişisel Statü Yasası özellikle aile içi ilişkiler, evlilik, boşanma, miras ve çocukların velayeti gibi konuları düzenleyen bir yasal çerçevedir. Ancak bu yasa, kadınların toplumsal ve bireysel haklarını sınırlayıcı bir şekilde şekillenmiştir ve kadın hakları aktivistleri tarafından sıkça eleştirilmektedir. Son yıllarda bu yasada yapılmak istenen değişiklikler, kadın hakları konusunda ciddi endişelere yol açtı. Bu değişikliklerin, toplumsal yapıya ve kadınların yaşamlarına etkisi oldukça derindir.
Irak’taki Kişisel Statü Yasası’nda yapılmak istenen değişiklikler, özellikle kadınların evlilik içindeki haklarını ve boşanma sürecinde karşılaştıkları zorlukları daha da karmaşık hale getirmeyi hedeflemektedir. Kişisel Statü Yasası’nda yapılmak istenen değişikliklerle, çocuk yaşta evlilik ve çok eşliliğin meşrulaştırılması, kadınların boşanma haklarının kısıtlanması ve aile içindeki haklarının daha da zayıflatılması hedeflenmektedir.
Kadınların özgürleşmesi, sadece bedensel bütünlüklerinin korunması ile değil, aynı zamanda toplumsal ve bireysel haklarının garanti altına alınmasıyla mümkündür. Irak’taki Kişisel Statü Yasası’ndaki değişiklikler, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştirirken, kadınları öznellikten mahrum bırakmakta ve onların özgürleşme mücadelesinin önüne geçmektedir. Kadınların bu yasalara karşı direnmesi, sadece kadın hakları için değil, toplumsal eşitlik ve özgürlük için verilen bir mücadelenin parçası olarak karşımıza çıkmaktadır.
Güney Kürdistan ve Irak’ta kadınlar kadın ve toplum kırımını öngören bu yasaya bulundukları her alanda itirazlarını yükselttiler. Iraklı ve Kürt kadınlarının kadın kimliği üzerinden yürüttükleri ortak mücadele sonucu yasa tasarısı henüz meclisten geçmedi. Ancak Irak Parlamentosu’da üç temel güç olan Sünniler, Şialar ve Kürt gruplar Kişisel Statü Yasası üzerinden pazarlık yapıyor. Her biri kendi taleplerinin kabul edilmesi karşılığında yasaya onay verebileceğini belirtiyor. Özcesi erkek aklı bir kez daha kadın kimliği ve bedeni üzerinden pazarlık yapıyor. Dolayısıyla tehlike aşılmış değildir.
Ahlaki-politik özgürlük anlayışına dayalı olarak, bu tür baskılara karşı verilmesi gereken mücadele, kadınların kendi bedeni üzerindeki haklarını savunmalarının, toplumsal eşitlik ve özgürlük mücadelesinin en temel parçası olduğunu ortaya koymaktadır. Kadınlar, bedenlerinin ve yaşamlarının denetim altına alınmasına karşı direndikçe hem kendi özgürlüklerini hem de tüm toplumun özgürlüğünü kazanacaklardır. Dolayısıyla Irak ve Güney Kürdistan’daki kadınlar önümüzdeki yılda erkek aklın ürünü olan bu yasa tasarısına karşı itirazını yükselteceklerdir.
*Yazı Jin Dergi’den alınmıştır.