Hastayız, bitkiniz, elden ayaktan düşmüşüz, ama içimizden nasıl bir sağlığın fışkırdığını açıklamak isteriz. Çaresiziz, ama bu çaresizliğimizin sadece içimizdeki güç ataklarının önemsiz bir yan etkisi olduğuna inandırmak için pek çok kanıt öne sürebiliriz. İşin doğrusu, olduğumuzu söylediğimizden başka her şey olabilirmişiz gibi. Yardımseverlik görünüşümüzden sefaletimiz akıyor, yaşam isteğimizden ölüm taşıyor. Sessizlik bile bir ses olabilirdi, ama durmadan kurcalıyor, yokluğu boşluğa karıp genel ıssızlığı artırıyoruz. İçtenliğimiz aldatıcı, iyilikseverliğimiz uydurma görünüyor. Her canlı kendi çabasıyla yaşar, biz sabır ve bekleyişle, bir başkasının ölümünün getirdikleriyle. Başına buyrukluğun çekiciliğine kapılır, özgürlüğü sözümüzün özü yapar, ama hiyerarşi ve sömürüde nefes alıp veririz. Yüce ve ulvi yanımızı göstermek isteriz, bir canlının ne kadar düşebileceğini tutarsızlığa düşmeden sergileriz. Doğrulukla başlar, eğrilikle bitiririz. Biçimsizlikle giydirdiğimizden göz alıcı güzelliğin doğrulduğunu görmek isteriz.
Benliğimizi öyle yoğun ve itinayla işlemişiz ki, en sonunda küçücük bir şey kalmışız. Kendimizden artırdığımız her şey, eksikliğimizi katlamaya yarıyor. Övündüğümüz ve haz duyduğumuz ne varsa sorunlu ve çelişkili varlığımızı, tutarsızlığımızı ve zayıflığımızı seslendiriyor. Kötülüğün ortadan kalkacağını savunurken onun ölümsüzlüğünü hatırlatıyoruz. Yalanın sonuna geldiğimizi söylerken onun sürekliliğini vurguluyoruz. Biz ki umutsuzluklardan inciler, solgunluklardan incelikler devşiririz, öyleyse dert mi bize düzenle barışık, lime lime bekleyişlerle bağışık yürümek! Esnekliğimiz sınırsız, ağır gerçeğe tüyden hafif aldanışlarımız üstün. Desteğe muhtaç, ama güdücü kibre payandayız. Hayatın gidişatından, zamanın acımasızlığından, zulmün yakıcılığından acı ve kaygı duyduğumuzu, ziyafet sofralarının, zengin şölenlerin göbeğinde tıka basa yiyip içerken, çıldırasıya eğlenirken söylemişiz, ne gam! Merhametimizden, şefkatimizden, samimiyetimizden, şüphe edilemez. Cömertliğimiz bizi tehlikeye atmış, ihsanlarımız bizden götürmüş doğrudur, çünkü daha önce kimsenin eksiğine biriktirmedik, kimsenin yokluğuna artırmadık!
Eskimiş geleneklerin ve saçma buyrukların mirasçısı olmadığımızı kanıtlamak zorundayız, o yüzden isyanı itaatle bağdaştırabiliyoruz. Soğuk bakışlarımız iç hararetimizin vakitsiz taşkınlığı, duygusuz yönelimlerimizin ılıman meyillerimizin şaşırtıcı dalgalanmaları olduğundan eminiz. Karakterimizin en tartışmasız niteliği, kişilik zafiyetimizin en tartışmalı yanı olduğu düşünülemez. Ezildiğimiz kuvvetin ağırbaşlı üreticileri değiliz. Dünya bizimle daha soğuk, daha karanlık, daha kasvetli ve daha adaletsiz bir yer haline gelmedi. Bilgeliğimiz budalalık gibi görünebilir, iyiliğimiz kötülük gibi sırıtabilir, sadakatimiz ihanet gibi kırıtabilir, fakat bu yine de bizim ahlaki üstünlüğümüzün zaman içindeki yankılarını susturmaz.
Hayata saygılı, ölüme mesafeliyiz. Çevremizdeki her şey yok olurken sadece biz var olalım diye göze aldıklarımız bile bir başına yaşama olan bağlılığımızı teyit edebilir. Mahvolan, can çekişen ve ölen bir başkası olduğu sürece, yıkım ve çöküşün bu esin dolu gümbürtüsünde bizim için şiddetli dalgalar halinde yükselen ve kavrayan bir tatmin duygusu bulunmadığını göstermek isteriz. Düşünceliliğimiz riya gibi öne atılabilir, tutkulu halimiz soğukluk gibi yapışabilir, genel ıstıraplar karşısında kapıldığımız yeis sevinç gibi görünebilir, fakat bu yine de iç temizliğimizden şüphe duymayı gerektirmez. Her şeyden önce bencilliğimizi ve ölçüsüzlüğümüzü bu ölüm düzenine bağlayacak hiçbir anlamlı ilişki bulunamaz. Çünkü geleceği zorlamak umuduyla felaketi çağırmış olsak bile biz her zaman göğün mavisinden, suların berraklığından, manzaraların yeşilinden yana çıkmışız. Neşemiz zorbanın nefesinden saçılan yalımlar olsa da ölüm istencine öncülük eden yine de bizim yaşam coşkumuz. O yüzden şu hasta ve bitkin anımızda bile gücümüzü koruyor, yüzeysel doyumlarla sığ hazlarımızın en yüksek erdeme tekabül ettiğini ve düzenin ruhu ile kargaşanın ittifakını sağlayan o kara büyünün gerçek sahipleri olduğumuzu göstermek istiyoruz.
Cehennemdeyiz, yanıyoruz. Kuşkusuz bu azaptan sorumlu iblisler var, aldırdığımız yok. Komediyi onlar yazar, ama trajediyi de biz oynarız. Zaten o daimi eğlencemizdi, eksilmeyen tek neşemiz.