Beyza Üstün
Bugünlerde kiminle buluşursanız, eğer o konuştuğunuz bir işletmenin, şirketin yöneticisi değilse doğal alanların, tarım alanlarının, sulak alanların, belki de yanı başınızdaki derenin inşaat, maden, enerji şirketlerinden biri ya da birkaçı tarafından nasıl yağmalandığını konuşurken bulacaksınız kendinizi. Eğer yağmalanan yer, bu saldırı sürecine, saldırının her anına tanık olacağınız, hatta sonuçlarını yaşayacağınız, etkileneceğiniz kadar yakınındaysa, anlatıya öfke ve arayış eşlik edecektir. Yaşadığımız coğrafyanın her köşesinde ekoloji mücadelesinin yükselmesi rastlantı değilken, belki de daha öncesinde saldırılan yerlere kayıtsızlığınızla yüzleşeceksiniz.
Bugünlerde telefonum çaldığında ilk duyduğum söz bu özeleştiri oluyor genelde. O gün hangi olayı yaşıyorsak birbirimize geç kalışlarımızı anlatıyoruz önce. Demokratik örgütler, emek, meslek örgütleri başta olmak üzere, gerçekten yaşamı özgürleştirmek için siyaset yapan siyasi yapılar yaşadıklarımızdan çıkışın politik arayışlarını sürdürüyor. Konferansların, buluşmaların, halk toplantılarının gündemi siyasi iktidarın giderayak nefesimizi kesen saldırılarından çıkışın politik arayışları. Bu arayışlar, buluşmalar sürdüğüne göre yaşamı özgürleştirmek, eşit ve özgür yaşamak isteyen halkların dönemi yakın.
Yaşadığımız süreci, dünyada ve Türkiye’de radikalleşen sorunları tüm boyutları ile tartışmaya açan İFMC‘nin konferansında sorulardan -İktidarda ve muhalefette var olan siyasi partilerdeki siyasetçiler şirket sahipleri iken yaşamı nasıl özgürleştirebiliriz?- sorusu işi siyasi partilere havale etmiş gibi olsa da politik tutumu işaret eden en önemli sorgulamalardan biriydi bana göre.
İFMC konferansının yapılırken gelen bir çağrı Çekmeköy’de yapılmaya çalışılanlarla ilgiliydi. -Dere havzasında olduğu için evimizin yıkımını öğrendiğimizde devlet karar vermiş yanlış olamaz diye düşündük, 2018’den beri AKP’nin ve CHP’nin farklı yerel yönetim dönemlerinde yıkım sürdükçe, mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına rağmen devam edildikçe gerçekle yüzleştik, diyordu telefonun ucundaki yürekli ses. Yaşadıklarımız bize gerçeği sonunda öğretti- diye bitirdi sözlerini, süreci aktardıktan sonra. Son duydukları söz isteseniz de istemeseniz de buraya 60 bin kişilik bir kent inşa edilecek olmuş. Çekmeköy’de Köy İçi Deresi’nin etrafında yaşayan halkın mücadelesinin, Köy İçi Deresi’ne yapılacakların Küçükçekmece Lagün havzasına yapılmak istenenlerle aynı olduğunun ve yıllardır birlikte planlandığı gerçeği açıkça ortadayken, bizler her olayı birbirinden kopuk düşünmeye, yaşamaya devam ediyoruz.
Birkaç gün önceydi, İstanbul’a otobandan gelirken Balıkesir-Susurluk bölgesinde Yeniköy-Kayalıdere mevkisinde aracın içinde olan hepimiz yola kadar yaklaşmış dev RES türbininin kanatları koparsa neler olabileceğini, o sırada otobandan geçecek kaç aracı biçebileceğini aynı anda düşündük. Hepimiz kontrol dışı eğildiğimizi fark ettik. Anlaşılan o ki, çok geç kalmışız. Orada mücadele eden yöre halkını yalnız bırakmışız ya da Kürt illerinde olanlara uzak kalışımız gibi bizlerin yaşadığı yer değilse saldırı altında olan, pek önemsememişiz.
Son üç gün içinde yaşadığım, tanık olduğum, ya da sizin yaşadığınız, tanık olduklarınız bizim hikayemiz. Tutuklanan, yok edilmeye çalışılan, bizi birbirimizden koparan gerçekler.
2000’li yılların kapitalizmin krizlerinden çıkışında uygulanan, yaşam alanlarını sermaye birikimine sokma hızı her birimizin hayatını ele geçirmiş durumda. Bu süreç nefesimizi kesmeye devam etmekte. Etkilerini hepimiz her an yaşıyoruz.
Nisan 2022 için enflasyon; siyasi müdahale ile olabildiğince azaltılma çabalarına rağmen TUİK tarafından Tüketici fiyat endeksi (TÜFE) olarak yıllık yüzde 69.97, aylık yüzde 7.25 artışla açıklandı. Yurt içi üretici fiyat endeksi (Yİ-ÜFE) de yıllık yüzde 121.82, aylık yüzde 7.67artışla açıklanmak zorunda kaldı. Bizlerin yaşadığı bunun çok üstünde. Pazardan, bakkaldan her geçen gün daha az aldıklarımız, hiç alamadıklarımız bunun gerçek boyutu. Ödeme gücümüze göre barınacak ev bulamayışımızda, çocuklarımızın boğazından kestiğimiz her lokmada yaşam alnına el konuşun izi var.
Alamadıklarımızın üretildiği geçimlik tarım alanları sermayenin kullanımına sokulurken, sular, mazot, elektrik, tohum farklı şirketlerin insafında çiftçiyi zorlarken, geçimliğinden koparılırken birlikte yoksullaşıyoruz.
Siyasi iktidarın yürütücülüğünü yaptığı sistem; yaşamı, tüm canlıların yaşam hakkını hiçe sayarak hukuksuzluktan, kapitalizmin ve siyasetin krizinden beslenerek bu süreci sürdürebileceklerini düşünüyor. Telaşla dönüştürdükleri devlet yapısı ile birlikte bu sömürü ve yıkım düzenini her geçen gün daha fazla büyütüyor, yaşamı yok ediyorlar. Yaptıkları işlere temiz, verimli, yenilenebilir sıfatlar ekleyerek, torba yasalar çıkarıp yapılacaklarını ‘yasal’laştırarak verdikleri izinlerin sınırlarını gün gün genişleterek, halkların itirazına rağmen giderayak vurgun yapmaya, öç alırcasına yayıla yayıla yaşamımıza el koyuyorlar. İtiraz edenler için “ceza”ları var olmazsa Gezi davasında olduğu gibi mahkemelerin beraat verdiği davaları yeniden açtırıp ekoloji ve kent mücadelesi yürütenlerin içinden seçtiklerine onlarca yıl ya da ağırlaştırılmış müebbet vererek tutabildiği kadar tutuklu bırakmaya çalışıyorlar. Kobanê Davası’nda olduğu gibi yaşamı özgürleştirmek için siyaset yapan HDP’li siyasetçilere, HDP’nin eşbaşkanlarına, seçilmiş yerel yöneticilerine, delilsiz, asılsız iddialarla cezaevinde yıllarca rehin tutarak siyasi iktidara, faşizme, kapitalizme karşı mücadele edecek halklara gözdağı vermeyi sürdürüyorlar.
Bu ülkenin halkları kararlı, artık siyasi iktidarın da yandaşı şirketlerin ve kurum yetkililerinin de yalanları işe yaramıyor. Bizler kararlıyız, bu saldırganlığa daha fazla göz yummayacağız. Nefesimizi kesemeyecekler, yaşamı yok edemeyecekler.