Ragıp Zarakolu
Stockholm. 2009 yılı Aralığında Evrensel gazetesinde, “Film Koptu Sonunda” diye yazmıştım. Ne kadar çok saldırı oldu Aralık aylarında. Sanki yeni yılı kasvete boğmak, bir saplantısı sistemin. Tam İnsan Hakları Günü öncesi basılmıştı Özgür Gündem gazetesi, toparlayıp götürmüşlerdi tüm kadroyu. Yine bir Aralık günü gazete bombalandı. Listeyi uzatmak mümkün. DTP de bir Aralık günü kapatılmıştı 2009 yılında AYM tarafından, şimdi anti parlamenter sistemin sözde anayasası hazırlıklanmakta. Parti kapatma zorlaştırılmıştı, 2007 muhtırası badiresi atlatıldıktan sonra. Siyasal İslamı garanti altına almak için. Parti kapatma mekanizması da yeniden devreye sokulmak üzere. 2009 Aralığında şöyle girmişim yazıya:
“Bence, Partileri kapatılan milletvekillerini parlamento boykotu, sine-i millete dönme kararından daha yerinde bir karar oldu. Ahmet Türk, kişiliği ile, efendiliği ile, soğukkanlılığı ile ve geleneksel Kürtlük ile modern Kürtlük arasında köprü oluşturması ile gerçekten de ‘Kürtlerin Gandhi’si’ sıfatını hak ediyor. Dikkat ettiniz ise, ‘açılım’ konulu hiç yazı yazmak gelmedi içimden. Çünkü 1991’den bu yana yapılan açılımların sayısını ben de şaşırdım. Filmin nerede kopacağını bekliyordum sadece. Ve koptu işte sonunda… Keşke toplumsal muhalefet, bir karşı basınç oluşturup, bunu engelleyebilseydi. Kürtler bir kez daha fiilen yalnız kaldılar” dedikten sonra, sözü genç Kürt yazarı Mehmet Güler’e (*) bırakmışım “Kürtler Vatandaşlıktan İstifa Ediyorum Dese!”ydi yazısının başlığı:
“DTP’nin kapatılma gerekçesinin hukuki olmadığı çok açık. Anayasa, Siyasi partiler yasası kapatmayı gerektirmediği için değil tabii. Dikkat çektiğimiz nokta yasalarını değiştiremeyen Türkiye’nin de facto bir formül ya da zorunlulukla yasalarını esneterek pratiğe uydurduğudur. Yoksa yasalar tam uygulanırsa mevcut partilerin hiç biri siyaset yapamaz. AKP, şeriatçı söylemlerinden-ki hakkında yeni bir kapatılma dosyası daha hazırlanıyor.-CHP ve MHP ise ırkçı, şiddeti yücelten söylemlerinden dolayı… Ayrıca karar hukuki olsa bu denli tartışılmazdı. Zaten HAŞİM KILIÇ da Anayasa Mahkemesi Başkanı gibi değil, Genelkurmay Başkanı gibi konuştu. Buyurun: “Milletimizin terör karşısında gösterdiği asil duruşu adeta tarih yazmaktadır…” Bu slogana neden ihtiyaç duyduğu, bir merak konusu… Sanki kapatma perspektifini, AKP’li Cemil Çiçek yazmış gibi. AKP kapatma taraftarı olduğunu açık açık hissettirdi. AKP esas olarak pragmatik ve ilkesiz siyaset yaptığından, bu pek şaşırtıcı da olmadı. İlkesi olmayan ve amaca ulaşmada her tür araç ve yönteme başvuran AKP’den “demokrasi” bekleyenlere şaşırıyorum.
Peki, o zaman DTP neden kapatıldı? Sanırım birinci sebep; “açılım” adıyla yürütülen; Kürdü Kürdden çalma, Kürdü Kürtsüz bırakma, Kürtlerle siyasi irade ve kazanımlarını çatışır duruma getirme ve esas olarak “bitirme” amaçlı planın önceden takvime bağlanmış sonuçlarından biri olmasıdır. İkincisi; büyük olasılıkla OBAMA, Erdoğan görüşmesinin sonuçlarıyla bağlantılıdır. [Bakalım Erdoğan-Biden görüşmesinden ne çıkacak! RZ] Erdoğan, BUSH döneminde (5 Kasın 2007’de) kendilerine verilen, PKK liderlerini yakalama sözünü güncelleştirerek, ona Mahmur’u boşaltma önerisini de [2021 yılında yine gündemde!RZ] ekleyerek, yeniden talep etmiş olmalı. Olasılıkla reddedildi ve çözüm konusunda daha somut adım atması istendi. Kapatma için neredeyse eş zamanlı start verildi. DTP’nin ABD’de temsilcilik talebinin kabulünü içeren mektubun, DTP Genel Merkezi’ne tebliği, zamanlama olarak dikkat çekici. Tüm gelişmeler sonuçları hesaplanan taktik adımlar olarak okunduğunda şöyle bir tablo çıkıyor ortaya. Muhtemelen kararda, DTP’nin kapatma kararı çıkması durumunda, sine-i millete dönme tutumu da etkili oldu. Zira AKP her şeyi yutarak, şekilsizleştirerek, yabancılaştırarak kendisine benzetme, haksız ve ahlaksızca sahiplenme tutumunu sürdürerek, zaten “Kürtleri kendisinin temsil ettiğini” hiçbir rahatsızlık duymadan sürekli dillendiriyor. [Neyse, artık o hikaye bitti, MHP ile birlikte ‘öze’ dönüşten sonra! RZ] DTP’nin duygusalca bırakacağı mevzileri nasıl dolduracağının hesabını yaptı, sanırım yapma hevesi devam ediyor.
Kararı Kürtler nasıl okuyor? Elbette yasal zeminde mevcut yasaların kendileri için hiçbir güvence taşımadığını, oylarıyla gönderdiği temsilcilerinin kendileri adına siyaset yapmasına izin verilmediğini, meydanlarda, sandıkta temsilini tescil ettikleri partilerinin siyasi yaşamına son verildiğini, yani özetle; yasaların Kürdün kendini temsiline ve haklarını siyaset kurumunda dillendirmesine kapalı olduğunu, acı duyarak ve büyük öfkelenerek okuyorlar. Sokaklar savaş alanı, Hakkâri’ye bakın, Van’a, Diyarbakır’a, Şırnak’a, Siirt’e, Urfa’ya, Mardin’e… Tüm Kürt illerine dahası Kürtlerin yaşadığı her yere bakın lütfen, bir ifade biçimi var. Adı: İntifada. Kürtler hep kendini böyle ifade etti demek büyük haksızlık. Bu ezber noktası, biz onun ötesine geçerek ezberin nasıl bozulabileceği üzerine kurgular yapalım.
Kürtler “artık bıktık” dese, hakları var. Adları, dilleri dâhil her şeyleri, varlıkları yasaklandı. İnkâr edilmek gibi bütün zamanların en büyük zulümlerinden birine maruz kaldılar. O büyük günahı işleyenler, varlıklarını kabul noktasına geldiler ama onu bile burunlarından getirmeye kalkıyorlar. Kürtleri sevmedikleri anlaşılmıştır. Kürtlerin sevgisini kazanma gibi bir dertleri de yok anlaşılan. Hala mantık şu noktada, “Türk” ırkı dışında herkes hizmetçi olmakla mükelleftir.
Kürtler özellikle son yıllarda yasal demokratik haklarını kullanmak için inanılmaz bir sabır ve metanetle siyaset yapmaya çalışıyorlar. Son kararla, AKP ve Anayasa Mahkemesi o haklarını da gasp etti. Peki, Kürtler, “biz artık vatandaş değiliz” dese! “Madem kendimizi ifade etme, temsil etme hak ve yetkisinden mahrumuz, biz vatandaşlıktan istifa ediyoruz” dese. Yani “artık devleti ifade eden hiçbir kuralı tanımıyoruz, elektrik, su, gaz, faturası ödemiyoruz. Yatırım yapmıyoruz, ticaretten elimizi çekiyoruz. Vergi de ödemiyoruz, askere de gitmiyoruz. Okula, işe gitmiyoruz, seyahate çıkmıyoruz. TV izlemiyoruz, gazete istemiyoruz” dese! Sivil itaatsizlik hakkını kullansa, kim ne diyebilir, bunca olanlardan sonra kim suçlayabilir. Demiyor, neden? Bence Kürtler tarihte eşi görülmemiş bir örgütlülüğe sahip olduklarından toplum olarak ötesini de yapabilirler. Ama yapmıyorlar. Çünkü hala halkların birlikte, DOSTÇA yaşayabileceğine inançlarını koruyorlar. Ne kadar zorladığımızın farkında mıyız bu halkı?”
__________
(*) Kürtler demokratik haklarını kullanmada inanılmaz bir inada sahip, ABD’nin siyahları gibi! 2007 yılında ilk KCK tutuklaması olduğunda, N. Mehmet Güler’e, “Nedir yahu bu KCK, takip etmekte zorlanıyorum?” diye sorup, bir araştırma hazırlamasını istemiştim. Daha önce Ölümden Zor Kararlar (2009) adlı bir romanını yayınlamıştım. Bu romandan dolayı yazar mahkum olmuş, ben beraat etmiştim. Sonunda bir kitapla geldi. Öyle ya benim gibi bir sürü insan var merak eden. Merakın sonu: KCK Dosyası (2010) adlı kitaptan dolayı ben yayıncı, o da yazar olarak mahkum oldu. Araştırmacılık belalı iştir Türkiye’de! Araştırma yayınlamak da! Ama bu yetmemiş, 2011 yılında KCK’ye destek verme suçlaması ile gözaltına alınmaz mıyım! Ama bu da yetmedi, aynı dosyadan dolayı, ülkeye iade olunmam istenmez mi? Enflasyonla dibe vurulmuş emekli maaşına el konulmaz mı! Neyse, İntihar Eden Kutsallarım (2012) adlı romana dokunulmadı. Yazarımız da sonunda kendini şiire verdi. Sessiz Dans (2009) ve Yasak Nehir (2019) adlı şiir kitapları kazaya uğramadı. İyi ki parlamento adaylığı kabul edilmedi. Yoksa şimdi hapisteydi!