Veysi Sarısözen
Ekonomi çökmüş. Zap’ta işler zora girmiş. Bir de Kürt halkının “bayram” kutlamaları üstüne binmiş. İki gün sonra 15 Ağustos
Bu gelişmeleri izlerken birden bire öyle iki gelişme daha ortaya çıktı ki, sen, ben, biz değil, Erdoğan bu iki gelişme karşısında ne yapacağını şaşırmış olmalı.
“Hayali” kulis bilgilerimi aktarıyorum:
Bu gelişmelerden birincisi eski ABD Başkanı Trump’ın ve çocuklarının vergi kaçakçılığından yargılanmasıdır. Trump geçenlerde savcının ayağına gitti ve sorulan soruların altından kalkamayacağını anladığı için “susma hakkını” kullandı. Ve daha beteri FBI ajanları Trump’ın evini basıverdi. Dokuz saatlik arama sonunda onbir adet “gizli” devlet belgesini Başkanlıktan ayrıldığı gün çaldığı ortaya çıktı.
Bu hadise şu anda Erdoğan’ın aile meclisinde enine boyuna konuşuluyor olmalıdır. Benzerlik aşikar. Seçimlerin sonunda Erdoğan da Trump gibi “eski başkan” olacak ve onun da “sıfırlama” işine bulaşmış çocukları var.
Sanırım konuyu Bahçeli ile, Soylu ile, Kalın-ince ne varsa hepsiyle de konuşuyordur. “Bu emperyalist Amerikalılar kendi Başkanlarına bunları yapıyorsa, biz düştüğümüzde bize kimbilir neler ve neler yaparlar ya da yaptırırlar, zaten tüm muhalefet FBI’ın beşinci kolu” dediklerini duyar gibiyim. Kaygı haklı. Sonuçta bu Trump nihayet biraz vergi kaçırmış, birkaç koli de gizli belge yürütmüş. Trump’ın yaptıkları bizimkilerin yanında “devede kulak” misali.
Erdoğan’ın aile meclisinde ve de Bahçeli ile “istikşafi” toplantıda, bu badirede okka altına gitmemek için mutlaka bir “a, b” planı da yapmış olmalıdırlar. Erdoğan “seçimler tehlikede, “a” planın nedir?” diye Fidan’a sorar. “Uyguladığımız gibi efendim” der Fidan. Gizemlidir. “Yani kendimize karşı darbe olmasa da savaş açtırabiliriz, yıllar önce demiştim ya, biri iki adam, bir iki roket”… “A” planı nettir: Savaş hali ilan edip, seçimleri “çıkmaz ayın son çarşambasına” ertelemek.
Eğer “istikşafi” toplantıya Cumhuriyet yazarı Mehmet Ali Güller ile onun Aydınlık’taki eski patronu Doğu Perinçek de katılmışlarsa, bu ikili paçayı kurtarmanın “b” planını ayrıntılarıyla masaya getirir: Rusya ve Çin’e “iltica” etmek. “İltica” dediysem Türkiye’den sahte pasaportla Mosova’ya ve Pekin’e giderler sanmayın. Yanlarına tüm Türkiye’yi de alıp, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne “aza” yazılmayı kast ediyorlar. Muhtemelen Güller ve Perinçek’in bu “b” planını duyan Erdoğan “zaten bu Eylül ayında Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Özbekistan’da yapılacak toplantısına gideceğim’ demiştir. Demokrasilerde olduğu gibi Faşizmde de çare tükenmez.
Trump ile ilgili gelişmeler karşısında Saray’dan edindiğim “hayali” kulis bilgim böyle.
Şimdi gelelim ikinci gelişmeye…
Bildiğiniz gibi Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Büyükelçiler toplantısında “ÖSO’yla Esad’ın arasını yapacağız” gibi bir şeyler söylemişti. Söyler söylemez Efrin’den İdlib’e Türk ordusunun işgali altındaki her yerde “Özgür Suriye Ordusu” denilen DAİŞ türevli cihatçılar Türk bayraklarını yakmaya, sokaklarda Türkiye aleyhine gösterilere başladılar. Bunlar öyle “Gezi çapulcuları” gibi değil, “eğıtilip donatıldılar”, ellerinde tank, top gırla.
İşte bu hadise Putin’in eteğine yapışıp kapağı Şanghay’a atmanın önünde ne kadar büyük bir engel olduğunu ortaya koydu. Malum, Putin Erdoğan’ı Esad’la yeniden dost olmaya zorluyor. Ama Esad’la yeniden aile dostu olmanın kolay bir iş olmadığı ÖSO’nun tek bir laf yüzünden Türk ordusuyla karşı karşıya gelmesiyle açığa çıktı.
Bu durumda Erdoğan Bahçeli’yle, Soylu’yla, Fidan ve Akar’la acaba bu ÖSO ayaklanması hakkında nasıl bir konuşma yapmış olabilir? Sanıyorum içlerinden biri ünlü Nasreddin Hoca fıkrasını hatırlamıştır. Güncellenmiş haliyle bu fıkraya göre Akar Erdoğan’a “Başkomutanım ÖSO’yu esir aldım” diye tekmil vermiş; Erdoğan da ona “getir kerataları huzuruma” diye buyurmuş. Akar “gelmiyorlar” deyince, Erdoğan “o halde tez sen gel” demiş. Zavallı Akar “gelemem Reis’im, bırakmıyorlar” diye sızlanmış.
Satrançta buna “açmaz” deniyor. Sağa gitsen de mat, sola kaykılsan da mat. Türk devletinin ÖSO ile ilişkisi Suriye’de barışçı çözümü imkansız kılmıştır. Erdoğan Rusya’nın zorlamasıyla Esad rejimiyle anlaşmaya kalktığında karşısında tanklı toplu yüzbinlik bir ÖSO’yu bulacaktır. Tersi durumda Putin kızacaktır.
Erdoğan “a, b” planınız nedir sayın Akar ve Fidan demişse, onların cevabı muhtemelen şöyle olmuştur. “Seçimi kazanmak için en azından Til Rıfat’ın bir iki köyüne girmek zorundayız, ancak öyle görünüyor ki Ruslar hava sahasını kapatacak, bu durumda Rojava’nın QSD adlı ordusuyla baş edemeyiz, hepsi Apo’nun fedaileri”. Erdoğan şaşkın. “Eee, ne halt edeceğiz bu durumda?” diye sormuştur tahminimce. Cevap müthiş: “A” planımız şöyledir: ‘Suriye sizin vatanınız, haydi bakalım vatanınızı kurtarın, uçaklarımızla, SİHA’larımızla arkanızdayız diye onları kandırırız ve sahaya ÖSO’yu süreriz”. Erdoğan sabırsızlanacaktır; “Eee, sonra?” Sonra da “B “ planına geçeriz.” Burada Akar devreye girer, “hani suya dalmaca oynarken yapardık ya, aptallar suda boğulacak hale gelip tam başlarını sudan çıkarırken, biz suya dalar, yarışı kazanırdık, onun gibi mi?” diye zeka belirtisi gösterir. Fidan “aynen” diye onaylar. “Onlar QSD’yle savaşa tutuştuğunda, biz çakma darbede yaptığımız gibi çerezlerimizi yer bekleriz”. Erdoğan huylanır: “Biz ne kazanacağız bu işten” diye ikisini azarlar. Fidan “ÖSO’dan kurtulacağız sayın Başkanım, QSD onları tıpkı DAİŞ’i kırdığı gibi bire kadar kırar, bizim de Esad’la barışma yolumuz açılır, Putin ‘yoldaşın’ da desteğini alırız, Şanghay biletimizi bedavadan kazanırız”
Hep birlikte bir hayli gülmüş olmalıdırlar.
İkinci gelişmeyle ilgili “hayali” kulis bilgim de bu kadar.
Gazeteci miyim neyim?