Bu yazının yayınlanacağı 24 Ocak günü araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu’nun suikastla yaşamını yitirdiği günün yıldönümüne denk gelmektedir. Öncelikle Uğur Mumcu şahsında öldürülen tüm gazeteci, aydın ve yazarları anmak isterim.
Türkiye’nin geçmiş tarihi adeta anmalar tarihidir. Bu anmalar ne yazık ki ya soykırım, ya katliam ya da suikaste uğramış insanların anmaları şeklinde geçmektedir. Anmalar bile göstermektedir ki Türkiye mutlaka ve mutlaka geçmişi ile yüzleşmelidir. Daha geçen hafta sevgili Hrant’ı andık. Ondan önce sevgili Tahir’i andık. Bu gün de Uğur Mumcu anılacak. Anmaya katılanlar cezasızlığa karşı adaletten bahsedecek, gerçek faillerin ortaya çıkarılması için mücadele sözü verecek. Peki bu kişiler öldürüldüklerinde devlet yetkilileri aynı sözleri vermemiş miydi?
Türkiye’nin yakın geçmişine baktığımızda özellikle katliamlar ve faili meçhul siyasi cinayetler ile ilgili TBMM bünyesinde araştırma komisyonları kurulduğu ve önemli sonuçlara ulaşıldığını görmekteyiz. 2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Katliamı, Metin Göktepe cinayeti, Uğur Mumcu cinayeti, faili meçhul siyasal cinayetleri araştırma ve yasa dışı örgütlerin devletle olan bağlantıları, Susurluk Olayı gibi isimlerle anılan araştırma komisyonları görmekteyiz. Bu araştırma komisyonlarının sonuçlarına baktığımızda, “devleti yönetenler bakımından sürekli olarak devlet cinayet işlemez sözünün söylenmesine rağmen” bu cinayetlerin faillerinin bulunamamasının vatandaşın kafasında bir takım soru işaretlerine yol açtığı, faili meçhul siyasal cinayetlerin faillerinin yakalanarak yargıya teslim edilmesi ve böylece bu sözün gerçek olduğunun vatandaşına inandırılması gerektiği sıklıkla belirtilmiştir. Peki sormak istiyorum vatandaş olarak ne durumdayız, ikna olduk mu? Elbette hayır. Hrant Dink cinayeti tam bir devlet cinayeti olarak hala çözülmeyi beklemektedir. Ape Musa (Musa Anter) gibi Vedat Aydın, Mehmet Sincar, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Çetin Emek, Vedat Aydın, Savaş Buldan, Hacı Karay, Adnan Yıldırım cinayetleri devlet içindeki paramiliter gruplar tarafından işlenmedi mi? Yani bir devlet cinayetleri olarak karşımızda durmuyor mu? Bu soruları niye soruyoruz? Çünkü bu cinayetleri hala tetikçileri dışında (çoğunun tetikçileri bile cezalandırılamadı) gerçek sorumluları ortaya çıkarılamadı. Susurluk kazasından sonra Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın raporu ve akabinde 1996 tarihli TBMM Araştırma Komisyonu Raporu’nun üzerinden 26 yıl geçtikten sonra Sedat Peker isimli suç örgütü liderinin ifşaatları aynı yerde olduğumuzu göstermektedir. Yurt dışında yaşayan Kürt siyasetçilere yönelik suikastlar kimsenin güvende olmadığını göstermektedir. Sinan Ateş cinayeti ise durumun giderek kötüye gittiğinin kanıtı değil mi? Ana muhalefet lideri Sayın Kılıçdaroğlu’nun alenen tehdit edilmesi durumun kontrolden çıktığını ve çete yapılarının devlet içinde ne kadar kollandığını göstermiyor mu?
Türkiye’de faili meçhul cinayetler konusunun çözülebilmesi için devlet içindeki çete yapılarının ve paramiliter grupların tamamının dağıtılması gerekir. Bunun için de Türkiye’nin yıllardır Kürt sorunu nedeni ile sürdürdüğü silahlı çatışma ve savaş ortamının sonlandırılması gerekir. Gördüğünüz gibi yine her yol Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yoldan çözümüne çıkmaktadır. Türkiye 90’lı yıllardaki acı tecrübeyi değerlendirip 2013-2015 dönemini barışla sürdürebilirdi. Ancak bunu gerçekleştiremedi ve 2015’ten itibaren kesintisiz silahlı çatışma ve savaş dönemine girdi. Bu nedenle de devlet içerisindeki çete yapıları güçlendi, Türkiye gri listeye girdi ve cezasızlık devlet politikası olarak varlığını sürdürdü. Sadece şunu söylemek isterim. AİHM kararına rağmen Musa Anter davasının zamanaşımından düşürülmesi cezasızlığın ne kadar güçlü bir devlet politikası olarak uygulandığını göstermektedir. Sevgili Tahir Elçi cinayetinin çözülmek istenmemesi cezasızlığı göstermektedir. Elbette ki kilit cinayetlerden birisi olan Uğur Mumcu cinayetinin perde arkasının çözülmek istenmemesi cezasızlığı ve bunun arkasındaki devlet içindeki çetenin halen güçlü olduğunu göstermektedir. Ankara JİTEM Davası diye bilinen Ankara’da 18 kişinin öldürülmesi ile ilgili Mehmet Ağar ve arkadaşlarının yargılamasının hala sürüyor olması cezasızlık politikasının zamanaşımı taktiği işletilerek devam ettirildiğinin tipik göstergelerinden biridir.
Türkiye’nin Mayıs 2023’te milletvekili genel seçimleri ve cumhurbaşkanlığı seçimini yapacağı bu yılda, adalet vadeden siyasal partilere sormak gerekir. Cezasızlığı ortadan kaldırmadan adaleti nasıl getireceksiniz? Geçmişle yüzleşmeyi göze alacak mısınız? Hakikat ve Adalet Komisyonu kuracak mısınız? Bir daha asla demek için gerçek bir barış süreci inşa edecek misiniz? Bu soruları çoğaltmak mümkün.
Bu yazımda, Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü günde faili meçhul siyasal cinayetlerin hangi konularla bağlantılı olduğunu hatırlatmak istedim. Unutmayalım, adalet hepimiz için gerekli ve adalet iyileştirir! Adalet için de hakikat gerekir. Adalet talep etmek nasıl bir hak olarak görülüyorsa, hakikat de hak olarak tanımlanmaktadır. Faili meçhul siyasal cinayetlerin aydınlatılması için kanunla kurulacak bir Hakikat ve Adalet Komisyonu istemek çok mu?