Hüseyin Kalkan
Ermeni soykırımı üzerine çalışan herkes, hangi arşivleri kullanırsa kullansın, Ermeni soykırımının aynı zamanda bir Kürt kırımı olduğunu da bilir. Nasıl Kürtlerin ve Ermenilerin kaderi iç içe geçmişse onlarla ilgili arşiv belgeler de iç içe geçmiştir. Ancak bu araştırmacıların bazıları nedense Kürtlerle ilgili sadece olumsuz belgeleri el alır ve onlar üzerinde çalışır.
Elbette bazı Kürt aşiretleri soykırıma katılmış, Ermeni halkının katledilmesine katkıda bulunmuşlardır. Özellikle Abdülhamid döneminde kurulan Hamidiye Alayları bu konuda uğursuz bir rol oynamışlardır. (Ki Hamidiye Alayları Kürtlere karşı da kullanılmışlardır.) Bu durumla ilgili çok sayıda belgeyi arşivlerde bulmak mümkündür. Bu hafifsenecek bir durum değildir, söylenip geçilecek bir durum hiç değildir. Ancak Kürt siyasi hareketinin bu mesele ile ilgili hiç kompleksi olmamıştır. Soykırımı ve soykırımda Kürtlerin kullanmasını hiçbir komplekse kapılmadan ifade etmiştir. Bu katkıdan dolayı Ermeni ve diğer Hıristiyan halklardan özür de dilenmiştir.
Devlet örgütlemezmiş
Bu girizgahı yapmamın nedeni Taner Akçam’ın Aras Yayınevi’nden çıkan ‘Ermeni Soykırımı’nın Kısa Bir Tarihi’ isimli yeni kitabı ve bu çerçevede yaptığı söyleşilerdir. Akçam’ın Ermeni soykırımı ile ilgili çalışmalarını biliyoruz. Ancak bu kitapta sadece Ermeni soykırımı ile ilgili değil, soykırıma yaptığı bir ek ile ayrım yapmadan Kürtleri soykırımda sorumlu konuma getirmektedir. Bu yeni özelliğin adı Akçam’ın deyişi ile aşağıdan yukarıya doğru soykırımdır. Taner Akçam’a göre her zaman soykırımları merkezi devlet örgütlemez bazen de aşağıdan gelen soykırım talebine uymak durumunda kalır. Sonuçta Kürtler talep ettiği için İttihat ve Terakki, Ermeni soykırımın tertip etmek durumunda kalmışlardır, gibi bir yere varırız. Biliyorum bu satırları okuyanlara bu inanılmaz geliyordur. Bu nedenle izninizle söz konusu kitaptan bir alıntı yapacağım.
“Özetle, elimizdeki belgelere bakarak iddia edebiliriz ki, Süryanilere yönelik imhaları merkezi hükümetin karar ve emirlerine bakarak anlamaya çalışmak eksik ve yanlış olur. Katliamların ana dinamiği bölgenin sosyal yapısıdır. Kürt aşiretleri ve birçok durumda onlarla ortak hareket eden yerel yöneticiler bu dinamiğin merkezinde durmaktadırlar. Bu da bize soykırım süreçlerinin önemli bir özelliği hakkında bilgi verir: Soykırımlar bir tek merkezde detaylı olarak planlanmış politikaların yukardan aşağıya doğru hayata geçirilmesiyle gerçekleşmez. Yerel güçlerin, merkezi hükümetleri beli tavırlar almaya zorlamasıyla da gerçekleşir. Yani aşağıdan yukarıya doğru işleyen bir süreçte söz konusudur ve merkez, sosyal, siyasal ve ekonomik iktidarını sürdürmek için yerel güçlerce dayatılan politikaları kabul etmekte fazla bir sorun görmemektedir.” (age. s.135)
Yerelde kim var?
Hem İTC’nin soykırımda Kürtleri sorumlu tutmaya çalıştığını yazmak, hem bunları yazmak bana göre büyük çelişki. Her attığı adımda Osmanlı belgelerine başvuran Akçam, bu önemli belirlemesine dair herhangi bir belge ortaya koyma zahmetinde bulunmuyor. Yerel yöneticiler dediği -ki bunlar valiler ve onlara bağlı devletin görevlileridir ve askeri yetkililerdir- bunlar devletin taşradaki önemli bir halkasıdır ve merkezden bağımsız hareket etmeye kalkanlar özellikle İTC döneminde şiddetle cezalandırıldıkları biliniyor. Yerel yöneticileri, Talat Paşa merkezden telgraflarla yönetmiş ve yönlendirmiş ve böylece soykırım mümkün olmuştur. Kaldı ki Akçam, soykırımda telgraf sisteminin önemi üzerinde durmuş, bu sistem olmadan soykırımın mümkün olmayacağını yazmıştır. Kürtler böyle bir şebekeye sahip olmadıkları gibi, demiryolu ağına da sahip ya da hakim değillerdir. Akçam’ın Kürtlerle birlikte hareket ettiğini söylediği yerel yöneticiler, hemen her zaman Kürtleri aşağılayan ve zulüm yapan kişiler olmuşlardır. Hans-Lukas Kieser’in yeni yayınlanan Talat Paşa isimli kitapta yerel yöneticilerin davranışları ile ilgili çok sayıda belge ve bilgi bulunuyor. Kieser, önce Van sonra Erzurum Valisi Tahsin ile ilgili şunları yazıyor: “Tahsin, Dersim’in Ermenilerle aynı kaderi paylaşmakta korkan Alevi Kürtlerini de karalayıp tehdit etti. Onları ‘cihãd-ı mukaddesimize’ hiçbir katkıda bulunmamış olmakla ve binlerce Ermeni’yi koruma hıyanetini etmiş olmakla tenkit etti. ‘Bu kadar alçaklıklara hükümetin sükût etmeyeceğini bildiklerinden mûşkilâtımızdan istifâde te’min etmek üzere bu yolda sözler çıkarmakta oldukları ma’rûzdur.” (age. s.239)
Kürtler ve soykırım
Birinci Dünya Savaşı’na girilirken Osmanlı topraklarında üç milliyetçilik birbiri ile yarışmaktadır. İmparatorluğu yöneten Türk (ve İslam) milliyetçiliği, Ermeni milliyetçiliği ve Kürt milliyetçiliği. Denilebilinir ki bu milliyetçiliklerden en az gelişmiş olanı Kürt milliyetçiliği idi. Diğer iki milliyetçilikle ilgili çok sayıda çalışma olduğu için, bu yazıda Kürt milliyetçiliği ile ilgili birkaç belirlemede bulunacağım. Savaşa girildiğinde Kürt milliyetçiliği son derece zayıftır ve bütün Kürtler adına söz alabilecek bir Kürt örgütü ve siyaseti bulunmamaktadır. Bu yüzden de İTC’nin Ermeni halkına karşı yürüttüğü soykırıma karşı ortak ve tek bir tavır belirlenememiştir. Farklı bölgelerde farklı tavırlar ortaya çıkmıştır. Ama altını çizerek belirtelim ki ne zaman Kürtlük adına bu siyasi irade ortaya çıkmışsa bütün kesimleri kapsamasa bile o irade Ermenilerle ortak hareket etmek yoluna girmiştir. Bunun en önemli örneği Abdürrezzak Bedirhan’ın önderlik ettiği harekettir. Daha önce gazetemizde bu hareketle ilgili uzun bir yazı yazdığım için burada kısaca Abdürrezzak Bedirhan’ın, Osmanlı devletine karşı Rusların desteği ile Kürtlerden ve Ermenilerden oluşan bir ordu kurmaya çalışmasına değineceğim. Ekim Devrimi’nden sonra Rusların desteğini çekmesi ile birlikte bu ordunun dağıldığını belirteyim. Abdürrezzak Bedirhan, güçlerinin dağılmasından sonra elinde kalan 27 atı, Ermeni ve Kıldani ailelerine verir, Van’ı terk etmeleri için. (Abdürrezzak Bedirhan, otobiyografya, s.71, Peri Yayınları) Taner Akçam, Vahakn N. Dadrian birlikte kaleme aldıkları İttihad ve Terakki’nin Yargılanması isimli kitapta Abdürrezzak Bedirhan’ı öldüren yetkililerin davasının tutanaklarına yer verir. (s. 176-178) Ancak, Akçam ne o kitapta ne de başka bir çalışmada Abdürrezzak Bedirhan’ın kim olduğundan ve neler yaptığından söz etmez. Söz konusu kitap yayınlanmadan önce en azından Abdürrezzak Bedirhan’ın kendi yazdığı otobiyografisi dahil olmak üzere bazı belgeler yayınlanmıştı. Yukarıda sözünü ettiğimiz Hans-Lukas Kieser’in aynı kitabında Kürtlerin tavrına dair daha genel bir belirleme ve Abdürrezzak Bedirhan’ın Ermenilerle ilişkisine dair bir alıntı: “(Talat’ın) Sekteryen politikalarına rağmen ve aynı zamanda yine bu sebeple, bölgedeki rejim güçleri bütün itibari Müslümanların desteğini sağlamayı bile başaramadı. Osmanlı saltanatı/hilafetinden her daim soyutlanmış Dersim Alevileri Rusya’ya yakınlık duyuyor ve Osmanlı ordusuna katılmayı reddediyordu. (Sünni) Kürt liderler Abdürrezzak ve Kâmil Bedirhan Ermeni Devrimci Federasyonu (ARF)’yle ittifak yapmayı denediler. Rusya bunu destekliyordu. Nihayetinde Talat, Cevdet’e bu yolu izlemeye kalkışan bütün Kürt önderlerini ivedilikle tutuklaması fikrini aşıladı. (age. s.211-2127)
Yine 1. Dünya Savaşı sonrası toplanan Paris Barış Konferansı’nda Kürt ve Ermeni delegasyonu birlikte hareket etmeye karar vermesi üzerine Türkler telaşa kapılmış ve baskı ile bazı Kürtlere Paris’te bulunan Kürt delegasyonuna başkanlık eden Şerif Paşa’nın Kürtleri temsil etmediğine dair telgraflar çektirdi. Bu örnekler gösteriyor ki Kürt aydınları soykırıma karşı Ermenilerle örgütlü bir ittifak içine girmeye çalışmışlardır. Maalesef bunda yeteri kadar başarı olamamışlardır.
Kürt-Ermeni ayaklanmaları
Şimdi size bir telgraf aktaracağım. Talat Paşa’nın katliam emri veren meşhur telgraflarından biri. Kürtlerin ve Ermenilerin birlikte katledilmesini emreden telgraflardan birini. Sonra da bu telgrafın hikayesini anlatacağım size.
Bâb ı Âlî (Osmanlı)
Dâhiliye Nezâreti (İçişleri Bakanlığı> Ek: Kul Seyyid)
Emniyyet i Umûmiyye Müdîriyyeti
Umûmî:
Husûsî: 3
Şifre
Ma’mûretü’l-azîz Vilâyetine
Darende ile hem-hudûd olan Malatya’nın Akçadağ kazâsına mülhak Kürecik nâhiy esindeki Alevî Kürdlerle civârdan oraya giden birtakım Ermeni askerlerinin bir çete teşkîl ettikleri ve Sivas Vilâyetince ta’kîb ve der-destleri esbâbına tevessül olunduğu ve Kürdlerin bu vechile dağa çikarak temerrüdde bulunmaları Malatya me’mûrîninden ba’zılarının kânûn-şikenâne tazyîkâtından inbi’âs eylediği ve haklarında lâzıme i ma’delet tatbîk ve icrâ olunduğu sûretde Hükûmet’e arz ı mutâva’at ve inkıyâda âmâde bulundukları eşkıyâ re’îsî Mehmed Ali ile rüfekâsı tarafından ifâde kılındığının mevsûkan istihbâr kılındığı Sivas Vilâyeti’nden bildirilmişdir. Serî’an tahkîkât îfâsiyla îcâb eden tedâbîrin ittihâz ve istikmâli.
Fî 12 Mart sene [1]331 (12 Mart 1915)
Nâzır
İmzâ
Sözel tarihi aktarımı
Gelelim yukarıdaki telgrafın hikayesine. Bu isyanın hikayesi bütün Kürecik’te bilinir ve küçük değişikliklerle her tarafta anlatılır. Telgrafta adı eşkiya reisi olarak geçen Mehmet Ali, Kasımuşağı Aşireti reisidir. Kesin sayısı bilinmemekle birlikte 40-50 civarında bir silahlı gücü vardır. Bu yüzden olsa gerek asker kaçağı bazı Ermeniler, Kasımoğlu Mehmet Ali’ye sığınır. Devletin yerel yetkilileri bu kişilerin kendilerine teslim edilmesini ister. Mehmet Ali bu isteği geri çevirince üstüne jandarma gönderilir. Çıkan çatışmada Alibek Demirel, Halil Çolak ve Ali Mordeniz yaşamını yitirir, Kasımoğlu Mehmet Ali ile birlikte Kaloyu Cannike ve eşi Alte Hanım ve Hüssiki Kuşe yakalanır. Bu dört kişi Haput’ta idam edilir. Alte Hanım belki Osmanlı döneminde bir isyana katıldığı için idam edilen tek kadındır. Ayrıca idam edilen dört kişinin cenazeleri yakınlarına teslim edilmemiş ve nerede gömülü oldukları bilinmemektedir. Mehmet Ali adına yakılan ağıt Kürecik yöresinde meşhurdur ve bazı ses sanatçıları tarafından albümler için seslendirilmiştir. Kürecik Darıca köyünde Kamber Yücekaya, 1972 yılında üniversite bitirme tezinde bu olayın hikayesine yer vermiştir. Ayrıca H. Nedim Şahhüseyinoğlu, Kürecik isimli kitabı için yörede sözlü tarih çalışması yapmış ve bulgularının bir kısmına bu kitapta yer vermiştir. Ayrıca internet ortamında birçok Kürecikli isim bu isyanın hikayesini yazıp yayınlamıştır. Bunda başka benzeri isyanların Sivas’ta ve Maraş-Pazarcık’ta da meydana geldiğini yine Osmanlı belgelerinde bilmekteyiz. Sivas ve Pazarcık’taki isyanlara dair herhangi bir sözlü veya yazılı tarih çalışmasına şimdiye kadar rastlamadım.
Paralel harekatlar
Yine Ermeni soykırımı sürecinde birçok Kürt aşiretine karşı askeri operasyon düzenlenmiştir. Dersim’de 1892’de Koçuşağı ve Şamuşağı harekâtları, 1907’de yine Koçuşağı ve Resik Aşiretlerine karşı hareket, 1909’da Haydaranlar Aşireti’ne karşı yapılan hareket, 1914 yılında Kırgan Aşireti’ne karşı yapılan harekât, 1916’da Ferhatuşağı Aşireti’nin isyanının bastırılmasıdır.
Mustafa Kemal, daha Cumhuriyet’i ilan etmeden önce Kilikya’da Ermenilere karşı hareket yürütürken aynı zamanda Koçgiri’de Kürtleri bastırma hareketi yürütüyordu. Bu yazıda bu örneklerle yetineceğim, ama yüzeysel bir araştırma bile soykırım döneminde Kürtlerin de büyük bir kırıma tabi tutulduğunu ve Ermenilerle aynı kaderi paylaştığını gösterir.
Sonuç yerine
Taner Akçam’ın bu kitabı ve kitaptan sonra başlattığı “ilk gece hakkı” tartışması olsa olsa iki halk arasına nifak sokar. Belgeler üzerinde araştırmadan durup dururken başlatılan böyle tartışmalar buna yarar ancak. Bu tartışmanın ikinci sonucu ise IŞİD’e karşı mücadelede dünya kamuoyunun sempatisini kazanmış olan Kürtlerin bu imajını bozmaya yarayabilir.