2013 Newrozu’nda Amed’deydim. Başkan Apo’nun tarihi mesajını orada dinledim.
Şimdi Erdoğan’la ve belli ki devletin çekirdek kadrolarıyla yapılan görüşmeler temelinde konuşan Bahçeli’yi de dinliyorum.
Ne görüyorum?
Bu konuşmadan “terörist başı” gibi uygunsuz lafları ve PKK’yi “feshetme” gibi uçuk dayatmayı çıkardığım zaman, Öcalan’ın muhataplığını kabule ve devletin dönüp dolaşıp Başkan Apo’nun Newroz konuşmasında önerdiği çizgiye geldiğini görüyorum.
O çizgiye PKK ve HPG, o gün en küçük bir tereddüt duymadan onay vermişti. Gerilla geçmiş “geri çekilmelerden” edindiği deneyle, ihtiyatla, fakat kararlılıkla Başkan’ın gösterdiği yönde adımlar atmaya başlamıştı. Barış ve çözüm elimizi uzatsak tutacağımız kadar yakınımızdaydı. Dolmabahçe’de masa kurulmuştu.
Ama devlet gerillanın çekildiği her yerde, bu çekilme olmasa, gerillanın izin vermeyeceği “kalekollar” kurmaya da başlamıştı. Hiçbir stratejik tepeye bırakalım komando birliklerini, kalekol yapmak için tek bir kepçe, buldozer bile gönderecek şimdiki tekniğe dayalı askeri gücü yoktu. Çekilme buna rağmen adım adım devam etti.
Etti ama, bu esnada devletin karanlık odalarında, ‘çöktürme planı’nın kanlı maddeleri kâğıda dökülüyordu. Kobane’de gerillaya büyük bir tuzak hazırlanmış, iktidar Şam’a ilerleyen DAİŞ’i Kobane’ye yöneltmişti. Bir yandan da Kandil “kırmızı çizgimiz Rojava’dır” diyen Başkan Öcalan’ın çizgisinde, Karayılan’ın vaktiyle açıkladığı gibi, hareket etmeyi tartışıyordu. Türk devleti, o sırada ‘yenilmez bir güç’ sayılan DAİŞ’i gerillayla çatıştırdığında, gerillanın yok edileceğini umuyordu. Yolu o nedenle açtılar. Yine Karayılan’ın sözleriyle, ‘en deneyimli gerillaların’ Kobane’ye ulaşmasına seslerini çıkarmadılar. Bekledikleri olmadı. Çok büyük kayıplara rağmen gerilla DAİŞ’e ölümcül darbe indirdi. Rojava devrimi zafere ulaştı.
O zaman DAİŞ’in yapamadığını devlet yapmaya kalktı. ‘Çöktürme planı’nı devreye soktu. Çözüm masasını devirdiler ve savaşı başlattılar. Öcalan’ı tecrit altına aldılar. O günden beri savaş ve tecrit devam ediyor. Eğer o gün, yani 2013 Newroz’unda Başkan Öcalan’ın açtığı yolda yürünseydi, bugün Türkiye, şimdi devlet güçlerinin ‘güçlendirelim’ dediği ‘iç cepheyi’, Türk ve Kürt halklarının onurlu barışıyla “demokratik ulus, ortak vatan” temelinde çoktan elde etmiş olurdu. Bu olmadı, çünkü Türk bölgesel emperyalizmi henüz Ortadoğu’da güç merkezi olma stratejisinin kökten yenilgiye uğradığını kabul etmemiş, Rojava’nın ve dolayısı ile Suriye’nin topraklarını işgal etme yolunda yürüyordu. O günden bu yana Türk devleti üçüncü dünya savaşında yenildiğini gördü, bu savaş nedeniyle yıkıcı bir ekonomik, sosyal ve ahlaki krize yuvarlandı.
Ve şimdi üçüncü dünya savaşının yeni aşamasında, söz planında İsrail’i hedef alsalar bile, ABD’nin ve İsrail’in İran’a karşı savaşa yöneldiğini ve ABD İran’a şu veya bu nedenle savaş açtığı anda, NATO’nun 5. maddesi gereği Türkiye’nin de bu savaşa sürükleneceğini “devlet aklı” diye bir şey varsa o akıl gördü. Bu durumda savaşan ve savaşacak olan bütün taraflar gibi, bu savaşta dengeleri değiştirecek olan elli milyonluk Kürdistan halkı ve onun yüzbinleri bulan silahlı öz savunma güçleriyle uzlaşma zorunluğunu anladı.
Şimdi bu uzlaşmayı Kürt halkına az, devlete çok kazandıracak bir şekilde yapma hesabı içindeler.
Ancak hesapları ne olursa olsun İran’la savaş demek, savaşın Türkiye’nin kapısına dayanması demek olduğu içindir ki, Kürt özgürlük hareketi ve onun dostları bu hesapları bozma imkanına savaşın seyri içinde artan ölçülerde kavuşacaktır. Başkan Öcalan son mesajında şartların oluşması durumunda barış ve çözüm yolunda rolünü oynayacak teorik ve pratik güçte olduğunu söylediğine göre, görev bu şartların oluşması için mücadeleyi hafifletmek şöyle dursun, yeni ve daha yüksek bir aşamaya yükseltmektir.
Başarmak mümkündür. Çünkü Newroz’da Başkan Öcalan’ın barış yolunu gösterdiği günlerdeki Türk devleti güçlüydü. Ekonomisi yükselişteydi. Dış politikada etkiliydi. AKP seçim şampiyonuydu. Bugün açtığı savaşın sonucunda kolu kanadı kırıktır, tekniğe dayanan askeri gücü dışında takati kalmamıştır. BRİCS’ten eli boş dönmüş, NATO’nun onu savaşa sürükleyecek baskılarına açık hale gelmiştir. Apocu tüm güçlerle uzlaşmak zorundadır. Hiç kuşkusuz Kürt halkının ve bölge halklarının da çıkarı, onurlu bir barış için uzlaşmayı zorunlu kılmaktadır. Bölgede durum tüm tehlikelere rağmen Kürt halkından yanadır. Uzlaşmada kaybeden taraf Kürt halkı olmayacaktır.
Yazıyı bitirirken, medyanın sağında ve solunda insanların gözüne atılan sis bombalarına, uydurma spekülasyonlara, dedikodulara kulakları tıkamanın önemini vurgulamak isterim. Fuat Kav’ın tabiriyle, bir takım eli sopalı emekli paşaların tuluat artistleri gibi ekranlardaki uydurma analiz ve diyaliz hallerini ya seyretmeyelim. Eğer seyredeceksek gülmek için seyredelim.
Durum açık: Savaş ve tecrit sürüyor. Başkan Öcalan, onun çizgisinde yürüyeceğini söyleyen KCK, PKK, tüm bileşenler, Dem Parti, onun şimdiki ve eski eşbaşkanları dün hangi noktada duruyorlarsa yine aynı noktada duruyor. Sabit bir noktada duramayan ise devlet, onun iktidardaki partileridir. Bir yandan iç barıştan söz ederlerken, Ankara eylemini bahane ederek, bu eylemle uzak yakın ilgisi olmayan Rojava şehirlerini amansızca bombalamaları, daha belli bir süre kararlı bir noktada duramayacaklarını gösteriyor.
Yani mesele Başkan Öcalan’ın, Kandil’in, Dem Parti’nin, Selahattin Demirtaş’ın ne diyeceği, ne yapacağı değil, devletin, AKP ve MHP’nin ne yapacağıdır. Erkek egemen ifadeyi değiştirip, çöpe atarak söyleyecek olursak, “bu oynaklığından dolayı erkek egemen iktidarı dövmeyen, keşke diye diye dizini döver.”