Kenan Kırkaya
90’lı yılların utanç verici uygulamalardan biriydi elektrik işkencesi. Tek tek ya da gruplar halinde karakollara çekilen, günlerce ve bazen aylarca gözaltında tutulan insanlar çeşitli işkence yöntemleri arasında en yaygın şekilde elektrik işkencesine maruz kalırdı. Bu uygulama sistematik olarak 2000’li yıllara kadar sürdü. Halen de kimi gözaltı merkezlerinde işkencenin sürdürüldüğüne ilişkin ciddi şüpheler ve veriler var.
Şahsen bu sistematik işkencelerin tümüyle Şubat 1999’da İzmir Emniyet’i Bozyaka Şubesi’nde tanıştım. 20’li yaşlarımda yaşadığım ve bir hafta süren işkenceler, aylarca aynı saldırılara maruz kalan ve bu işkence seansları sonucu hayatını kaybeden insanların yaşadıkları yanında hafif kalır. Abartılı değil; bütün bu karanlık dönemde yüzbinlerce insan işkenceye maruz kaldı. Kimisi sakat bırakılırken, birçoğunun vücudunda kalıcı ve belki de asla iyileşmeyecek hasarlar ve marazlar oluştu. Bugün “hasta tutsak” diye anılan insanların çoğu sistematik işkenceler sonucu bu hale getirildi.
İşkenceleri yapanların ne adları ne sanları ne bağlantıları bilinirdi! Aslında bilinirdi ama resmi olarak tanımsızdı, gizliydi. Çünkü işkence herkesin bildiği, birçok kişinin doğrudan maruz kaldığı ‘devlet sırrı’ydı. Götürüldüğünüz gözaltı merkezinde (Bu jandarma karakolu da, polis karakolu da, gayri resmi istihbarat merkezleri de olabilirdi) özel hazırlanmış işkence bölümlerine alınırdınız. Gözaltı süresi boyunca gözleriniz bağlı tutulur, zaman anlamını yitirir, nerede olduğunuzu, az sonra neyle karşılaşacağınızı seslerden, bazen kokudan anlamaya çalışırdınız. Büyük bir gürültüyle açılıp kapanan soğuk demir kapılar, çarptırıldığınız duvarlar, iteklendiğiniz merdivenler, sağdan soldan yediğiniz darbeler, yürütüldüğünüz uzun koridorlar, az sonra başlayacak işkence seansının habercisiydi. Küf ve sidik kokan bir bölümde yere atılmış, kirini bedeninizde hissedeceğiniz bir sünger yatağa yatırılırdınız. Elleriniz ve ayaklarınız eldivenli kişiler tarafından mengene gibi yere mıhlanırdı. Çıplak bedeninize “asit” diye tabir ettikleri sıvı dökülür, ardından en hassas bölgeler başta olmak üzere vücudunuzda elektrik gezdirilirdi. İşkenceciler birbirlerine “Komutan”, “Haydar”, “Hacı” diye hitap eder ama bunların hiçbirinin gerçek isimler olmadığını bilirdiniz. İşkenceci kendi karanlığında güç gösterisinde bulunur, kendisini yenilmez sanırdı ama yüzünü göstermekten imtina edecek kadar korkardı.
Mizah o zamanlar da zulümle baş etme araçlarından biriydi ve o gözaltı merkezlerinden sonra cezaevine giden herkes yediği elektrikle ve yaşadığı işkencelerle dalga geçerek acısını hafifletirdi. “Kaç waltlıksın”, “elektron yüklüyüm”, “bana Keban’ı (Barajı) bağladılar” gibi kavramlar günlük dile yerleşirdi. İnsanları sindirmenin, mücadeleden vazgeçirmenin araçlarından birine dönüştürülen elektrik bugünkü kadar pahalı değildi, o yüzden Manisalı gençler gibi birkaç örnek dışında kimse bu elektrik işkencesini umursamazdı.
Şimdi elektrik fiyatları fırlayınca Keban’ı 80 milyon insanın cebine bağladılar. Elektrik, sadece terörist diye adlandırılanların, potansiyel tehdit olarak görülenlerin değil toplumsal olarak herkesin canını yakıyor, herkesi çarpıyor. Özelleştirilen elektrik dağıtım şirketleri elektriğe zam üstüne zam yaptıkça vatandaşın da canına okuyor. Gelen faturalar akıllara ziyan. Ünlü, ünsüz kim varsa kira tutarı tadında elektrik faturalarını paylaşıyor. Sadece asgari ücretle geçinen vatandaş değil ülkenin kaymak tabakası bile olan bitene isyan edecek duruma geldi. Hele esnafın durumu içler acısı, esnaf kazandığı 3-5 kuruşu da şirketlere kaptırıyor, 100 bin TL’den daha yüksek fatura ödeyen orta ölçekli işletmeler var. Haliyle insanlar elektrik kullanamıyor, kullanmaktan imtina ediyor. İtibardan tasarruf yapılmasın diye insanlar aydınlıktan tasarrufa, Saray ışıldasın diye ülke karanlığa zorlanıyor. “Geçmişte kuyruklar vardı, kimsenin cebinde telefon yoktu” propagandası çekenler bütün bir ülkeyi kelimenin gerçek anlamıyla karanlığa mahkum etti. Cepteki telefonu şarj edecek elektrik bulamıyor insanlar. Toplum bu iktidar döneminde farklı bir elektrik işkencesi yaşıyor. İşkence yapan bellidir, işkenceyi yaşayan da bellidir; değişmeyen tek şey işkenceyi yaşayanın yaşadıklarını kanıtlama çabasıdır. Paylaşılan faturalar, mum ışığında kalmalar, battaniyelere sarınmalar, camlara asılan astronomik fatura tutarları… İktidar elitleri de her zaman ki halkın dramıyla alay ediyor, utanmazca kuru fasulye-gaz esprileri yapıyor.
Dünkü elektrik işkencesi derin devlet, mafya, Susurluk düzenini besliyordu, bugünkü elektrik işkencesi de mafya-siyaset düzenini besliyor. Dünkü işkenceye sessiz kalmak bugün 80 milyon insanı başka türlü bir elektrik işkencesi yaşanmaya mahkum etti. Haliyle bu işkenceden kurtulmanın yolu, iktidarın lütfedip hatasından dönmesini beklemek ya da pasif bir tutumla sadece faturaları ödememekle mümkün değil.