“ Ailede, erkek burjuvadır; kadın da proleter rolü oynar.” (1)
F. Engels
Şimdilerde ‘dünya kadınlar günü’ olarak kutlanan, 8 Mart 1857 yılında ABD’nin New York kentinde kadın işçilerin çalıştığı tekstil fabrikasında düşük ücret, uzun işgünü, berbat çalışma koşullarına, aşağılanmaya karşı başlattıkları direnişe polisin saldırısı ve fabrikada çıkan yangın sonucu 129 kadının yanarak ölmesine gönderme yapıyor. Daha doğrusu yapması gerekiyor! Elbette bu kapitalizmin tarihinde bir istisna değil. Kapitalizmin tarihi nice vahşetlerin de tarihidir, zira kapitalist, işçiyi ‘insan olarak’ görmez. Onun için işçi [proleter] herhangi bir üretim faktöründen farksızdır. Makine gibi, hammadde gibi, enerji gibi, yarı-mamul şeyler gibi bir şey sayılır ve öyle muamele edilir… Bu yüzden işçi sınıfının mücadelesi sadece ücretleri artırmak, ‘maddi kazanımlar’ elde etmekten ibaret değildir. Her şeyden önce bir eşitlik ve haysiyet mücadelesidir… Katliamdan 53 yıl sonra, 26 – 27 Ağustos 1910 yılında Sosyalist Enternasyonal’e bağlı ‘Uluslararası Sosyalist Kadınlar’ Kopenhag konferansında, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin harika kadın önderleri Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg’un önerisi üzerine, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilan ediliyor. Üçüncü Kadınlar Konferansı’nda da Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilan ediliyor. Türkiye’de ilk defa 1921’de kutlanıyor ve ondan sonra yıllarca yasaklanıyor… İkinci emperyalist savaş sonrasında daha sıklıkla kutlanıyor ve 1977 yılında Birleşmiş Milletler Örgütü de 8 Mart’ı ‘Dünya Kadınlar Günü’ ilan etti… Aslında bir sorun, Birleşmiş Milletler Örgütü’nün kapsama alanına girdiğinde ekseri bir günlük bir soruna dönüşür… Dünya ormancılar günü, Dünya su günü, Dünya çevre günü, Dünya kanser günü, Dünya barış günü, vb. gibi… Emekçi sınıflara dair bir sorun, eğer burjuva devletin ve burjuva siyasetçilerinin ilgi alanına girmişse, bilin ki, orada o sorunu, o hareketi ‘ehlileştirme, amaçtan saptırma kaygısı vardır… Bu yüzden kadınların özgürlük, eşitlik, haysiyet mücadelesini, onu yok sayanların, yok edenlerin ‘etki alanına girmesine’, ehlileştirmelerine izin vermemek gerekiyor…
Elbette kadınlara yönelik ‘ayrımcılık’ kapitalizmle başlamadı. Binlerce, on binlerce yıl geriye giden bir sorun söz konusudur. Kadınlara yönelik ayrımcılık, kadının ikinci sınıf insan sayılmasının, eksik insan sayılmasının tarihi, sınıflı toplumun tarihiyle yaşıttır… Tüm büyük tek tanrılı dinler (Musevilik- Hristiyanlık, Müslümanlık, vb.) kadını ‘eksik insan’ veya aynı anlama gelmek üzere ‘ikinci sınıf insan’ sayar ve öyle muamele eder. Kadınların başı, bin yıllardır erkek egemen, patriyarkal baskı ve zulümle derttedir… Esasen kapitalizm ve patriyarka, bir paranın iki yüzüdür… Gerçi kapitalizm emek gücünün sömürüsüne dayanır ama o emek gücünün üretilmesi, başka türlü söylersek, emek gücünün ‘yeniden üretilmesi’ de gerekir ki, o iş ailede gerçekleşiyor… Kadınlar sayesinde mümkün oluyor. İlginç ve saçma olan, işgücünün üretilmesinde kadının rolünün yok sayılmasıdır… Kadın bir de ücretli bir işte çalışıyorsa, aile içindeki sömürüye bir de işyerindeki sömürü eklenir…
Annesi kadın, kardeşi kadın, teyzesi kadın, halası kadın olan biri kadınları neden ikinci sınıf insan, ‘eksik insan’ sayar ve öyle muamele eder? Doğrusu bugüne kadar bu sorunun cevabını bulabilmiş değilim…
Modern zamanlarda kadınların mücadelesiyle, feminist hareket sayesinde burjuva toplumunda bazı sınırlı mevziler, kazanımlar (seçme ve seçilme hakkı gibi) sağlansa da şeylerin seyrinde kayda değer bir değişiklik olmadı. Bugün de kadınlara yönelik, erkek şiddeti hız kesmiyor. Vahşice katlediliyorlar, aşağılanıyorlar. Oysa, kadınlar dünyayı sırtlarında taşıyorlar, zenginliğin çoğunu da onlar üretiyor. Dünyayı doyuranlar da kadınlar… Onların yarattığı zenginlik milli gelir (GSYH) hesaplarında pek görünmez… Zira, parayla alınıp-satılmayan, parasal bir karşılığı olmayan, meta kategorisine dahil olmayan üretim etkinliği kapitalizmin ilgi alanı dışındadır…
Feminist hareketin başarısı, anti-kapitalist, anti-patriyarka, anti-rasist (ırkçılık karşıtı), burjuva devlete karşı, ekolojik ve enternasyonalist olmak zorundadır. Aksi halde kalıcı kazanımlar elde etmek mümkün olmaz. Mücadelenin başarısı, hedefin, perspektifin doğru tespit edilmesine bağlıdır… İnsanlığın öteki yarısı demek olan kadınların emansipasyonu (özgürleşmesi, kurtuluşu) gerçekleşmeden insan haysiyetine yaraşır bir dünya kurmak asla mümkün olmayacak… Onun için neden söz ettiğini bilmek önemlidir denecektir…
Dünya Kadınlar Günü, sevgililer günü, anneler günü, babalar günü… gibi bir şey değildir ve olmamalıdır. Tüketim toplumunun, reklamların esiri olmuşluk demek olan marketlere, AVM’lere koşup hediye alma günü değildir… Dünya Kadınlar Günü burjuva devlet erkanının, burjuva politikacılarının hamaset nutukları attıkları bir gün değildir… Bir bayram günü hiç değildir… Geride kalan mücadeleleri hatırlama, o mücadelelerde hayatlarını kaybeden, zulme uğrayan kahraman feminist militanları anma, ileriye umutla ve kararlılıkla bakma günüdür… Tam da Gunter Holzmann’ın dediğini yapma günüdür. Holzmann şöyle diyordu: “Yarınlarda yürüteceğimiz, daha özgür, daha adil, daha eşitlikçi, daha kardeşçe ve dayanışmacı bir dünya kavgamız için, mücadeleler hafızamızı canlı tutmalıyız”.
(1) Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni