Dış basında Türkiye seçimleri üzerine yankılar, AKP ve Erdoğan’ın İstanbul ve Ankara’yı yirmi beş yıl sonra kaybederek önemli bir siyasal ve psikolojik hezimet yaşadığı yönünde. Özellikle İstanbul sonuçlarına AKP’nin yaptığı itiraz karşısında ABD Dışişleri’nden gelen “meşru seçim sonuçlarının kabullenilmesi gerekir” açıklamasına yer veriliyor.
Seçim sonuçları karşısında AKP’nin itirazları ve özellikle seçimleri kazanmış gibi İstanbul’u dev teşekkür ilanları ile donatması üzerine New York Times’ın değerlendirmesi, Batı demokrasilerinin, “Türkiye’nin güvenilir bir müttefik olabileceği umudunu giderek kaybettikleri” yönünde.
The Times ise Erdoğan’ın seçim sonrası Türkiye kamuoyunun desteğini yeniden kazanmak için “Suriye’deki Kürt güçlerine karşı uzun süredir işaretlerini verdiği askeri operasyonları başlatma” olasılığının arttığını; bunun ABD ile ilişkileri daha da gerginleştireceği öngörüsünde bulunuyor.
Her iki gazete de gerginlik ve güvensizlik atmosferinin Rusya’dan S400 savunma sistemi alımı kararından sonra yoğunlaştığına dikkat çekiyor. Hafta içinde Pentagon, F-35 programına Türkiye’nin katılımının askıya alındığını bildirerek Türkiyeli pilotlara bu yeni saldırı uçağı için verilmekte olan eğitimin de durdurulduğunu açıklamıştı.
Görüldüğü gibi dış basın, Türkiye’de demokrasi ve insan hakları meselesi ile Batı’nın ve özellikle ABD’nin güvenlik kaygıları ile çakıştığı oranda ilgileniyor. Örneğin ne Muş başta olmak üzere Kürt il ve ilçelerinde yerel seçim sonuçlarına HDP’nin yaptığı itirazların reddedilişi ne de birçok yerleşim alanında seçimlerin ve sandık sayımlarının zırhlı araçlar, üniformalı birlikler, silahlı/maskeli timler vb. eşliğinde gerçekleşmiş olduğu görülmüyor. Suriye’deki Kürt güçlerine karşı operasyon tehdidinden söz edilirken bu güçlerin ABD müttefiki oldukları özellikle belirtiliyor. Buradan da, Rojava savunma güçlerinin ABD ile böyle bir ilişkisi olmasaydı bu tehdidin uluslararası kamuoyu açısından haber değeri olmayacağı sonucu ortaya çıkıyor.
Hapishanelerde açlık grevi yapan yüzlerce tutsağın, bunlar arasında genç yaşta canına kıyanların isimleri de dış basında anılmıyor. Ve seçim sonrası atmosferde ancak teferruat olarak gazetelerde yer bulan kısa bir haber: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Cizre, Silopi ve Sur ilçelerinde 2015-2016’da sokağa çıkma yasakları sırasında gerçekleşen hak ihlalleri ile ilgili başvuruyu reddetti.” Yüzlerce sivilin ölümüne yol açmış olan bu sürece ilişkin böyle bir sonuçla karşılaşmak moral bozucu. Ama haberin ayrıntısına baktığımızda, AİHM’in mutlak bir ret kararı değil, Anayasa Mahkemesi’nde açılmış davaların sonucunu bekleme kararı almış olduğunu anlıyoruz.
Yargı erkinin özellikle AKP rejimi altında seri darbeler aldığı, mahkeme kararlarının adeta saraydan verildiği günümüz koşullarında, AİHM gibi uluslararası kuruluşlar daha da önem kazanıyor. Buralardan gelen olumsuz kararlar, hak savunucuları açısından moral bozucu. Geçtiğimiz ocak ayında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde “Türkiye’de Siyasal Muhalefet Üyelerinin Ağırlaşan Durumu” üzerine bir karar kabul edildi ve Türkiye uyarıldı. Bu kararın kabulü CHP’li vekillerin “hayır” oylarına rağmen gerçekleşti. Kendi üyeleri hapiste olan CHP, siyasal muhalefetin durumunu belli ki onaylıyor; çünkü kararın asıl konusu hapisteki HDP’li milletvekilleri ve siyasetçiler ki onların hapse girmesinin yolunu da zaten CHP açmıştı.
Öte yandan, iletişim sistemlerinin gündelik hayatla bu denli iç içe geçtiği hatta siyasal, ekonomik ve toplumsal gerçekliğin başlıca belirleyeni haline geldiği bir çağda hayattayken “görülmeye değer bulunmamak” bir yana, ölümünün bile haber değeri taşımaması, bireylere ve insan topluluklarına verilebilecek en büyük ceza olmalı. Hak ihlallerini uluslararası kamuoyuna duyurmaktan başka umudu kalmamış milyonlar için moral kırıcı.
Dış basın ve uluslararası kamuoyu, Türkiye’deki hak ihlallerini “kendiliğinden” görecek bir hümanist ya da siyasal iradeye sahip değil; sürekli olarak dürtülmedikçe ve teyakkuz halinde tutulmadıkça özellikle Kürt halkı üzerindeki ihlalleri görmeyecek, duymayacak, duyurmayacaktır. İkna olmayanlar, Orhan Pamuk’un “Kar” romanında, Kars’ın muhalif karakterlerinin Asya Oteli’nde toplanarak Alman gazeteci Hans Hansen’e hitaben birlikte kaleme aldıkları mektubu okuyabilirler.