Yarı Kemalist, yarı sosyalistlerin, ki aralarında vaktiyle birlikte çalıştıklarım da var, ulusalcı televizyonlarda yaptıkları konuşmaları hayretle izliyorum. “Emperyalizmle işbirliği içinde devrim yapmaya devrim denemez” diyorlar. Kast ettikleri Rojava devrimi.
Bunlar “anti emperyalist” devrim olduğunu düşündükleri Kurtuluş Savaşı başlangıcında Bolşeviklerle ittifak edenlerin, daha sonra İngiliz emperyalizminin yardımlarıyla “zafer” kazandığını nasılsa unutuyorlar. Oysa bu işbirliğine hiçbir şekilde muhtaç değiillerdi. Çünkü önlerinde sosyalist bir müttefik devlet vardı. O sıralar İngiliz emperyalistlerinin desteklediği Yunan kuvvetleri karşısında Sakarya nehrinin gerisine çekilmişlerdi ve Sovyetler silah yardımı yapmasa Ankara’yı bile terketmek zorunda kalacaklardı. Ne zaman ki İngiliz hükümeti Kemalistlerin Bolşevizme kayacağı korkusuna kapılarak Yunan ordusuna desteğini kesti, ancak o zaman Türkiye Cumhuriyeti kurulabildi.
O dönemde Osmanlı devletinin enkazından yeni bir devlet kurmak ya Sovyet devletinin ya da İngiliz-Fransız emperyalizminin desteği dışında mümkün görülmüyordu. Amerikan mandası isteyenler çoktu. Kemalistler ilk fırsatta Sovyetler Birliği ile ittifak yerine İngiliz emperyalizmiyle ittifakı tercih ettiler.
Yıkılmış bir ülke şartlarında Kemalistler ne Sovyetlerle ittifak kurdukları zamanda Bolşevik ya da komünist oldular, ne de İngiltere’yle ittifak ettiklerinde “emperyalizmin işbirlikçisi” oldular. Devletler arasındaki çelişkilerden yararlanarak kendi devletlerini kurdular. Devrimci mücadelelerin ya da ulusal kurtuluş savaşlarının tarihi, devrimlerin istisna olduğunu ve başlangıçta zafer umudu olmayan halkların, emperyalist devletler arasındaki çelişkilerden ustalıkla yararlanmaları sayesinde zafere ulaştıklarını gösterir.
Ancak Kemalistlere yönelik eleştirimiz, o tarihi koşullarda sosyalist devletle ittifak imkanı varken, kapitalist yolu tercih ettikleri, içerideki komünist ve Yeşil Orducu güçlerle ve Mustafa Suphi’yle ittifak yerine yönlerini emperyalist dünyaya çevirmiş olmalarından ötürüdür.
Rojava devriminin ise sosyalist dünya sistemiyle ittifak içinde devrimi zafere ulaştırma alternatifi reel sosyalizmin dağılması nedeniyle yok. Rojavalı devrimciler kendilerinden katbekat üstün Türk milliyetçi bölgesel emperyalizmiyle mücadele ederken, Türkiye, ABD ve Rusya devletleri arasındaki çelişkiden ustalıkla yararlandılar, devrimlerini zafere ulaştırdılar.
Devrimlerinin “devrim” olması için ne yapmalıydılar? Haydi bırakalım Rojava’yı, mesela Lenin İngiliz, Rus ve Fransız devletleriyle savaşan Alman emperyalizminin “devlet demiryolları”na ait mühürlü trenle Almanlarla işbirliği yaparak ve Almanların lehine savaştan çekilmek ve bu yolla devrim yapmak amacıyla Petrograd’a gidemeseydi ne olurdu? Lenin’i de bırakalım, Tavariş Stalin’e bakalım. İngiliz ve Fransız emperyalistleri Hitler Almanyası’nı Sovyetlere saldırsın diye kışkırttığı en kritik anda Alman Nazi emperyalizmiyle Ribentrop-Molotof imzalı Saldırmazlık Anlaşması imzalayarak “steril devrim” adına ittifak yapmasaydı, bırakalım Sovyet devrimini, dünyanın hali ne olurdu?
Rojava devrimcileri devrimci süreçlerin tarihinden çok şey öğrendiler. Şunu da çok iyi biliyorlar: Devrimci sürecin en zorlu, hayat-memat kavşağında emperyalist bir devletle, diğerlerine karşı yapılan “taktik ittifaklara” güvenilemeyeceğini de bu tarihi tecrübeden ezbere biliyorlar. Geçenlerde Anha ajansında, Özgür Politika’daki yazımda zikrettiğim Rojavalı yazar, Rojava’nın “taktik ittifak” kurduğu Batılı güçlerin “Kürdistansız Ortadoğu” isteyen Türk devletine karşı “Kürdistanlı Ortadoğu”yu hedeflediğini, ancak böyle bir Kürdistan’ı da “Türkiye’nin himayesine” yönlendirme planları olduğunu yazdı. Emperyalizmin ne olduğunu hiç şüphesiz bizlerden çok daha iyi biliyorlar.
Savaş, hele dünya savaşı, ve hele nükleer savaşa açılan savaş, ömründe savaş görmeyen insanlara “devrimcilik oynanan” bir oyun gibi gelebilir. Burada milyonlarca kadının ve çocuğun, tüm bir halkın hayatları söz konusudur. Bu da, kendisini feda eden örgütlerimizin devrimci mücadelesine hiç benzemez. 68 ve78 kuşağının hepimizin anılarında yaşayan kahramanlıkları, onları izleyen halkların felaketine yol açan maceralar değildi. Örgüt kurdular ve “gökyüzünü fethe” çıktılar. Halklarını ölüme sürüklemediler, kendilerini devrim yolunda feda ettiler. Ama milyonların öncüsü Rojavalı devrimci, şu anda ölüme gözünü kırpmadan giderken, kendisini henüz desteklemeyen bir halka tarihsel anlamda örnek olmak için değil, kendisine umut bağlayan milyonları katliamdan kurtarmak için gitmekte. Bu amaçla düşman kampın içindeki çelişkilerden, bu çelişkilerin imkanlarından tüm emekçi Kürdistan halkının varolma, kazanımlarını koruma ve bunu başarmak yoluyla demokratik halk devriminin potansiyelini güvence altına alma adına ustalıkla yararlanmaya çalışmakta.
Devrimlerin şu altın kuralını, “emperyalizmle uzlaşan devrime devrim demem” diyen kardeşlerime hatırlatmak isterim: Ülkenin içinde yürütülen sınıf mücadelesinde bölgesel emperyalist Türk burjuvazisiyle ve devletiyle “sosyal barış” yapılmaz, ittifak kurulmaz, uzlaşılmaz. Böyle bir barışa gidenlere, eleştirdiğim arkadaşların ezbere bildiği gibi, “sosyal reformist”, “sosyal şövenist”, “sosyal emperyalist” ve “opürtünist” denir. Ama devletler arasındaki savaşta, hangi devlet Kürt ulusunun ve emekçi halkının çıkarlarına saldırıyorsa, ona karşı ve hangi devlet, diğeriyle çeliştiği için, Rojava’yla taktik ittifaka mecbur kalıyorsa onunla birlikte ve barış için hareket etmeye ise “devrimci taktik uzlaşma” denir ve devletlerin savaş cangılında “uzlaşma yok” diyene de Lenin’in tabiriyle “sol-komünist hasta çocuk” ve bilinen tabirle “karşı devrimci maceracılık” adı verilir. Almanların Ukrayna’yı, Belarusya’yı, Baltıkları zaptettiği, Denikinlerin, Kolçakların, Vrangellerin, Kornilovların Moskova kapılarına dayandığı Brest-Litovsk anlaşması eşiğinde Troçki Lenin’e “ne barış, ne savaş” sloganıyla itiraz etmiş ve bu slogan tarihe “uzlaşmaz devrimciliğin karikatürü” olarak geçmişti.
Ve KCK’nin dört parçada ve dünyanın her yanındaki diasporada örgütlü gücü, en güçlü olduğumuz dönemlerindeki örgütlü gücümüze bile benzemez. Bu güç, kendisi bir tekelci devlet olmadığı ve kendisine egemenlik taslayan bir burjuvazinin hegemonyasında olmadığı için, onun hangi devletle olursa olsun kuracağı ittifak devrimci özsavunma içeriği taşır. Çünkü bu ittifakın emperyalist paylaşımdan pay kapma amacı, onun sınıfsal karakteri nedeniyle yoktur. Amacı sadece halkının varlığını ve gelecekteki devrimin zafer imkanını koraumak için özsavunmadır.
Evet, arkamızda kimimizin çok, kimimizin az bedeller ödediği mücadele tarihine geçmiş olan bizim örgütlerimize benzemeyen bir Demokratik Konfederal devrimci örgütle karşı karşıyayız. Biz tüm tarihimiz boyunca zafere ulaşan bir devrimi savunma sorumluluğu ile karşı karşıya kalmadık. Çok şey yaptık ama bir gün bile devrimin zaferini tadamadık. O nedenle devrimin zaferini savunmanın ne olduğunu anlamakta zorluk çekiyoruz. Ve Rojava devrimine devrim demem diyenler, onu emperyalizmin işbirlikçisi olarak karalayanlar ise Rojava’ya karşı kendi emperyalist devletlerinin argümanıyla konuştuklarının farkında bile değiller.
Rojava devriminin örgütleri bize benzemiyor dedim ya. Çok şükür ki benzemiyor. Şimdiki durumumuza bakınca buna sadece şükredebiliriz.