Çok açık olan bu tabloda tek gerçek güç ve muhalefet DEM Parti olarak sahneye çıkma durumunda kaldı. Diğer muhalefet partileri ancak fikir belirtebilir ve bu fikirler ülkenin sarayında ortak akıl ile oluşturulan fikirlerdir. Unutmayalım ki konu Efrîn ya da benzer konular olursa tüm Türkler tek ses olur
Ziya Güler
Son dönemde gündeme gelen Kürt sorunu ve Bahçeli’nin yaklaşımı çok tartışıldı ve hala da tartışılıyor. Bahçeli siyaset sahnesine çıktığından bu yana istikrarlı bir Kürt düşmanlığı yapan bir siyasetçi. AKP ile birleşmeden önce Tayyip Erdoğan için söylediği her şeyi bir anda yutması dışında siyasi çizgisinde rota değişikliği yapmadı. Varlığını Kürt düşmanlığı üzerinden yaratan Bahçeli bu alanda taviz vermeyen bir devlet adamlığı görüntüsünü vermeyi başardı. Görüntü böyle olunca Kürtlere uzattığı elin samimiyeti de ağırlığı da kafada fazla soru işareti yaratmıyor. Ezcümle; Bahçeli’nin tehlikeleri sezerek siyaset üretmesi ve bu minvalde Kürt açılımı yapmak istemesi anlaşılırdır. Tüm Kürtlerin yok olmasını dilemesine karşın bugünkü Kürtlerin Ortadoğu’da güç sahibi olması ve diğer güçler ile ittifak kurabilmesi ihtimali Bahçeli’nin bu çıkışının tek sebebidir. Sebebin sonuca götürmesi dışında Bahçeli’nin ciddiyeti ve samimiyeti tarihsel rolü gereği yerinde bir yaklaşımdır.
Ancak Bahçeli’nin gerçekleri görmesi ve bu çerçevede adımlar atması devlet aklının bu yaklaşımı onayladığı anlamına gelmiyor. Son 22 yıllık Erdoğan iktidarı tüm güçler ayrılığını tek bir çatı altında birleştirmeyi başardı. Devleti temsil eden güçler tekmil bir ağızla Erdoğan’ın söylediği her kelimeyi kanun hükmünde kabul etmektedir. Erdoğan’ın gerek ülke içinde gerekse ülke dışında yürüttüğü politika herhangi bir siyasetçi tarafından eleştiri almamaktadır. CHP ya da MHP’den söz etmiyorum. Bu iki parti bugüne kadar yürütülen siyasetin devlet aklına hizmet etmesini kabul ederek hareket etti. Bazı ekonomi veya eğitim alanında yapılan değişikleri kısık sesle eleştirmekten başka bir muhalefetleri olmadı. Örneğin Erdoğan bir gün kalkar BRICS’e üye olacağına karar verir, ertesi gün yönünü Avrupa Birliği’ne çevirir. Bazen İran ile dost olur bazen ABD ile aynı saftadır. Ve tüm bu olanlara muhalefet ses çıkarmaz hatta olanlar onların boyunu aşıyormuş gibi kayıtsız kalırlar. Yani ülkenin kaderini belirleyecek olan en önemli kararlar muhalefetin gündemine dahi girmez olmuş. Buna sadece CHP ya da MHP değil Erdoğan’ı her fırsatta eleştiren İP gibi partiler ya da Davutoğlu veya Babacan tarafından da eleştiri almıyor. Bu ülkede siyaset yapan DEM Parti dışındaki siyasetçiler AKP tarafından üretilen 22 yıllık siyasetin onlara biçtiği rollere uyum sağlamış, siyasette ülkenin kaderini belirleyen önemli kararlara karışmama kararlarına uymuş durumdalar. Siyasetin büyük resmine bakıldığında Erdoğan devlet başkanı, muhalefet ise isteklerini medya aracılığı ile devlet başkanına arz eden senato üyeleri durumundalar. Yöntem olarak biraz ABD siyasi yöntemine benzese de Roma İmparatorluğu’nun 1. Konstantin dönemini de andırıyor. Roma, büyük değişimin arifesinde tüm yetkileri imparatora verir ancak muhalefet etmekten ve fikir belirtmekten de geri kalmazdı. Bugünkü Türkiye siyasi tablosu biraz da bu renkleri veriyor. Tabii yeni bir imparatorluğu ya da padişahlığı mevcut dünya sistemi kabul etmediğine göre ABD tarzı bir başkanlık şu an ki Türkiye’nin içinde bulunduğu pratiğe daha çok uyuyor.
Ülkenin siyasi durumu böyle iken CHP ya da diğer muhalefetten sağlıklı bir siyaset üretmesini beklemek boşa bir bekleyiş gibi görünüyor. Çok açık olan bu tabloda tek gerçek güç ve muhalefet DEM Parti olarak sahneye çıkma durumunda kaldı. Diğer muhalefet partileri ancak fikir belirtebilir ve bu fikirler ülkenin sarayında ortak akıl ile oluşturulan fikirlerdir. Unutmayalım ki konu Efrîn ya da benzer konular olursa tüm Türkler tek ses olur. Buna geçmişin Dersimli CHP genel başkanı dahildir.
Muhalefet gücünün bu kadar zayıfladığı bu dönemde gerek demokratik yaklaşımları ve gerekse Ortadoğu’nun kanayan yarasına alternatif çözümler üretebilen DEM Parti siyasi sahnede aktif ve üretken adımlar atmaya devam ederse, demokrasi umudu ile CHP gibi partilerin kuyruğuna takılmış Türkiye halklarının tek çaresi olması kaçınılmaz olacaktır. Türkiye halkları iki ana akıma bölünmüş durumda, bunlardan bir kesimi muhafazakar kesim diğeri ise demokrasi yanlılarıdır. Muhafazakar kesim kendi aralarında ikiye bölünüyor. Sayıca üstün olan kesim, Türkiye toplumunu ümmet çatısı altında toplamaya çalışan kesimdir. Bu kesimin ümmet anlayışı Türklüğe yakın olsa da son tahlilde ümmet kimliği ortak noktalarıdır denilebilir. Muhafazakar kesimin diğer tarafı ise milliyetçi gruplardır. Bu grupların bazı güncel siyasette ayrışmaları olsa da tüm ülkeyi Türklük kimliği altında birleştirmeyi kutsallık sayarlar. Bu kesimin öncülüğünü yapan MHP ve Bahçeli son açılmalar ile ümmet kimliğinde bulaşabileceklerinin sinyalini vermiş durumda. Özetle ülkenin yarısını oluşturan muhafazakâr kesim birleşmeye doğru gidiyor. Bu da onları daha güçlü ve kararlı yapacaktır.
Ülkenin diğer yarısını oluşturan demokratlar da kendi aralarında ikiye bölünmüş durumdalar. Bunların bir kesimi Atatürk milliyetçiliği altında demokrasi savaşı veren kesimdir. Bu kesimin demokrasi anlayışı Türk’e demokrasi istemek dışında bir de muhafazakâr kesime karşı bir antipatileri var. Cumhuriyetin kurulma aşamasında devlet yönetimini muhafazakar ve dinci kesimden aldıkları için tekrar o “karanlık” günlere dönmek istemiyorlar. Sayıları az olduğu için kendi siyasi yelpazelerini genişletme peşindeler. Ancak gelinen noktada arada kalmış gibiler. Onlar gibi demokrasi isteyen ve demokrasi konusunda onlardan daha iddialı ve yeni çağa alternatif bir paradigma ile girmeye çalışan Kürtler var. Kendilerini demokrasi, ekoloji, kadın özgürlüğü gibi çağdaş başlıklar altında Kürtlere yakın hissetseler de Türklük kimliği Kürtlere yaklaşmada onlara engel teşkil ediyor. Bir yandan ülkeyi tamamen din eksenli bir yörüngeye sokma tehlikesi ile AKP’yi tehdit olarak görürken diğer yandan AKP’nin yönlendirmeleri ile tanıdıkları Kürtlere karşı mesafeli duruşları, onları arada bırakmış durumda. Bu konuda CHP’nin üst kesimi yaklaşan tehlikenin az da olsa farkında ama cesur adımlar atarak tarafını belli etmekte aciz kalıyor. Bu acziyetinin temelinde ise siyaset üretememe ve geleceği iyi okuyamama var.
Demokratların diğer kesimini ise Kürtler oluşturuyor. Kürtler aslında ürettikleri siyaset ile sadece demokratları değil muhafazakâr kesimi dahi içine alabilecek geniş bir siyasi perspektife sahip. Kürtlerin ortaya koyduğu demokratik ulus çatısı altında birleşme çağrısı birçok yazıda dile geldiği için burada detaylarına girmeyeceğim. Ancak oluşturduğu çatının altında giren kimlik sahiplerine göre demokratlar kesimine daha fazla yakın. Yani ülkenin ikiye bölünen kesimden demokratlar kesimine siyasi olarak daha yakın. Kürtlerin muhafazakar kesimi her ne kadar kültürel olarak ümmet kimliğine yakın dursa da aynı zamanda bir kimlik savaşı verdiği için oluşturulan paradigma altında yaşamak onlara daha mantıklı geliyor. Bu bağlamda siyasi irade olarak kendi partilerini tereddütsüz kabul etmekte ve atacakları her adımı desteklemektedirler.
İkiye ayrılmış demokrat kesim henüz kendi birliklerini kuramadılar. Öte yandan muhafazakâr kesim Bahçeli’nin son çıkışı ile birlikte ümmet çatısı altında birleşmeye evet demiş oluyor. Muhafazakar kesim bir çatı altında toplanmış olmasına karşın demokratlardan Atatürk milliyetçileri iktidarında manipülasyonları ile uzakta ve tek başına duruyor. Ancak bu ayrılık çok uzarsa korkarım kaybeden sadece onlar olacaktır. Kürtler zaten bir savaşın içinde ve direnmeye devam ediyorlar. Ancak onlar için durum bu kadar net değil.
Önümüzdeki günlerde AKP tüm siyasi partilere rağmen Rojava’ya askeri hareketlilik başlatabilir. Şu anda HTŞ ve ÖSO gibi çetelerin ipini kontrollü bir şekilde serbest bırakmış durumda. Bu çeteler ile Kürt güçleri arasında büyük savaşlar çıkması an meselesi. Böyle bir durumda Erdoğan içerden gelen muhalif sesleri dinlemeyecektir. Tekrar beka sorunu ile gündeme gelecek, CNN’den Fulya’yı sınıra gönderecek, gerekirse Hatay’a ya da Urfa sınır köylerine bir iki roket de atacaktır. Bu durum medya ile desteklenecek ve karşı çıkan vatan haini ilan edilecektir. Kürtler yeniden büyük bir savaşın içine girecektir ancak bu oyunun kaybedeni Kürtler olmayacaktır. Kürtler Kobanê’de direndikleri gibi daha büyük bir hazırlık ile direnecek ve bu savaşın kazananı olacaktır. Ancak savaş sonrası daha fazla güçlenen Erdoğan ile baş başa kalacak olan Atatürkçü kesimler yani demokrasiyi sadece Türkler için isteyen kesimler kaybeden taraf olacaktır. Artık karar Erdoğan’ın, hüküm Erdoğan’ın olacaktır. Kürtlere ne olacağı mı merak ediliyor… Onlar kendi evlerini yeniden inşa etmekle meşgul olacaktır. Hem de halaylar eşliğinde. Yani, devletin başında olan zatın aklı başında. Senin de (Atatürkçüler) aklını başına alman için çok kısa bir zamanın var.