Totaliter rejimlerde devlet ve millet adına davranan totaliter liderler, tek seçici ve belirleyici konumdadır. Devlet, tüm kurum ve kuruluşlarıyla tek bir lidere bağlı olunca, askeri ve sivil bürokrasi de liderin her dediğini yerine getirmek zorundadır. Devletin yüceltilmesi ve her şeyin beka sorununa indirgenmesi ile toplum, tarihten gelen egemen ulus ve devlet geleneklerinin de etkisiyle hızla saflaştırılır. Her şeyin tek elde toplanması iktidarın güç zehirlenmesine yol açarken, kitleler giderek rejimin yanında yer almaya başlar: Bir kısmı rejimin pompaladığı Vatan-Millet-Sakarya edebiyatı, bir kısmı milliyetçi ve mukaddesatçı düşünceleri, bir kısmı da korku ve alternatifsizlikle totalitarizme boyun eğer.
Totaliter iktidarın uyguladığı seçim ekonomileri, devlet olanaklarının sınırsız bir şekilde kullanımı ve iktidardaki partinin en büyük payı aldığı devlet yardımları seçim dönemlerinde kitleleri etkilemenin en önemli aracıdır. Bir ülkede siyasi partilerin finansmanına ilişkin düzenlemeler, demokrasinin düzeyini ve niteliğini gösterir. Kamu görevi yaptıkları iddiasıyla devletin siyasi partilere mali yardım yapması, siyasetin eşit koşullarda ve serbest rekabet ortamında gerçekleşmesini ortadan kaldırmaktadır. Bu da, iktidar ve sistem yanlısı muhalefet partilerini de adeta bir siyasi oligarşi haline getirmektedir.
Devlet yardımı alan partiler bir anlamda “Hazine partisi” niteliği kazanıyor. Bu nedenle yardım alan düzen partileri, çok katlı ve gösterişli lüks binaları, milyonları bulan yıllık bütçeleri ile birer finans sektörü haline geliyor. Her biri genel başkanları tarafından adeta birer finans merkezleri gibi yönetiliyor. Bu partiler artık üye aidatları, makbuz karşılığı bağış ve yardımlar, rozet ve takvim satışları gibi zahmet gerektiren akçeli işlerle uğraşmıyor. AKP, CHP, MHP ve İP, devletin parasıyla bol keseden para saçarak siyaset yapıyor. Her seçim döneminde siyaseti tehdit, şantaj ve komplolar ile dizayn ediyorlar. Bedeli milyonları bulan haftalık anketler ve onlara hizmet eden medya tekelleri ile seçmenleri istedikleri gibi yönlendiriyorlar.
Televizyonlarda, gazetelerde, internette verdikleri pahalı reklamlarla seçmenleri etkilemeye çalışıyorlar. Uçaklarla, helikopterlerle geziyorlar. Otobüslerle taşınan ve karınları doyurulan hazır kıtalarla büyük mitingler yapıyorlar. Mitinglerde halkı soyut bir demokrasi vaadiyle kandırıyorlar. Her biri kafalarına göre bir demokrasi tarifi yapıyor: Kimi ileri demokrasiden, kimi laik demokrasiden, kimi milliyetçi demokrasiden, kimi muhafazakar demokrasiden söz ediyor.
Demokrasinin ilerisi gerisi, milliyetçisi, laiki filan olmaz. Demokrasi demokrasidir. Demokrasi bir ülkede ya vardır, ya da yoktur. Türkiye’de herkes için geçerli olan bir demokrasiden söz edilemez. Totaliter rejimlerde seçimlerde antidemokratik kurallar geçerlidir. Temsilde adalet yoktur. Her türlü hile yapılarak iktidarlar korunur. Bir devlet biçimi olan demokrasinin genel olarak üç temel ilkesi var: Birincisi, açıklık ve şeffaflıktır. İkincisi, demokratik seçim ve adaletli temsildir. Üçüncüsü, demokratik muhalefetin haklarının güvenceye alınmasıdır.
Devletin milyonları bulan yardımları ve yüksek seçim barajı ile parlamentoda oligarşik bir yapı oluşturan, her birinde liderlik sultası olan AKP, CHP, MHP ve İP’nin böyle bir demokrasi talepleri yok. Onların birinci görevi, Türk oligarşisinin ve emperyalizmin çıkarları doğrultusunda statükoyu korumak ve kollamak; ikincisi de, Türkiye’nin demokratik geleceğinin tek alternatifi ve parlamentonun tek muhalefet hareketi olan HDP’ye karşı ortak tutum almaktır.
Bu bakımdan HDP’ye karşı başlatılan seçmen kütüklerinin değiştirilmesi, seçmenlerin taşınması ve ayrıca seçim günü yapılması muhtemel teknik hileler ile yapılacak 31 Mart yerel seçimlerinin meşruluğundan söz edilemez. Eski rejimin son seçimi olan bu seçimin antidemokratik yöntemlerle yapılmasının temel amacı, sonucunun sanki bugünden belirlendiği izlenimi yaratılarak seçmenlerin sandığa gitmesinin engellemek ve halkı siyasetten uzak tutarak ülkeyi istediği gibi yönetmektir.
Yeni rejiminin devamı için gerekli olan bu siyasal ve toplumsal strateji, benzer ülkelerde olduğu gibi artık Türkiye’de her dönemde geçerli olacaktır. Eskiden, siyasetin toplumsallaşması ve toplumun siyasallaşması askeri müdahaleler ile önlenirdi, bu stratejik görev artık başkanlık rejimiyle yapılıyor.