Gündemi allak bullak eden soru şu: “Acaba yeni bir çözüm süreci mi olacak?”
Soruya “olacak” diyen de var, “olmayacak” diyen de.
Oysa en doğru yaklaşım ne “olacak” demek, ne de “olmayacak” demek. Doğrusu “Olmalı” demek. Dedikten sonra da “olması için ilk adım Öcalan’ın üstündeki tecridin kalkmasıdır” diye eklemek.
Şu anda DEM Parti Eşbaşkanları ile eski HDP Eşbaşkanları bu doğru tutumu yaptıkları son basın toplantısında kamuoyuna duyurdular. Böylece DEM Parti Saray’ın muhtemel oyununu bozmuş oldu. Bu oyun, Saray’dan yapılan Danışman açıklamasının net şekilde ortaya koyduğu gibi DEM Parti’yi “hukuk yoluyla kapatma tehdidi” altında kimi ufak tefek tavizlerle “çözüm muhatabı” yapmak ve Erdoğan’ın “yeni anayasayla” dördüncü defa başkan olmasını desteklemeye mecbur etmek. Baş muhatabın adresi gösterilmiş ve oyun bozulmuştur.
Böylece gündemin nereye evrileceği İmralı’dan yapılacak öneriye ve Kandil’in bu öneriyi tartışarak vereceği cevaba bağlanmıştır.
Kimi yorumcular ve kimi “istihbarat örgütleriyle ilişkili” gazeteciler böyle bir süreçte İmralı’yla Kandil arasında bir “çatlak” oluşacağından söz etmekteler. Oysa komplodan beri bu iki merkezin arasındaki ilişki “barışın gereklerini dile getiren” İmralı ile “savaşın gereklerini dile getiren” Kandil arasında her zaman optimal yolun bulunduğunu göstermiştir. Yine öyle olacağından şüphe etmek için ortada hiçbir neden yoktur. Çünkü İmralı’nın amacı da, Kandil’in amacı da Kürt sorununda gerçekçi bir çözümdür. Birisi barış, diğeri savaş istiyor diye saçma bir durum söz konusu değildir. Tam tersine savaş Türk devletinin tercihidir.
Eğer gerçekleşirse DEM Parti’nin böyle bir normalleşme ya da çözüm sürecinde rolü olmayacak mıdır? Sorunun kendisi bile akla aykırıdır. Çözüme dönük Türk devletinin ve İmralı’dan ilan edilecek Kürt tarafının tutumları arasındaki tartışmalı konular TBMM’nde sonuca bağlanacak ve sonucun olumlu olmasında DEM Parti büyük bir rol oynayacaktır. Eğer CHP ve öteki muhalefet partileri çözüm konusunda ellerini taşın altına koyarlarsa, Türkiye Üçüncü Dünya Savaşı ortamında Kürt sorununu çözerek kendi halkının güvenliğini sağlayacaktır.
Üçüncü Dünya Savaşı dediğimiz oyun değildir. Türkiye bu savaşın sürdüğü coğrafyanın en kritik noktasındadır. Küresel güçlerin her iki kutbunun baskıları altındadır. Kürdistan ise şu anda savaşların sürdüğü yerdir. Hem Türkiye halkları, hem de Kürdistan halkları ölümcül tehditlerle karşı karşıyadır. Üçüncü Dünya Savaşı diyorsanız, bu sözün ciddiyetine uygun davranacaksınız.
Ne yazık ki, şu ana kadar ortada devletin ve iktidarın çözüme dönük herhangi bir adım atacağına dair hiçbir işaret, hiçbir somut adım ve niyet yoktur. Çözümsüzlük karşı karşıya olunan tehlikeleri kat ve kat büyütmektedir.
O halde hiç kimse “belki çözüm olur” beklentisiyle yürüttüğü mücadele yolunda tereddüde düşmemelidir. Tam tersine bu mücadeleyi daha kitlesel ve etkili bir şekilde yeni aşamalara taşımalıdır. Çünkü eğer devlet içinde bir “çözüm” eğiliminin zerresi varsa, bu, DEM Parti’nin parlamenter alandaki ve PKK’nin savaş alanlarındaki mücadelesinin bir sonucudur.
Bu açıdan CHP’nin 31 Mart seçimlerinden sonra izlediği “yumuşama” çizgisini eleştirmeye devam etmek gerekir. Bu partinin medyadaki sözcüleri kendi partilerinin izlediği çizgiye, “Erdoğan dördüncü defa aday olsun” laflarına bakmadan, ortada en küçük bir işaret olmadığı halde DEM Parti’nin “yeni anayasayı” destekleyerek Erdoğan’ın yeniden aday olmasına “yardım” edeceği yolunda dedikodu yapmaktadırlar. Oysa DEM Parti tabanı “seçim hemen şimdi” diyen bir tabandır. CHP ise erken seçimi hala hafife alıyor. “Geçim yoksa seçim” sloganıyla olmuyor. “Ya seçim ya da TBMM’yi boykot” dediğiniz gün Saray yelkenleri suya indirecektir.
Saray’ı mücadele temposunu düşürerek “çözüme” teşvik etmenin mümkün olmadığı açıktır. Tam tersine eğer Erdoğan-Bahçeli iktidarı güçlü bir erken seçim kampanyası karşısında kalırsa, iktidarı kaybetmemek için halkın taleplerine boyun eğmek zorunda kalacaktır. Bu taleplerin başında da Kürt sorununda çözüm talebi gelecektir.
Türkiye’nin sorunu iktidarla muhalefetin parlamentodaki ilişkilerinde “üslup düzeltmesi, tansiyonun düşürülmesi, nezaket” ve benzerleri değildir. Tutuklamalar, şiddet, işkence, DEM Parti’yi ve tüm muhalefeti tehdit siyasiler arasındaki kürsü kavgaları yüzünden olmuyor. Saray iktidarının demokrasiye düşmanlığından oluyor. Siyasiler arasındaki ağız dalaşlarına son verecek olan, sokakta iktidarın saldırılarına karşı direnmektir. Ancak o zaman siyasette “edep-erkan” gerçekleşir.
Öcalan’a hakaretler ederek “örgütünü tasfiye et” diyen kişinin uzattığı elden hayır gelmez.