Dr. Ali Tepe
Peloponnes Savaşları sırasında, İÖ 424 yılında Sparta devletinin Delion sitesini fethi, yüzyılın şehir savaşlarıyla dolu yarımadası anımsandığında sıradan bir olay gibi görülebilir. Ancak bu olayı “diğerlerinden” farklılaştıran tarihte kimyasal silahın ilk kez kullanılmış olmasıdır. Şehrin direnişi kırılana dek, iyice ıslatılmış odun yığınları ile oluşturulan sülfür dumanı, içi oyulmuş ağaç parçalarına doldurulup rüzgârdan da destek alınarak düşmana atılmıştır.
Kimyasalların tarihi
Yüzyıldan bu yana “çağdaş” ya da “modern” savaş tarihinin sürekli gündem maddesini oluşturan kimyasalların 20. yüzyılda ilk kullanımı 1. Paylaşım Savaşı sırasındadır. Almanlar önce Polonya-Rusya cephesinde, ardından Fransa cephesinde yüzyılın en vahşi kıyımlarından birini gerçekleştirdi. Bugün hâlâ çeşitli vesilelerle kullanılan ve primitif örneği kokusundan dolayı Hardal Gazı olarak adlandırılan bu “silah” bilimin de katkısıyla geliştirildi! Bugün adını ve yapısını bilmediğimiz nicesinin depolarda durduğunu ve gerektiğinde kullanıldığını biliyoruz.
‘Haşere’ söylemi
1925 yılında ABD’nin imzalamadığı Cenevre Anlaşması’yla bu tür silahların kullanımına “sınırlamalar” getirildiyse de yağma ve katliam dürtüsü kimyasalın kullanımını engelleyemedi. 2. Paylaşım Savaşı ve öncesinde Alman faşizminin Yahudi Soykırımı’nda toplama kamplarında kullandığı Zyklon-B’nin de bir kimyasal silah olarak görülmemesi için hiçbir engel yok. Yahudileri bir haşere olarak gören Naziler, küresel ölçekte meşhur (!) Alman Kimya Bilimi’nin de desteği ile bu zehrin kitlesel üretimini ucuza getirdiğini ve bununla övündüğünü anımsıyoruz. İnsanlığın utanç tarihinin sayfalarından… Geçtiğimiz günlerde bu “haşere” söyleminin yerli ve milli faşistlerimizin de dile getirilmesinin üzerinde ise yeterince durulmadığını düşünüyorum.
Vietnam deneyi
20. yüzyılın ikinci yarısında da kimyasal kullanımına önlenemez bir şekilde devam edildiğini biliyoruz. Kuşkusuz bunun bir diğer örneğini Vietnam’da sürdürülen Amerikan Savaşı’nda görürüz. (Nükleer silah konusundaki dengelerin silah üreten ulusları konvansiyonel silahları geliştirmeye zorladığını bir ara not olarak ekleyelim.) Vietnam bu bağlamda emperyalizm için bir deney alanını oluşturmaktadır. Sadece Vietnamlılar üzerinde değil, çoklukla alt sınıf mensubu olan ABD askerleri üzerinde de çeşitli kimyasalların denendiğini ve çokça kullanıldığını biliyoruz. Diğer taraftan kimyasal silah sayılmayan Napalm bombasının da “gelişmiş” kimya teknolojisinin ürünü olarak tanıtıldığı anımsanmalıdır. 1200 derecelik sıcaklık yayan ve o tarihlerde “hayal edilebilecek en korkunç silah” olarak tanıtılan Napalm üreticisi bilim insanlarının silahla ilgili övüncünü ise onun “hızlı öldürdüğünden dolayı kurbanların acı çekmeden ölüyor oldukları” gibi akla hayale sığımaz vahşilikte bir gerekçe oluşturacaktır.
Ve Halepçe yarası
Bugün birçok ülkenin kimyasal silah ürettiğini, üreten ve üretmeyen birçok ülkede ise kimyasal silah bulunduğu ve bu silahların göstermelik savaş ve ateşkes pazarlıklarında koz olarak kullanıldığını da yaşayarak öğreniyoruz.
Ve Halepçe, İran-Irak savaşı yıllarında 15 Nisan 1987’de Irak Federe Kürdistan bölgesinde Wassan adlı Kürt köyünde kimyasal ile 250 kişi öldürülür. Irkçı Baas ordusunun bu prova saldırısı önce görmezliğe gelinir, yok sayılır. Bir yıl sonra 15-16 Mart 1988’de uçaklarla Halepçe kimyasal bombalamaya maruz bırakılır; bilindiği kadarıyla sonuç beş binin üzerinde ölüm, on binin üzerinde yaralıdır. Daha sonraki yıllarda yapılan taramalarda bu sayıların çok üstünde olabileceği dile getirilmiştir. O yıllarda bu olayı önemsizleştirme çabaları içindeki birçok ülkenin sonradan, on yılların ardından bunu bir soykırım suçu olarak adlandırması ve kınaması ise uluslararası siyasetin ikiyüzlülüğünü örnekler.
İkiyüzlülük
Irak’ın bu süreçte en büyük desteğini bu silahı üreten ülkeler, emperyalistler arası çıkar ilişkileri ve Kürtlere karşı kinlerini gizleme gereği duymayan ülkeler oluşturacaktır. Saldırının ardından yüz binler Türkiye sınırına doğru hareket eder ve burada bir başka sorun ile karşılaşılır: Aralarında birçok kimyasal yaralanmasına maruz kalmış ve ağır hastaların da bulunduğu sığınmacılar üzerine yapılan incelemeler sonucu hazırlanan raporlarda “hiçbir kimyasal silah izine rastlanılmadığı” açıklanır. Bu açıklama Saddam’ın savunuları için önemli bir dayanak oluşturacaktır. Ne var ki birçok bilim insanı Türkiye tıbbının bu raporlarını geçersiz ilan ederken Halepçe’de birçok kimyasal silah kullanıldığını bildireceklerdir. Burada Türkiyeli hekimlerin kimyasal silah yaralanmaları konusundaki bilgisizlikleri ve deneyimsizlikleri de gündeme getirilerek tartışma konusu yapılacaktır. Bilim bir taraftan bu silahı üretirken, bilim aracılığıyla da bu silahın kullanılmadığı iddia edilebilmektedir. Politik ikiyüzlülük bir kez daha karşımızdadır. Kimyasal silah bağlamında bu tavır Suriye özelinde bir kez daha karşımıza çıkmıştır: en başından beri emperyalizmin bir projesi olan ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan -ne yazık ki Türkiye’de birçok “solcu aydın” bu süreci devrim olarak nitelemekte ısrarcı olmuştur- sürecin son halkası olan Suriye’de Esad ordusunun IŞİD bölgelerine yönelttiği saldırılarda kimyasal silah kullandığı iddia edilmiş ve bu iddianın sahte dayanakları -dezenformasyon- ile Batılı emperyalistlerin Suriye’ye saldırısı meşru kılınmaya çalışılmıştır. Burada ilginç olan bu iddianın Dünya Sağlık Örgütü (WHO) aracılığıyla dile getirilmiş olmasıdır. Daha sonra örnek olsun ABD ve Avrupa geri adım atıp kimyasal silahın kullanılmadığını, böyle bir ize rastlanılmadığını söylese de bir bilimsel yapılanma olarak DSÖ’den bir açıklama gelmemiştir!
Biber gazı kimyasalı
Biber gazı ve gözyaşı bombası bir kimyasal silahtır ve kullanımı ile küresel ölçekte kimyasal silah kullanımını meşrulaştırmaktadır! Öldürmek için değilse bile ortaya çıkan belirtilerle dehşet yaratarak insanları yıldırmak, devlet terörünün bu silahı kullanırken geliştirdiği başlıca argümandır.
Nedir kimyasal silah? Vahşi bir öldürme aracıdır. Kullanımı kolay, etkisi büyük ve ucuz bir katliam aracıdır. Elde edilmesi kolaydır, yıldırıcıdır. Düşman olarak tanımladığını sivil ayrımı yapmaksızın katledebileceğin, en sadist duygularını tatmin edebileceğin bir silahtır. Özellikle solunum ve deri yoluyla insanı etkilediğinde kurtuluşu ve kaçışı yoktur. Kişiyi savunmasız ve çaresiz bırakır. Etkilenen kişi için, bu etkinin farkına varılıyorsa eğer ilk yarım saat içinde ölüm kaçınılmazdır. Deride yanık, görme bozukluğu körlük, ağır nefes darlığı, solunum sisteminin harabiyeti, sinir sisteminin iflası, koma ve ölüm. İlk anda akla gelen en fazla yarım saatlik süreçte yaşananlar, insan ve insanlık ölüme mahkûm edilirken, diğer taraftan daha az maruz kalanlar ya da saldırının periferinde olanlar, yaralanarak şanslı görülseler bile (!) onları bekleyen ömür boyu taşıyacakları sekellerle acılar içinde bir yaşam olacaktır. Burada bir parantez açarak konvansiyonel silahlarla oluşan yaralanmaların ve ölümlerin kişilerde kimyasal silah yaralanmalarını maskeyebileceği ve bununda kimyasal silahın kullanılmadığının kanıtı olarak sunulabileceğini de unutmayalım, tıpkı Halepçe’deki gibi! Ve parantezimize devam edelim: “Düşmanı” çaresiz bırakmanın bir yolunun da onun yaşam çevresini, yaşadığı coğrafyanın doğasını yok etmek olduğunu, bunun için de kimyasal silah kullanıldığını, ormanlarının yok edildiğini, toprağının zehirlendiğini anımsatalım… Bu vahşetlerin dekorunda tahrip olan doğa oluşturmaktadır ne yazık ki.