Gelin bu değişmez maddelere bakalım ve aslında statükonun Kürtlerin aleyhine olan durumlarda fiilen bu maddelerin değişmesine nasıl ses çıkarılmadığını görelim
Engin Barin
Türkiye’de anayasaya dair ne zaman bir tartışma yürütülse; statüko korosu değiştirilemez maddeler nakaratını tek bir sesle dile getirir. O kadar ki bu değiştirilemez maddelerin ne olduğu bile artık önemli değildir. Felsefenin ölümü, ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılması anlamına gelecek olan “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” ibaresi mevcut iktidarın anayasadaki teorik ifadesi olarak duruyor. Ama gerçekten de bu değiştirilmez maddeleri bu kötü sesli koro bu kadar önemsiyor mu! Gelin bu değişmez maddelere bakalım ve aslında statükonun Kürtlerin aleyhine olan durumlarda fiilen bu maddelerin değişmesine nasıl ses çıkarılmadığını görelim.
MADDE 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
MADDE 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.
Peki artık öyle midir? Klasik mantık sorusudur ve devlet aklı bu sorunun muhatabıdır: Ya Kürdistan artık Türkiye Devleti’nin bir parçası değildir (Madde 3’e aykırı) ya da Türkiye Devleti artık cumhuriyet değildir (Madde 1’e aykırı). Soruyoruz hangisi ?
Elbette bu sorunun kaynağı yüz yıllık sömürge deneyimidir. Şimdiye kadar örtülü bir şekilde olan bu süreç artık açık ve seçik bir şekilde seçme ve seçilme hakkının bölgelere göre değişmesiyle anayasanın 1. ve 3 maddeleri arasında mantıken bir tutarsızlık açığa çıkarmıştır. En son Dersim’de uyduruk siyasi gerekçelerle oluşturulan yargı kararlarının kayyımlar kararlarıyla bir ilgisinin olmadığını neredeyse devlet aparatlı gazeteciler bile ağzından kaçırıyor.
Çöktürme Planı çerçevesinde MGK kararıyla başlatılan kayyım rejiminin son süreçte bir şantaj aracı olarak kullanıldığı ortada. Kürtler kirli pazarlıklar hayalini kuranların şantaj aracıdır yeni kayyım modeli. Elbette barış ve demokrasiyi pazarlık ve şantaj denklemleriyle götürmeye çalışmaları süreci bir kaosa doğru götürüyor. Zaten sorunun tanımı neredeyse kayyım rejiminde saklı ve bu yöntemde ısrar ediyorlar. Çünkü Kürtlerin kendini yönetmesinin yerel yönetimler düzeyinde de olsa izin verilmeyeceği anlamına gelen kayyımlar anayasanın değiştirilemez maddeleriyle çelişiyor. Esasında bu çelişkinin popüler adı Kürt Sorunu’dur.
Kürt Sorunu Ortadoğu siyasetinden bağımsız anlaşılamaz. Çünkü esasında Türkiye’nin Ortadoğu’daki bir başka çelişkisinin adı Filistin Sorunu‘dur. Kurtla yiyip çobanla ağlayan Türkiye siyaseti bu çelişki ile daha fazla yürüyemez oldu. Ama elbette her şey Türkiye’nin kontrolünde gelişmiyor. İsrail’in İran tehdidi ciddileştikçe Türkiye’nin Kürt Travması bu defa Doğu Kürdistan için depreşti. İran’la olan bin yılların çelişkisi Kürt Travması yüzünden bir kenara itildi. İkinci bir Rojava’nın önünü almak için klavyenin tüm tuşlarına basar oldu. İsrail’in İran tehdidini Türkiye’nin kendi üstüne almasının nedeni olası bir Rojhilat Devrimi’dir.
Son tahlilde çözüm ve kaosun aynı anda kendini dayattığı bu tarihi süreçte Türkiye siyaseti kendi eski yöntemlerinde ısrar edemez gibi duruyor. Eski yöntemleri dediğimiz yöntem de kültürel soykırım ve katliamlardan başka bir şey değildi. Şu an değişime dair hiç somut bir şey olmazsa bile sadece söylemin bu denli farklılaşması iktidarın sıkışıklığını ortaya koyuyor. Bundan birkaç yıl evvel “tecrit” sözünün kendisi bile soruşturma gerekçesi iken şimdi en olmaz denilen şahsiyetlerce dile getirilmesi sadece Ortadoğu’daki gelişmelerin sonucu değil; bu aynı zamanda Kürt Hareketi’nin son yıllarda Öcalan’a Özgürlük Kampanyası ile yürüttüğü mücadelenin de sonucudur. Son tahlilde 23 Ekim günü mutlak tecridi kırıp Öcalan’ın Kürt halkına gönderdiği selam önemli ve değerlidir. Sağlığının yerinde olması Kürt halkı için moraldir. Ama manşet niteliğinde olan “Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” sözünü doğru temelde anlamak bu çözümün barışçı yöntemlerle olmasını isteyenler için kaçınılmazdır. Öncelikle Kürt halkı için zaten on yıllardır çözümün adresinin Öcalan olduğu gerçeği ortadadır. Bu anlamayan ve anlamak istemeyen tarafların savaşta ısrar eden iktidarlardan başka kimse olmadığı da ortada. Haliyle sözün adresinin iktidar kanadı olduğu belli. Peki iktidarın böyle bir gücü var mı? Yakın tarihteki deneyimlerimize baktığımızda mevcut AKP-MHP iktidarının Anayasayla çelişen kayyım rejimi dışında ortaya koyacak sağlam bir siyasetinin olmadığı ortada. Ama sorunlarını çözmeyenin çözüleceği son düzlüğe girildiğini de tarih bas bas bağırıyor.